Son dönem dünya siyasetinin en dikkat çeken aktörlerinden birisi olan Çin Halk Cumhuriyeti, büyümeye dayalı ekonomik modelini sürdürebilmek adına enerji kaynaklarına ulaşımı dış politikasında stratejik bir hedef olarak belirlemiştir. Bu doğrultuda, Pekin, son yıllarda birçok önemli proje ve işbirliğine imza atmaktadır. Bu konuda, Türkiye’de enerji politikaları alanında yaptığı çalışmalarla dikkat çeken Uluslararası Politika Akademisi (UPA) uzmanı Dr. Sina Kısacık’la bir mülakat gerçekleştirdik. Aşağıda bu mülakatı bulabilirsiniz.
Dr. Sina Kısacık'la Beykent Üniversitesi'nde
Yrd. Doç. Dr. Ozan Örmeci: Sevgili Sina, mülakat teklifimizi kabul ettiğin için sana okurlarımız adına teşekkür ederim. Çin Halk Cumhuriyeti’nin enerji ihtiyacını, bu yönde geliştirdiği politikaları ve bu alanda yaptığı diplomatik çalışmaları nasıl okuyabiliriz?
Dr. Sina Kısacık: Sayın Örmeci, ilk olarak, 21. yüzyılda Avrasya jeopolitiğinin başat güçlerinden birisi olan Çin Halk Cumhuriyeti’nin kendi enerji güvenliğini sağlamaya dönük nasıl politikalar geliştirdiği konusunda böyle bir çalışma hazırladığınız için sizi çok tebrik ediyorum. İkinci olarak, böyle kritik önemdeki bir konuyla ilgili olarak benimle mülakat yaptığınız size ayrıca çok teşekkür ediyorum. Ayrıca bu vesileyle UPA okurlarını saygıyla selamlıyorum…
Diğer büyük enerji tüketicileri gibi, Çinliler de, artan enerji miktarlarına maliyeti karşılanabilir, güvenli ve uygun bir biçimde erişimi sürdürme derdindedirler. Pekin, 1990’ların başlarına kadar petrol ve kömür ihraç etmekteydi; fakat Deng Xiaoping’in reformlarından ilham alan son yıllardaki ekonomik patlama, Çin’i bir "enerji ithalatçısı" haline dönüştürmüştür.[1] Ancak Çinlilerin düşünce yapısında, Mao dönemindeki “kendi kendine yeterlilik” kavramı derinlerde kök salmaya devam etmektedir. Mevcut durumda % 50 olan petrol ithalatına bağımlılık, Pekin’de alarm zillerinin çalmasına neden olmaktadır. Fakat diğer birçok enerji ithalatçısı ülkede olduğu gibi, Çin’in de kapsamlı bir enerji güvenliği stratejisi yoktur. Merkezileşmiş politika, bazen rekabet halindeki gruplara, abartılı retoriğe ve yerel seviyedeki girişimlere yol vermektedir. Güçlü bir Enerji Bakanlığı’nın eksikliğinden ötürü, Çin’in enerji politikası, diğer birçok ülkeye kıyasla zayıf durumdadır.
Pekin’in enerji politikası üzerinde 5 savunmasızlık faktörü önemli rol oynamaktadır. Bunlardan ilki, Çin’in kendi petrol sağlayıcılarından uzak bir yerde konumlanmasıdır. 2007’de Amerika Birleşik Devletleri’nin petrol ithalatının % 30’u Kanada ve Meksika’dan gelmekteydi ki, bu ülkeler Birleşik Devletler’in sınırında yer almakta olup, onun etki alanı içinde güvenli bir biçimde konumlanmaktadırlar. Buna karşın, Çin, ithal ettiği petrolün % 90’ını tehlikeli boğazlarda manevra yapan uzun ve büyük tonajlı tankerlerden almak suretiyle onlara bağımlıdır. İkincisi, Çin, enerji kaynakları açısından fakir bir coğrafi yapıya sahip olmanın sıkıntısını çekmektedir ki, bu ülkede dünyanın bilinen petrol rezervlerinin sadece % 1,3’ü yer almaktadır. Üçüncü olarak, Çin’deki talep, tedarikin sürdürebileceğinden daha hızlı bir biçimde artmaktadır. Hâlihazırda, Çin, dünyanın en büyük ikinci enerji tüketicisidir ve 2005 ile 2010 yılları arasında toplam enerji tüketimindeki artış, küresel artışın % 40’ı olarak karşımıza çıkmaktadır. Dördüncüsü, Çin liderleri, halen daha küresel arenada görece önemsiz bir role sahip olduklarına inanmaktadırlar. Nitekim Çin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin daimi 5 üyesinden biri olmasına rağmen, halen gelişmekte olan bir ülke olduğu için G-8 kulübünün içerisine henüz kabul edilmemiştir. Son olarak, Çin Komünist Partisi, Çinlilerin hayat standartlarındaki iyileşmelerin devamına bağlı olarak ayakta kalmaktadırlar ki, bu görevin yerine getirilmesinin rejiminin varlığını sürdürülmesi için hayati olduğuna inanılmaktadır. Lakin refah artışı ve gelişme, enerji talebini de beraberinde getirmektedir ki, 1,4 milyarlık devasa bir nüfus için, bu, çok zorlu bir görevdir.
