Sayfalar

11 Mayıs 2017 Perşembe

Erbil İzlenimleri (Mayıs 2017)


Daha önce 2015 yılı Temmuz ayında Türk Üniversiteleri Eğitim Fuarı için ziyaret ettiğim[1] Irak’a bağlı Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Erbil şehrini, katıldığım bir uluslararası konferans vesilesiyle geçtiğimiz Salı ve Çarşamba günleri bir kez daha ziyaret etme fırsatı buldum. “Çok okuyan ve çok gezen bilir” sözünden hareketle hem okumaya, hem de gezmeye çalışan bir akademisyen olarak, Erbil şehrinde gözlemlediklerimi bu yazıda sizlerle paylaşmaya çalışacağım.


Erbil’de bulunan camiiler

Yolculuğuma başlarken ilk dikkatimi çeken konu, İstanbul Atatürk Havaalanı’nda personel sıkıntısı nedeniyle pasaport kontrol noktalarının yarısının kapalı olması ve bu noktalarda uzun kuyrukların oluşması oldu. Bu durumun yabancı turistleri çok huzursuz ettiğini ve iki-üç saat kadar kuyrukta kalmak zorunda olan turistlerin uçaklarını kaçırmamak için büyük stres yaşadıklarını fark ettim. Umuyorum bu konu kısa sürede halledilir; zira turizm gelirleri Türkiye ekonomisinde hala azımsanmayacak derecede önemli bir unsur ve uzun kuyrukların turistler üzerindeki etkisi pek de hoş değil.

Gece vardığım Erbil şehrinde ertesi sabah ilk fark ettiğim konulardan birisi, Şafii mezhebine mensup Kürtlerin camilerinde okunan ezanın Türkiye’de alışık olduğumuz ezandan biraz daha farklı olmasıydı. Erbil şehri oldukça canlı ve hareketliydi; ancak İstanbul gibi rahatsız edici derecede yoğun bir kalabalık da yoktu. Toplam 1,8 milyon civarında nüfusunun olduğu tahmin edilen Erbil[2], hızla gelişen-kalkınan bir şehir ve Irak’a bağlı Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin de başkenti durumunda. Şehirde binlerce Amerikalı ve İngiliz askeri ve sivil personel görev yapıyor. Ayrıca 30 civarında ülkenin de burada Konsolosluğu açılmış durumda.[3] Bu ülkeler arasında ABD, Çin, Rusya, Birleşik Krallık, Fransa, Almanya, İran, İtalya, Japonya, İspanya, Mısır, Hollanda, İsveç, Ürdün ve Yunanistan gibi uluslararası siyaset açısından önemli ülkeler de var. Türkiye’nin de en büyük Konsolosluklarından birisinin yer aldığı Erbil’de[4], akademisyenler ve öğrenciler arasında Azerbaycan’ın da yakında burada bir Konsolosluk açabileceği yönünde -henüz teyit ettiremediğim- konuşmalara kulak misafiri oldum. Ortalıkta pek görünmeseler ve kendi özel sitelerinde yaşasalar da, Kürdistan bölgesinde Amerikan etkisi son derece yoğun. Örneğin, Amerikan arabaları ve cipleri şehirde çok yaygın. Dahası, ilk gidişimde de gözlemlediğim gibi, Amerikan doları adeta burada gayrıresmi para birimi statüsünde. Duhok ve Süleymaniye’de bulunan iki Amerikan üniversitesini de bu noktada esgeçmemek gerek. Zaten ABD’nin bu bölgede 5 kadar askeri üs kuracağı daha önce uluslararası basında ifade edilmiş bir konu.[5] Amerikan ve İngiliz enerji şirketlerinin de Kürt petrolünün çıkarılması ve satılmasında öncelikleri ve büyük yatırımları var. Kürdistan bölgesinde bir İngiliz üniversitesi de kurulmuş durumda. Tüm bunlar, IŞİD tehdidi nedeniyle Kürdistan’a ve bölge halkına istikrar sağlayan olumlu gelişmeler olarak görülebilir. Ancak bir yandan da, Kürdistan’ın İngiltere (Birleşik Krallık) ve ABD’ye iyi bir askeri ve siyasi müttefik olmasının Türkiye’nin bölgesel gücü ve ABD nezdindeki önemi açısından olumsuz bir faktör olabileceği yönünde daha önce Türk uzmanlardan duyduğum çeşitli görüşler var.