Çin’in ekonomik büyümesi (her yıl yüzde 9 ile 11 arasında) devam ettikçe, Pekin’in petrole olan talebi de artmaya devam edecektir. Nitekim Çin, 2020 yılı civarında Washington’u geçerek dünyanın en büyük petrol tüketicisi olacaktır. Bu durum, Çin’in ekonomisini ve toplumunu şekillendiren şehirleşmenin dünyanın bugüne kadar görmediği bir hızda ve ölçekte olması, yeni altyapıya yönelik muazzam yatırımlar ve birçok bina güç santralleri, yollar ve yüksek hızlı tren hatlarını kapsayan ve "Çin’in büyük yeniden yapılanması" (Great Build-out of China) olarak tanımlanabilecek bir sürecin kaçınılmaz sonucudur.[2] Çin’in gelecek 20 veya 30 yıl boyunca devam edecek bu yeniden yapılanması, sadece Çin için değil, dünya ekonomisi için de tanımlayıcı güçlerinden birisi olacaktır. Nitekim Çin’in şehirlerdeki nüfusu çok hızlı artmaktadır. 1978’de ülkenin sadece % 18’i şehirleşmişken, bugün bu oran yaklaşık % 50 civarındadır ki, bu ülkede 170’ten fazla şehrin nüfusu bir milyondan fazladır ve nüfusları 10 milyonu aşan devasa kentlerin sayısında da artış yaşanmaktadır. Tüm bu büyüme, yeniden yapılanma, yeni fabrikalar, yeni apartmanlar ve onların yeni uygulamaları ve bunlarla gelen tüm taşımacılık, haliyle enerjiye bağımlıdır. Bu, Çin’i dünyanın lider mamul üreticisi ve ihracatçısı yapan büyük enerji taleplerinin de üzerindedir. Daha fazla kömür, petrol, doğalgaz, nükleer güç ve yenilenebilir enerjiler de buna eklenmektedir. Günümüzde bile, kömür, Pekin’in enerjisinin belkemiğini oluşturmaktadır; fakat uluslararası pazarlar ve dünya ekonomisi bağlamında egemen olan meta petroldür.
Çin’in ulusal güvenlik önceliklerinin en tepesinde Malakka Boğazı bulunmaktadır ki, bu şekilde ülkenin petrol ithalatının % 80’i Basra Körfezi ve Afrika’dan geçerek ülkeye gelmektedir. Ancak bir noktada yalnızca 1,7 mil genişliğinde olarak, bu yolla ticaret, petrol tankerlerinin çarpışmaları, petrol sızıntıları, kaçırılma, korsanlık ve terörizm olayları nedeniyle çeşitli riskler altındadır.[3] Çin, aynı esnada Boğazlar’da bir polis gücü gibi hareket eden Birleşik Devletler Donanması’nın Tayvan ile savaş durumunda Çin’in petrolünü bloke edebileceği konusunda da endişelidir. Hu Jintao’ya göre, bazı büyük güçler Boğazlar’daki petrol geçişini kontrol etme arayışında olabilirler. Pekin’in bu tehditlerle ilgilenmek için geliştirdiği çok taraflı stratejisi ise; yakın bölgesi dışındaki Orta Asya’dan da petrol kaynakları tedarik etmek, Malezya ve Myanmar’da petrol boru hatları ve bölgedeki donanma kapasitesini arttırmaktır.
Günümüzde, Pekin, enerji güvenliğini arttırmanın bir yöntemi olarak petrol stoklaması yolunu da tercih etmektedir. Buna yönelik olarak, 2003 senesinde, Çin, Şanghay, Cjouşan, Huando ve Dalyan gibi dört sahil kentinde inşa etmekte olduğu petrol rezervleri için stratejik tesisleri bitirmiştir. Mevcut durumda, Pekin, 100 milyon varile (14 milyon ton) eşdeğer stratejik petrol rezervlerini üç katına çıkarmayı amaçlamaktadır. Ayrıca 2009 yılından itibaren ithal petrolü stoklamak için hâlihazırdaki 4 rezervuara ek olarak, 8 rezervuar daha inşa edileceğini ilan etmiştir. Yapılan tahminlere göre, bu tesisler, Gansu ilindeki Lancou, Sincan bölgesindeki Şanşan ve Hebey ilindeki Tanşan’da yapılacaktır. Pekin, bu kararının nedeni olarak önümüzdeki 20 yıl içerisinde enerji kaynakları tüketimini kayda değer oranda arttırma arzusunu ortaya koymaktadır. Enerji İdaresi Başkanı Cjan Gobeao’ya göre, dünya çapında enerji talebinin azalmasından faydalanılması ve Çin’in petrol rezervlerini arttırması şarttır. 2011 senesinde ise, bu rezervuarların yalnızca sahil şeridi ile sınırlı kalmayıp, iç bölgeye de yönelmesi planlanmıştır. Projenin bitirilmesi halinde, 2020 senesinde ülkenin petrol rezervleri, Pekin’in ithal ettiği 100 günlük petrol oranına eşdeğer olacaktır. Bu da, takriben 85 milyon ton ham petrol demektir.
Hidrokarbon kaynaklarının yalnızca Batı’ya değil, Doğu’ya da tedarik edilmesi, hızlı gelişmekte olan ekonomilere ham madde tedariki bakımından elzemdir. Kimilerine göre Beyaz Saray’a meydan okuma yolundaki Pekin, büyümesini devam ettirebilmek maksadıyla gereksinim duyduğu hidrokarbon kaynaklarını tedarik etmeye yönelik bazı boru hatları yapımına girişmiştir. Pekin’in küresel petrol kaynaklarına erişme ve kendi enerji gereksinimini karşılama doğrultusunda attığı ilk somut adım, 2002 senesinde yürürlüğe giren “dışarıya açılma” politikasıdır.[4] Bu yeni politikaya göre, Pekin, enerji güvenliğini temin etmek için milli petrol firmalarına değişik imtiyazlar ve kolaylıklar sunmuş ve bu firmaların yurtdışında faaliyet göstermesini teşvik edici bir politika takip etmiştir. Yurtdışında faaliyette bulunan bu firmalar, Çin Ulusal Petrol Şirketi, Çin Petrol ve Kimya Şirketi, Çin Ulusal Kıyı Petrol Şirketi ve bunların yan kuruluşları olarak tanınmaktadırlar. Bu firmalar, enerji karşılığı kredi ve petrol aktifleri karşılığı krediler temin etmekte ve değişik ülkelerde petrol arama çalışmaları gerçekleştirmektedirler. Buna ek olarak, bu firmalar, petrol hisseleri satın almanın yanı sıra petrol boru hatları da yapmaktadırlar.
Orta Asya, Avrasya bölgesinin kalbinde yer almaktadır. Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan hidrokarbonlar bakımından zengindir. Astana ve Taşkent’in zengin uranyum maden rezervleri de mevcuttur. Buna ilaveten, Kırgızistan ve Tacikistan da su kaynakları bakımından oldukça zengin durumdadırlar.[5] Bu kapsamda, Pekin için bölge ile işbirlikleri tesis etmek; doğal kaynakların kesintisiz ve güvenli yollardan tedariki, nükleer enerji alanında işbirliği ve Batı Çin’in istikrarlı büyümesini gerçekleştirmek bakımından elzemdir. Özellikle enerji kaynaklarına ulaşım hedeflenmekte, arama-çıkarma aktivitelerinde yer almak ve kaynağa yerinde elde etmek amaçlanmaktadır. Çinli uzmanlara göre, Orta Asya ve Hazar bölgesi, hâlihazırdaki ve muhtemel petrol rezervleri bakımından dikkate değerdir. Orta Asya petrolünün milletlerarası piyasalara akması için ihtiyaç duyulan politik ve iktisadi koşullar da mevcuttur. Çin, özellikle Sovyetler Birliği’nin parçalanmasının ertesinde, bölge devletleri ve dünya devletleri ile ekonomik ve ticari manada münasebetler kurma arayışındadır. Orta Asya ve Hazar petrolü, hem üretici, hem de ithal eden ülkeleri alakadar etmektedir. Bir başka deyişle, her iki tarafın da menfaati ortaktır.
Pekin, enerji talep güvenliğini, bölge ülkeleri ise enerjinin arz güvenliğinin tesisini hedeflemektedir. Bundan ötürü, bölge petrolü göreceli olarak güvenlidir. Bölge devletleri ile Pekin arasındaki tarihsel ve kültürel münasebetler, Pekin’in bu bölgeye girişini kolaylaştırmaktadır. Bu çerçevede, Çin için Orta Asya, hem Aşkabat ve Astana’nın hidrokarbon kaynaklarına boru hatları aracılığıyla ulaşımını gerçekleştirmekte, hem de enerji ithalatında kayda değer bir yere sahip Tahran (İran) ile iletişimi kolay hale getirmektedir. Bu minvalde, Pekin, “kaynağa yerinde ulaşma” politikasını hayata geçirmekte ve özellikle Astana’da yatırımlar gerçekleştirmektedir. Bu alandaki diğer bir dikkat çekici gelişme de, 2005 Kasım ayında Çin-Orta Asya Boru Hattı’nın parçasını meydana getiren Atasu-Alaşankou Boru Hattı’nın yapımının bitirilmiş olmasıdır. Astana’nın en muazzam petrol yataklarından birisinin Çin’in doğu bölgeleriyle bağlantısı sağlayan hattın uzunluğu 1.000 kilometredir. İlk başta senelik 10 milyon tonluk taşıma kapasitesine sahip bu boru hattı, 2011 senesinde tam kapasite ile faaliyete geçerek senelik 20 milyon ton petrolü Pekin’e ulaştırmaktadır.
Bölge ile yapılan projeler arasında en dikkat çekeni, Çin Ulusal Petrol Şirketi (CNPC) tarafından finanse edilen Orta Asya Doğal Gaz Boru Hattı’dır. Orta Asya-Çin Boru Hattı’nın kademeli olarak faaliyete geçirilmesi doğrultusunda, Pekin, 2006 senesinin Nisan ayında ilk önce Aşkabat ile mutabakata varmıştır. İki ülke Devlet Başkanları tarafından gaz boru hattının faaliyete geçirilmesine yönelik anlaşmaya imza konulmuştur. Hattın 2009 yılında devreye alınması ve 30 senelik süre boyunca Aşkabat’tan Çin’e her sene 30 milyar metreküp doğalgaz yollanması konusunda mutabık kalınmıştır.[6] 2009 senesinin Aralık ayında Çin lideri Hu Jintao’nun bölgeyi ziyareti esnasında, bu boru hattı faaliyete geçirilmiştir. Proje, üç hattan meydana gelmektedir. Bunlardan 3.308 kilometrelik iki hat aktif durumdadır. 1.804 kilometrelik üçüncü hattı inşasının 2012 senesinin sonunda başlaması ve 2014 senesinde bitirilmesi öngörülmekteydi. Proje 2015 senesinde bitirilerek, senelik 55 milyar metreküplük gazı Pekin’e taşımaya başlamıştır.
Çin için diğer bir petrol tedarik kaynağı Rusya’nın zengin Doğu Sibirya sahalarıdır. 1993 gibi erken bir tarihte, Çin ve Japonya, Rusya ile batı yönünde bir boru hattı inşa etmek için çalıştıkları sırada, kendi diplomatik ve mühendislik meydan okumaları için karşı karşıya kaldılar. Her iki ülkenin de bu boru hattı bağlamında ortak çıkarı olmasına rağmen, boru hattının nereden geçeceği -Çin’in kuzeyindeki Daqing veya Rusya’nın Nakhodka Limanı ki buradan petrol Japonya ve diğer pazarlara taşınabilecekti- konusunda ihtilaf yaşadılar. 2,5 milyar dolarlık boru hattının inşasıyla ilgili 2003’teki müzakereler başarısızlıkla sonuçlandı. Dönemin Rusya Başbakanı Mikhail Kasyanov tarafından yapılan açıklamaya göre, boru hattıyla ilgili planlar UNESCO tarafından koruma altına alınan Baykal Gölü’nü tehlikeye atmaktaydı.[7] Çin’de Rusya tarafından yapılan erteleme önemli bir diplomatik başarısızlık olarak algılandı; fakat şu görünmekteydi ki, kontrolü olmamasına rağmen Çin projeyi devam ettirmişti. Daha sonra CNPC firması, Rus petrol firması Rosneft ile Skovorodino’dan Daging’e uzanan ana rotada boru hattını inşa etmek için tekrar bir araya geldi. Rus Transneft tarafından işletilen ve Doğu Sibirya Pasifik Okyanusu olarak adlandırılan boru hattı 1,6 milyon varil petrol taşıyacak ve Çin’e 11 milyar dolara mal olacaktır.[8] Transneft’e göre, Temmuz 2008 itibariyle boru hattı % 75 oranında tamamlanmıştı. Boru hattı, Rusya’nın kendi geleneksel Avrupa pazarının dışında çeşitlendirme yapmasına yardımcı olmaktadır. Kısaltılmışı ESPO olan bu boru hattı, Batı’daki boru hatlarına bağlanacaktır. Böylece, Moskova, tedariklerinin yönünü potansiyel olarak Avrupa’dan enerji bakımından aç olan Çin ve Japonya’ya çevirme konusunda bir kaldıraca da sahip olacaktır.
Çin açısından önemli olan bir diğer konu, Pakistan’da yeni inşa ettiği Gwadar Limanı’dır. 1999 yılında Radyo Pakistan’da yapılan bir programda, Pakistan, "Çin’in İslam dünyasına açılan penceresi" olarak ilan edildi. Güçlü bağlara dayanan uzun bir tarihin neticesinde, Çin, Gwadar Limanı’nı Körfez’den petrol tedarikini sağlamak ve Halkın Kurtuluş Ordusu Donanması’nın varlığını genişletmek için inşa etti. Aynı zamanda Pekin, İran’ın zengin Yadavran bölgesinden gaz getirecek olan İran-Pakistan-Hindistan Doğalgaz Boru Hattı’na katılma konusunda da ilgisini yeniden ortaya koymuştur. Uzun yıllardan bu yana tartışılmasına rağmen, Hindistan’ın endişeleri bu projeye taş koymuştur. Buna ilaveten, Çin’in Pakistan’daki varlığı Birleşik Devletlerin etkisine de tehdit oluşturmaktadır.
Bunların dışında, Çin’in Latin Amerika’da enerji çıkarlarını tesis etmesi, ABD’nin arka bahçesinde zemin kaybetme korkusunu da tetiklemektedir. Çin firmaları, Küba’nın sahilinin açığında petrol arama ve üretme haklarını kazanmışlardır. Yeni yapılan bir araştırma göstermektedir ki, Küba’nın topraklarında 10 milyar varil petrol bulunabilmektedir. Bu durum, Amerikalı petrol yöneticilerinin Birleşik Devletler'in Küba’ya uzun zamandan beri uyguladıkları ticaret ambargosunu delme arayışı içine girmelerine neden olmaktadır. Eğer ambargo biterse ve açık ihale sistemi kurulursa, hiçbir Çinli firma uluslararası petrol firmalarının deniz aşırı arama kapasitesi ile rekabet edemez. Benzer bir durum, Hugo Chavez’in Birleşik Devletler varlıklarını millileştirdiği Venezuela’da da vardır. Mayıs 2008’de, Çin hükümeti, Venezuela’daki kalkınma projelerini desteklemek 6 milyar dolarlık Çin-Venezuela fonuna 4 milyar dolarlık katkıda bulunmuş ve Çin’e yönelik petrol ihracatının artmasını sağlamıştır.[9] Aynı zamanda, Caracas, yeni saha geliştirilmesi konusunda Çinli firmalara tercihli erişim hakkı vermiştir. Venezuela, Çin’e 2008’de günlük 350.000 varil olan petrol ihracatını 2012 itibariyle yapılan sözleşmelerin gerekli kıldığı miktar olan günde 1 milyon varile çıkarmıştır. İşleme kapasitesine sahip olmayan bir ülkeye uzun mesafeden ağır fuel oili gemilerle taşımak ekonomik bir şey değildir. Enerji ilişkileri, büyük ölçüde politik saiklerle belirlenmektedir. Ancak sıkı ekonomik gerekçeler de bu noktada koz olarak oynanmaktadır. Çin’in barışcıl büyümesi için sağlam destekçiler bulmak hayatidir.
Askeri yapılanmasının yanı sıra, Çin, kendi enerji güvenliğini sağlamlaştırmak için füze kapasitelerindeki karşılaştırmalı üstünlüğünden de faydalanmaktadır. 1980’lerin ortasında, Çin, Riyad’a (Suudi Arabistan) balistik füzeler satmış ve kendi askeri personelini bunları çalıştırmak için bu ülkeye göndermiştir. Daha güncel olarak, bu işbirliği artmış ve 3.500 mile kadar ulaşabilen kıtalararası füzeleri de kapsamaya başlamıştır. Bu tür anlaşmalar, Çin Devlet Başkanı Jiang Zemin’in bir üst düzey Çin liderinin Suudi Krallığı’na 1999’da yaptığı ilk ziyarete zemin hazırlamıştır.[10] Bu ziyaret esnasında, Çin lideri, iki ülke arasındaki ilişkileri “stratejik petrol ortaklığı” olarak ilan etmiştir. Çin, uluslararası silah anlaşmalarını, sıkı yasallığa bağlı olarak, hemen hemen her durumda “karışmamazlık politikası”nın silah ticaretine izin verdiği zeminde savunmaktadır. Fakat Çin’in ayak izleri büyüdükçe, bu pozisyonu sürdürmek zor hale gelmektedir. Nitekim 2008 yılında, Çin, kargo gemilerinden birisinin Zimbabve lideri Robert Mugabe’ye gizli silahlar teslim ederken yakalanması sonucunda küresel eleştirilerle yüz yüze kalmıştır.
Yrd. Doç. Dr. Ozan Örmeci: “Tek Kemer, Tek Yol” sloganıyla duyurulan Yeni İpek Yolu projesinin Çin Halk Cumhuriyeti’nin dış politikası ve enerji stratejisindeki rolü nedir?
Dr. Sina Kısacık: Brüksel ve Washington haricinde, dünyanın öteki bölümlerinde yer alan bölgeye dönük yeni stratejiler ortaya koyan birtakım gelişmeler söz konusudur. Adı geçen çerçevede üzerinde durulması gereken en önemli proje, Çin Halk Cumhuriyeti’nin liderliğinde geliştirilen Tek Kuşak, Tek Yol İnisiyatifi’dir (TKTY). Kadim İpek Yolu’nu yeniden hayat vermeyi ana hedef olarak belirleyen TKTY girişiminin (nam-ı diğer Yeni İpek Yolu Projesi), Çin Devrimi’nin yüzüncü yılı olan 2049’da bitirilmesi planlanmaktadır. Bu minvalde, Pekin tarafından aşağıdaki hedefler ortaya konulmuştur:[11]
- Politik işbirliği,
- Yapısal bağlantılar ağının oluşturulması,
- Ticari engellerin bertaraf edilmesi,
- Finansal bütünleşme,
- İnsanlar arasında köprüler kurulması.
Proje çerçevesinde, doğal kaynaklar, altyapı, üretim ve araştırma-geliştirme (arge) merkezli hizmetler sektörü, finans, enerji, ulaşım, inşaat, siyaset sözleşmeleri ve iktisat sahalarının meydana getirilmesi stratejik yapılanmayı oluşturmaktadır. Ulaşım ve enerji yapılanması sayesinde, ticarette artış yaşanması da planlanmaktadır. Rota üstünde yer alan ülkelerle beraber, yollar, limanlar ve akıllı kentler kurmayı hedefleyen söz konusu inisiyatifin, birkaç aşamada hayata geçirilmesi tasarlanmaktadır. İki temel rotadan ilki; İpek Yolu’nun ana çıkış noktası olan Hangshou-Çin’den başlayarak Pekin ve Urumçi’den geçilmesinin ertesinde, Orta Asya’da Özbekistan, Kazakistan ve Tacikistan geçildikten sonra, Türkmenistan, Pakistan ve İran üzerinden Türkiye’den geçildikten sonra Erzurum kanalıyla İstanbul’a, daha sonrasında ise Balkanlar ve Kuzey ülkelerini geçmek suretiyle Amsterdam ve Madrid’e erişmiş olacaktır. Adı geçen rotanın kuzeyden Moskova üzerinden geçen bölümünü bağlayan tren yolu da bitirilmiştir.[12] İkinci rota ise; yine Hangshou-Çin’den başlayarak, Güney Çin Denizi geçilmek suretiyle, Tayland, Filipinler, Endonezya, Malezya ve Malakka Boğazı aşılarak, Güney Hindistan’dan Doğu Afrika’ya erişmekte, daha sonrasında ise kuzeye dönmek suretiyle Süveyş Kanalı’nı geçmesinin ertesinde Atina ve Roma vasıtasıyla yeniden Batı Avrupa’ya eklemlenmektedir. Hayata geçirilmesi düşünülen bu girişim, yukarıda değinilen rota üstünde iki temel strateji takip etmektedir: İpek Yolu İktisadi Kuşağı (16 günde Rotterdam’a varmayı öngören güzergâh) ve Deniz İpek Yolu (35 günde Batı’ya varmayı öngören Çin Rotası). Burayı çok kritik derecede önemli yapan unsur ise, dünya petrol ticaretinin yüzde 90'ının söz konusu hat üstünde cereyan etmesidir. Bu, Afro-Avrasya’da tam 65 ülkeyi içeren ve yatırım, ticaret, güvenlik ve lojistik alanları kanalıyla yeni küresel tedarik ve değerler zincirinin yaratılması politikasıdır. Burada ilişkiler, ikili anlaşmalar çerçevesinde yürütülmektedir.
Söz konusu girişimin dünya nüfusunun yüzde 70’ini (4,4 milyar kişi) ve dünya gayrisafi milli hâsılasının yüzde 55’ini üretebilecek enerji rezervlerinin yüzde 75’ini içerdiği unutulmamalıdır. Bir önceki paragrafta ifade edilen iki rotayı birbirine bağlayan çeşitli yatırım koridorları da vardır. Pekin-Orta Asya-Batı Asya İktisadi Koridoru; Sincan bölgesinden Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan ve Türkmenistan kara parçalarını meydana getiren, Orta Asya vasıtasıyla İran’a geçilmek suretiyle Akdeniz’e ve Arap Yarımadası’na kadar erişen bir demiryolu ağı meydana getirmektedir. Günümüze değin, Pekin, söz konusu koridoru tanıdığını ilan etmemiştir. Orta Asya ülkeleri, stratejik planlarını, Kazakistan’ın "Aydınlık Yolu", Tacikistan’ın enerji, taşımacılık, gıda projeleri, Aşkabat'ın ise “Güçlü ve Mutlu Çağ” vizyonuyla ortaya koyarak, ticaret, yatırım, ulaştırma ve iletişim sahalarında Haziran 2015’te Shandong’ta gerçekleştirilen Çin-Orta Asya İşbirliği Forumu’nda İpek Yolu İktisadi Kuşağı için "ortak ülke" statüsünü kazanmışlardır.[13]
Çin tarafından bu büyük ölçekli projenin en önemli unsurlarından birisini enerji güvenliği konusu oluşturmaktadır. Çünkü söz konusu kuşağın/hattın üzerinde yer alan özellikle Orta Asya ülkelerinin bir bölümü, ki bunlar Kazakistan ve Türkmenistan’dır, dünyanın en önemli petrol ve doğalgaz üreticileri arasındadır. Bir önceki bölümde ifade edildiği üzere, Pekin, adı geçen ülkelerin hidrokarbon kaynaklarının kendisine sorunsuz olarak taşınmasını önceleyen boru hattı projelerinin hayata geçirilmesine çok kapsamlı destekler sunmaktadır. Yakaladığı çok hızlı büyüme oranları sayesinde dünya en önemli ekonomik güçlerinden birisi haline gelen Çin Halk Cumhuriyeti, sürdürülebilir büyümesini tesis etmek için petrol ve doğalgaz bağlamlarında tedarik kaynaklarını mümkün olduğunca farklılaştıran bir dış politika yürütmektedir. Söz konusu hat üzerinde konuşlanan İran İslam Cumhuriyeti gibi dünyanın en önde gelen hidrokarbon üreticilerinden birisi ile de yakından ilişki kurmak, ayrıca enerji kaynaklarının transit olarak boru hatlarıyla ve deniz taşımacılığıyla geçtiği ülkelerin istikrarlı kılınması suretiyle hidrokarbon kaynaklarının sorunsuz, kesintisiz, kısa yoldan ve en düşük maliyetle kendisine taşınması, Pekin’in 21. yüzyıldaki dış politika öncelikleri arasında ilk sıradadır. Buna ilaveten, mevzubahis kuşağın en kritik noktalarından birisinde bulunan Türkiye ile başta enerji olmak üzere çok çeşitli alanlarda ilişkilerin güçlendirilmesi, Çinli yetkililer tarafından çok büyük önem atfedilen bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ek olarak, adı geçen kuşağın kapsadığı bölgede içerisinde bulunduğumuz asırda Amerikan çıkarlarına bölgenin kayda değer güçleriyle birlikte meydan okumak da, Çin Halk Cumhuriyeti’nin barışçıl bir biçimde bölgede etkisini ve gücünü hissettirme politikası biçiminde okunabilir.
Yrd. Doç. Dr. Ozan Örmeci: Çin Halk Cumhuriyeti’nin Afrika açılımında enerji politikalarının rolü nedir?
Dr. Sina Kısacık: Dünyanın bilinen petrol kaynaklarının yüzde 8’ine yakınına sahip olmasının yanı sıra, aşırı fakirlik ve istikrarsızlıkla, Afrika, ana tüketicilere, bölgede etki kurma ve ucuz kaynakları çıkarma fırsatları sunmaktadır. Kalkınma ve yönetişim konusundaki farklılıklar, kıtanın kaynak potansiyeli ile birleştiğinde, Afrika’yı Pekin-Washington rekabetinin odak noktası yapmaktadır.[14] Afrika minerallerine yaptığı geniş kapsamlı yatırımlara ilaveten, Çin’in Cezayir, Angola, Çad, Sudan, Ekvator Ginesi, Gabon ve Nijerya’da petrol çıkarları bulunmaktadır. Sudan, petrolünün % 80’ini Çin’e göndermektedir. Geri kalanı Japonya, Malezya ve Hindistan’a gitmektedir ki, bu ülkelerin Sudan’ın kaynağa doğru petrol endüstrisinde yatırımları bulunmaktadır. CNPC’nin en büyük ve en başarılı deniz aşırı girişimi olarak, Sudan, Çin’in boşluklara gitme stratejisinin en önemli örneğidir.[15]
Yrd. Doç. Dr. Ozan Örmeci: Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederim.