Erbil kalesi (uzaktan)


Erbil kalesinden şehir merkezi

Müze

İlk gün gezdiğimiz Erbil Kalesi, tüm heybetiyle iki yıl önce bıraktığım gibi yerinde duruyor. Ancak kalenin surları tamamen boşaltılmış ve buraya turistler için bir hediyelik eşya mağazası ve küçük bir taş ve mücevherat müzesi kurulmuş. Kalenin içerisinde dev bir Kürdistan bayrağı da dalgalanmaya devam ediyor. Bir zamanlar Türkiye’de suç unsuru kabul edilen Kürdistan bayrağı, hatırlanacağı üzere Kürdistan Bölgesel Yönetimi lideri Mesut Barzani’nin son Türkiye ziyaretinde Türk resmi makamlarınca da Irak bayrağı yanında göndere çekilmişti ve Başbakan Binali Yıldırım tarafından da bu durum savunulmuştu.[6]

Konferansa gelen akademisyenlerle şehir merkezinde

Konferans için farklı ülkelerden gelen akademisyenlerle birlikte Lübnan Fransız Üniversitesi Rektörü ve Dekanı tarafından son derece sıcak bir şekilde karşılanan bizler, ilk günümüzü bu şekilde şehirde kısa bir tur atarak geçirdik. Kalenin karşısındaki şehir merkezi de pek değişmemişti; tipik bir Orta Doğu şehri pazar yerini andıran bu bölgede, Yasin Kebap adlı buranın meşhur bir lokantasında hep birlikte yemek yedik ve sonrasında bir kahvehanede bu bölgeye özgü çay içtik. Etrafta silahlı çok sayıda görevlinin olması biraz rahatsız edici olsa da, güvenlik açısından bunun faydalı ve gerekli olduğunu belirtmeliyim. Zira Kürt bölgesi dışında Irak’ın geri kalanında hala Sünni ve Şii gruplar arasında kısmi bir iç savaş devam ediyor ve terör eylemleri de sıklıkla yaşanabiliyor. Ayrıca Kürt bölgesinde halkın ve yabancı görevlilerin rağbet ettiği birçok güzel restoran da mevcut. İki gün boyunca ev sahiplerimizin misafirperverlikleri nedeniyle bu restoranlarda birbirinden güzel ve leziz yemekleri tatma fırsatı bulduk.

Lübnan Fransız Üniversitesi kampüsü

Dimitrie Kantemir Üniversitesi Rektörü ile

Bilkent Erbil Koleji

Ertesi gün katıldığımız konferansa Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nden iki Bakan’ın da katılması dikkat çekiciydi. Bölgesel yönetimin Tarım Bakanı ve Yüksek Öğretim Bakanı, konferansa gelerek konferansın açılış konuşmalarını yaptılar. Kürt bölgesinde Yüksek Öğretim için ayrı bir Bakanlığın kurulmuş olması önemli bir gelişme ve burada eğitime verilen önemi gösteriyor. KKTC için de konuşulan bu uygulama, Kürt halkı için çok faydalı olabilir; zira kaliteli yüksek eğitim hem bölgedeki sosyal sermayeyi geliştirecektir, hem de eğitim endüstrisinin kurumsallaşması sayesinde bu yolla ekonomik menfaatler elde edilebilir. Zaten Kürdistan bölgesinde daha şimdiden birçok kaliteli üniversite kurulmuş durumda.[7] Elbette bu üniversitelerin iyi standartlara ulaşmaları zaman alacaktır; ama bir yerden de başlamak gerekiyor. Türkiye’nin bu bölgedeki tek üniversitesi ise Fethullah Gülen cemaati tarafından kurulmuş olan Işık Üniversitesi imiş. Ancak Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişimi ardından yaşanan gerilimli süreçler nedeniyle bu üniversitede de son bir yılda çeşitli sorunlar oluşmaya başlamış. Buna karşın, üniversite henüz kapatılmamış ve Kürt ortağıyla birlikte eğitim faaliyetlerine devam ediyor. Bölgede Türkiye menşeli tek eğitim kurumu elbette bu okul değil; örneğin Bilkent Üniversitesi’nin kurduğu özel bir orta öğretim kurumu olan Bilkent Erbil Koleji’nde de son derece kaliteli eğitim verildiği belirtiliyor. Konferansın düzenlendiği Lübnan Fransız Üniversitesi de yaklaşık 10 yıl kadar önce kurulmuş bir özel üniversite ve bu kurumun da hızla geliştiği ifade ediliyor. Eğitim dili Kürtçe ve İngilizce olan bölümlerin dışında, burada Fransızca dil eğitimi verilen bir bölüm de mevcut. Konferans, gün boyu devam eden bildiriler ve sunumlarla son derece başarılı bir şekilde tamamlandı ve herkes buradan gayet memnun ayrıldı. Konferansa 5-6 farklı ülkeden 12 kadar akademisyen katılmıştı. Konferansın katılımcıları arasında Romanya’daki Dimitrie Kantemir Hıristiyan Üniversitesi’nin Rektörü de vardı. Ayrıca KKTC’de yetiştirdiğim öğrencilerin şimdi Lübnan Fransız Üniversitesi’nde asistan, akademisyen ve yönetici olmaları da beni son derece mutlu etti. Bu şekilde eğitimde verdiğimiz emeklerin boşa gitmediğini ve bir halkın gelişimine katkı sunduğunu görmek, bir akademisyen için en büyük mutluluk olsa gerek.