Dr. Sina Kısacık: Ben de size en içten teşekkürlerimi sunuyorum. Okurlarınıza saygılarımla…
Röportaj: Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
Tarih: 04.01.2018
[1] Sabrina Howell, “Jia You! (Add Oil!): Chinese Energy Security Strategy”, içinde Energy Security Challenges for the 21st Century: A Reference Handbook, Gal Luft ve Anne Korin (ed.), Santa Barbara, California: Praeger Security International, 2009, ss. 191-192.
[2] Daniel Yergin, The Quest: Energy, Security, and the Remaking of the Modern World, New York: Penguin Books, 2012, ss. 193-194.
[3] Thrassy N. Marketos, “China’s Energy Needs and the Shanghai Cooperation Organization (SCO) in the post 9/11 period”, Research Institute for European and American Studies, 17 Ağustos 2008, http://www.rieas.gr/research-areas/global-issues/asian-studies/724.html, Erişim Tarihi: 2 Temmuz 2013.
[4]“China spreads its wings: Chinese companies go global”, Accenture, 2007, http://www.accenture.com/SiteCollectionDocuments/PDF/6341_chn_spreads_wings_final8.pdf, Erişim Tarihi: 19 Haziran 2013.
[5] R. Kutay Karaca, “Çin Halk Cumhuriyeti’ni Dış Politikasında Orta Asya”, içinde Uluslararası Sistemde Orta Asya: Dış Politika ve Güvenlik, M. Turgut Demirtepe, Güner Özkan (der.), Ankara: USAK Yayınları, 2013, ss. 69-71.
[6]“Çin, Türkmenistan ile yeni doğalgaz anlaşması imzaladı”, Enerji Enstitüsü, 7 Haziran, 2012 http://enerjienstitusu.com/2012/06/07/cin-turkmenistan-ile-yeni-dogalgaz-anlasmasi-imzaladi/, Erişim Tarihi: 19 Haziran 2013.
[7] “Russia: Prime Minister Tells China Oil-Pipeline Deal Postponed”, Radio Free Europe/Radio Liberty, 24 Eylül 2003, http://www.rferl.org/content/article/1104438.html, Erişim Tarihi: 2 Temmuz 2013.
[8] “Russia, China close to deal on ESPO oil pipeline branch”, Ria Novosti, 22 Mayıs 2008, http://en.rian.ru/russia/20080522/108111646.html?id, Erişim Tarihi: 1 Temmuz 2013.
[9] Tim Padgett, “A New Cold War in the Caribbean?”, Time, 24 Temmuz 2008, http://www.time.com/time/world/article/0,8599,1826161,00.html, Erişim Tarihi: 2 Temmuz 2013.
[10] Gal Luft, Anne Korin, “The Sino-Saudi Connection”, Commentary Magazine Mart 2004, Institute for the Analysis for Global Security, http://www.iags.org/sinosaudi.htm, Erişim Tarihi: 3 Temmuz 2013.
[11] Sedat Aybar, “Pasifik-Atlantik Ekseninde Türkiye-Çin İlişkileri”, Bilimevi Dış Politika (Üç Aylık Fikir Dergisi), Ekim-Kasım-Aralık 2017, Sayı: 2, s. 24.
[12] Aybar, “Pasifik-Atlantik Ekseninde Türkiye-Çin İlişkileri”, ss. 25-26.
[13] Aybar, “Pasifik-Atlantik Ekseninde Türkiye-Çin İlişkileri”, s. 26.
[14] Chietigi Bajpaee, “Sino-U.S. Energy Competition in Africa”, World Security Network, 09 Ekim 2005, http://www.worldsecuritynetwork.com/Africa/Bajpaee-Chietigj/Sino-U.S.-Energy-Competition-in-Africa, Erişim Tarihi: 2 Temmuz 2013.
[15] “China Rising: China's Influence in Africa”, (Five Part Series), NPR Morning Edition, 28 Temmuz 2008 ve 29 Temmuz 2008, http://www.npr.org/series/92990229/china-rising-china-s-influence-in-africa, Erişim Tarihi: 1 Temmuz 2013.
Thanks for sharing, nice post! Post really provice useful information!
YanıtlaSilGiaonhan247 chuyên dịch vụ gửi hàng đi mỹ, hay dịch vụ gửi hàng đi singapore, gửi hàng đi thái lan uy tín, giá rẻ, gửi hàng đi canada và dịch vụ gửi hàng đi úc giá rẻ