Erbil’deki Irak Türkmen Cephesi merkezinde

Konferansın ardından Erbil’de Irak Türkmen Cephesi merkezini de ziyaret etme fırsatı buldum. Burada görüştüğüm yetkililer, Türkmenlerin Kürtlerle bu bölgede barış içerisinde yaşadıklarını, ancak eğitim ve sağlık hizmetleri konusunda Türkiye’den daha fazla yardım beklediklerini ifade ettiler. Bu konuda Türkiye üniversitelerinden Türkmen öğrencilere burs sağlanması talebi de sıklıkla dile getirilen bir konu oldu. Bu alanda Türkiye üniversitelerinin çok daha aktif olmaları mümkün; her Türkiye üniversitesi bir Türkmen ve bir Kürt öğrenciye burs verirse, bu durum, yıllar içerisinde binlerce Türkiye dostu Türkmen ve Kürt öğrencinin yetişmesi anlamına gelecektir. Zira şu bir gerçek ki, bu coğrafyada birlikte yaşamaya mahkûm olan Türkler, Kürtler ve Türkmenler, iyi geçinmenin yollarını aramak ve bulmak zorundalar.

Kürdistan ziyaretimde görüştüğüm akademisyen ve yetkililer, bölgedeki siyasi durumla ilgili de çeşitli bilgiler verdiler. Bir süredir kapalı olan parlamentonun bir ay içerisinde yeniden açılması ve Eylül ayında bağımsızlık referandumunun düzenlenmesi en sık konuşulan konulardı.[8] Bölgede Barzani-Talabani yanlıları arasındaki tatlı rekabet halen devam ederken, Kürtlere ait bağımsız bir devlet kurma düşüncesi bu rekabeti biraz olsun yatıştırıyor denilebilir. Ancak son dönemde Mesut Barzani ve ailesinin Kürt siyasetinde çok öne çıkması, diğer grupları halen bile rahatsız edebiliyor. Barzani’nin bağımsızlık istediği ve bunun kendi liderliği altında olmasını talep ettiği çok açık; ama bu konuda hala tereddütler var. En önemli konu ise, kuşkusuz Türkiye, İran ve ABD gibi bölgede etkili olan ülkelerin bu konuda verecekleri tepki. CFR analisti Steven Cook’un da belirttiği üzere[9], bu konuda koşullar olgunlaşmaya ve rüzgâr Kürtlerin lehinde esmeye başladıysa da, bölgede Türkiye’den habersiz ve izinsiz böyle bir işe girişmek çok riskli olacaktır. Türkiye’nin tavrının ne olacağı ise henüz tam olarak öngörülemiyor; zira AK Parti hükümetiyle çok yakın ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkiler tesis edilmiş olsa da, özellikle seçim ve referandum dönemlerinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere bazı Türk siyasetçilerince kullanılan Türk milliyetçisi söylem ve argümanlar, bölgede korkulara neden olabiliyor. Ayrıca petrol anlaşması ve maaş krizi sonrasında Irak merkezi hükümeti ile (Bağdat) ile köprülerin atılmış olmasının da bağımsızlık yönünde aslında bir altyapı sağladığı ve faydalı olduğu söylenebilir. Çünkü bu sayede ekonomik açıdan kendi ayakları üzerinde durmaya başlayan Kürdistan Bölgesel Yönetimi, son dönemde yaşanan zorluklara rağmen kesinlikle çökmekte olan bir ekonomik yapı görünümünde de değil. Hatta bölgedeki restoranların son derece pahalı olduğu ve dolarla çalıştıkları da bu noktada belirtilebilir. Devlet görevlilerinin maaşlarında aksamalar yaşansa da, özel sektör, Türkiye’nin de desteğiyle hızla gelişiyor ve bölgede sürekli yeni inşaatlar yapılıyor. Yeni kurulan işler de var; hatta bölgede binlerce Türkiye’den gelen Türk ve Kürt de farklı işlerde çalışıyorlar.  Ayrıca Hindistan, Bangladeş ve Suriye kökenli çalışanlar görmek de mümkün. Türkiye’nin gücünün farkında olan Kürtler, büyük ağabeyleri ile kuşkusuz iyi geçinmek istiyorlar. Ama senelerdir yaşanan terör olgusu nedeniyle, toplumlar arasında mutlak güven ilişkilerinin kurulması biraz daha zaman alacak gibi gözüküyor.

Sonuç olarak, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Erbil şehrine yaptığım ziyaretin son derece öğretici olduğunu söylemeliyim. Olayları sadece kitaplardan okumamak ve tarihe tanıklık etmek için, akademisyen ve araştırmacıların kesinlikle farklı ülkeleri gezmeleri ve insanlarla doğrudan konuşabilmeleri gerekiyor. Zor ekonomik koşullarımıza karşın, Türkiyeli akademisyenler olarak bu konuda iyi bir noktada olduğumuzu ve hocalarımızın açtıkları yoldan yeni nesil akademisyenlerin de aynı doğrultuda ilerlediklerini belirtmek isterim.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder