Sayfalar

17 Mart 2017 Cuma

Daniel Pipes’tan ‘Radikal İslam Tehdidi ve Doğu Akdeniz’in Geleceği’ Konulu Sunum


Amerikalı tarihçi ve siyasal analist Daniel Pipes (1949-)[1], kendi çizgisinde önemli faaliyetler gerçekleştiren bir akademisyen ve düşünürdür. Pipes’ın kurucusu olduğu Middle East Forum[2]Middle East Quarterly dergisini yayınlamakta ve Islamist Watch, Campus Watch ve The Legal Project gibi projelere de sponsorluk yapmaktadır. Pipes, İslamcılık karşıtı ve ABD’de Cumhuriyetçi Parti’ye ve İsrail’e yakın bir düşünür olarak tanınmıştır. Pipes, her konuda fikrine katılmasam da, benim de zaman zaman görüşlerine başvurduğum değerli bir akademisyendir.[3] Pipes, geçtiğimiz günlerde İsrail merkezli düşünce kuruluşu BESA Center’ın[4] düzenlediği bir etkinlikte “The Threat of Radical Islam and the Future of the Eastern Mediterranean” (Radikal İslam Tehdidi ve Doğu Akdeniz’in Geleceği) konulu bir sunum gerçekleştirmiştir.

Pipes’ın konuşması

Daniel Pipes, Doğu Akdeniz’in dünya siyasetinde önemli bir bölge olduğunu ve İslamcılık ideolojisi ve İslamcı hareketlerin de bu bölgeyi anlamak açısından incelenmesi gerektiğini söyleyerek konuşmasına başlamaktadır. Pipes, “Doğu Akdeniz” kavramıyla, Yunanistan’dan başlayıp Libya’ya kadar uzanan coğrafi bölgeyi kastettiğini belirtmektedir. Bu bölgede yer alan ülkeler; Yunanistan, Türkiye, Suriye, Lübnan, Kıbrıs, İsrail, Mısır ve Libya olarak sıralanabilir. Pipes’a göre; dünya siyasetinde 500 yıl aradan sonra yeniden önem kazanmaya başlayan bu bölgede, Batı dünyasının modernizm, demokrasi, laiklik, barış ve tolerans gibi “en iyi” değerleri ile Doğu dünyasının otoriterlik, teokrasi, terörizm, hoşgörüsüzlük, köktendincilik (radikalizm) ve sürekli çatışma gibi “en kötü” değerleri arasında bir mücadele yaşanmaktadır. İslamcılık, bu tablodaki tek önemli konu değildir. Bu bölgede aktif olan güçler ise (en etkisizden etkiliye doğru sıralandığında); politikalarında etkisiz ama bu bölgede köklü bir geleneği olan Avrupa Birliği (AB), eski gücünü kaybeden Rusya, son yıllarda bu bölgede etkisiz olmaya başlayan ama bölgeye yeniden dönebileceğinin sinyallerini veren Amerika Birleşik Devletleri ve son yıllarda yaptığı yatırımlarla sessiz bir şekilde bölgede etkili olmaya başlayan Çin Halk Cumhuriyeti’dir. Pipes, bölgenin son dönemde yapılan enerji keşifleri sayesinde enerji politikaları açısından da önem kazanmaya başladığına dikkat çekmekte ve bölgede İkinci Dünya Savaşı’ndan beri en büyük mülteci krizinin son yıllarda Suriye iç savaşına bağlı olarak geliştiğini dinleyicilere hatırlatmaktadır.

Bu girişin ardından, Daniel Pipes, uzmanlığı olan İslamcılık konusuna odaklanmaktadır. Pipes, bölge ülkelerini İslamcılığı ihraç eden ve ithal eden olarak ikiye ayırmaktadır. Pipes’a göre; Türkiye, Suriye, Lübnan, Mısır ve Libya İslamcılığı ihraç eden ülkeler, Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail ise İslamcılığı ithal eden ülkeler durumundadır. Pipes, Türkiye’de kurucu lider Mustafa Kemal Atatürk’ün reformlarını sevmeyenlerin son yıllarda bir siyasi isyan başlattığını ve bunun bir anlamda Osmanlı İmparatorluğu’nun barışçıl yöntemlerle canlandırılması yönünde Türkiye’nin yeni bir hak iddiası anlamına geldiğini belirtmektedir. Türkiye’nin bölgede Yunanistan, Kıbrıs, Libya, İsrail ve Suriye gibi ülkelerle yaşadığı sorunlar ve bazı ülkelerde artan etkisinin temelinde işte bu yaklaşım bulunmaktadır. Pipes, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çok yetenekli bir politikacı olduğunu ve ülke siyasetini domine etmeye devam edeceğini (referanduma sunulan Başkanlık sisteminin geçeceğini ve zaten fiiliyatta var olan durumu resmileştireceğini) iddia etmekte, ancak Erdoğan’ın içerideki başarısının dış politikaya yansımayacağını düşünmektedir. Erdoğan’ın birçok açıdan Irak’ın devrik lideri Saddam Hüseyin’e benzediğini düşünen Pipes, Saddam’ın da iç politikada çok başarılı ve hükmedici, ama dış politikada çok yanlışlar yapan (Kuveyt işgali vs.) bir lider olduğunu söylemektedir. Daha sonra Suriye konusuna geçen Pipes, bu ülkeyi yıllardır çalıştığını ve bu ülkedeki temel meselenin azınlık durumunda olan Alevi-Nusayri nüfusla çoğunluk durumundaki dindar Sünni çoğunluk arasındaki rekabet olduğunu düşündüğünü, ancak birçok meslektaşının asıl meselenin kentli nüfus-kırsal nüfus arasındaki farklar olduğu konusunda ısrarcı olduklarını dinleyicilere hatırlatmaktadır. Pipes, 2011 yılında başlayan ayaklanmanın kendisini haklı çıkardığını ve bunun bir Sünni İslamcı isyan olduğunu iddia etmektedir. Suriye’de sahada 4 farklı gücün olduğunu belirten Pipes, bunları IŞİD, Beşar Esad rejimi, Sünni isyancılar ve Kürtler olarak sıralamaktadır. Suriye’de IŞİD ve Esad rejimi dışında tüm güçlerin birbirleriyle savaş halinde olduğuna dikkat çeken Pipes, Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruyabilen bir ülke olarak yola devam etmesinin bundan sonra çok zor olduğunu belirtmektedir. Aynı durumun Irak için de geçerli olduğunu söyleyen Pipes, 100 yıl kadar önce Sykes-Picot Antlaşması ile kurulan bu iki ülkenin artık fiiliyatta bölündüğünün altını çizmektedir. Bu iki ülkede de Kürt bölgelerinin, İran destekli ve devlet kontrolündeki rejim bölgelerinin ve İslamcı (Sünni) ayaklanma bölgelerinin olduğunu anımsatan Pipes, bu ülkelerin birliğinin sağlanmasının artık çok zor olduğunu düşünmektedir. Daha sonra Lübnan’ı analiz etmeye başlayan Pipes, Lübnan’da Hıristiyan (Maronit) gruplarla Hizbullah ve radikal Şii gruplar arasında garip bir koalisyon olduğunu vurgulamakta ve Suriye’den gelen göç dalgasının da az nüfusu olan bu ülkedeki demografik yapıyı 1/3 oranında arttırdığını söylemektedir. Lübnan’da etkisiz ve zayıf bir hükümetin ama canlı bir sivil toplumun olduğunu iddia eden Pipes, şimdiye kadar ayakta kalmayı başaran bu ülkeyi zorlayacak konunun daha fazla mülteci gelmesi olduğuna dikkat çekmektedir. Daha sonra Mısır’ı analiz etmeye başlayan Pipes, bu ülkede ordunun siyasal hayattaki önemine dikkat çekmekte, ancak ordu kontrolünde Mısır’ın geçen yıllar içinde daha fakir bir ülkeye dönüştüğünü söylemektedir. Hüsnü Mübarek’in 30 yıllık otokratik yönetiminin 2011 yılındaki devrimle sona erdiğini hatırlatan Pipes, daha sonra kurulan Müslüman Kardeşler (İhvan) ve Muhammed Mursi iktidarının ise General Abdülfettah el Sisi’nin 2013 yılında yaptığı darbeyle sona erdiğini anlatmaktadır. General Sisi’nin Mısır’da Devlet Başkanı olduktan sonra Hüsnü Mübarek’ten bile daha katı bir rejim kurduğunu ve İslamcılara yönelik büyük baskı politikaları uyguladığını belirten Pipes, -kendisi de İslamcılık karşıtı olmasına rağmen- Sisi’nin ekonomiden çok İslamcılarla mücadeleye zaman ayırmasının ülkesi adına zararlı olabileceğine dikkat çekmektedir. Sisi’nin başarısız olması durumunda İslamcıların iktidara geri geleceğini ve bu defa uzun süre iktidarda kalabileceklerini söyleyen Pipes, bu nedenle Sisi’nin önceliklerini iyi ayarlaması gerektiğini belirtmektedir. İslamcılık ihraç eden ülkeler arasında son olarak Libya’ya odaklanan Pipes, bu ülkede Kaddafi’nin devrilmesi sonrasında ikili hükümet yapısının ortaya çıktığını ve ülkede büyük bir istikrarsızlık olduğunu vurgulamaktadır.

Daha sonra İslamcılık ihracına maruz kalan ülkeleri incelemeye başlayan Daniel Pipes, ilk olarak Yunanistan’ın durumunu gözden geçirmektedir. Bu ülkedeki temel meseleleri etkileri azalan ama devam eden ekonomik kriz, siyasal kutuplaşma ve Suriyeli mülteci krizi olarak sıralayan Pipes, Yunanistan’ın kendi ekonomik ve siyasal politikalarını belirleyebilen bir ülke olmadığına dikkat çekmektedir. Daha sonra Kıbrıs konusuna geçen Pipes, adanın iki toplum (Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler) arasında yıllar önce bölündüğünü hatırlatmakta ve Kıbrıs’ın Suriyeli mülteci krizinden -bu ülkeye çok yakın olmasına karşın- hiç etkilenmemesini şaşılacak bir konu olarak öne çıkarmaktadır. Son olarak İsrail’in durumunu analiz eden Pipes, İsrail’i “ormanda bir villa” olarak tanımlayan Ehud Barak’ın bir sözünü hatırlatarak, İsrail’in bölgedeki özel konumuna dikkat çekmektedir. İran nükleer programı ve İslamcı hareketler gibi tehditlerin halen geçerli olmasına karşın, Filistinlilerin İsrail’in güvenliği için gerçek bir tehdit olmadığını ve İsrail’de Suriye mülteci krizinin etkilerinin de görülmediğini belirten Pipes, İsrail’in bölgesinde bir “süper güç” haline geldiğini belirtmektedir. İsrail’in bölgede geleceğini kontrol edebilen tek devlet olduğunu söyleyen Pipes, Kıbrıs başta olmak üzere bölgedeki diğer ülkelerin de İsrail’den öğrenebilecekleri pek çok şey olduğuna vurgu yapmaktadır.

Pipes’ın konuşmasının bir değerlendirmesini yapmak gerekirse; bölgedeki gelişmeleri 15 dakika gibi kısa bir sürede çok iyi özetlediği, ancak bu bölge politikalarını ABD ve Rusya’nın politikalarından bağımsız ele almasının ciddi bir eksiklik olduğu söylenebilir. Örneğin, İslamcı politikaları çok eleştirilen Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı dönüşümü ABD ile müttefikliğinden bağımsız olarak değerlendirmek kanımca önemli bir hatadır. Irak Savaşı’na oluşan tepkilerin de etkisiyle, ABD, Barack Obama’nın Başkanlığı döneminde Türkiye’deki İslamcı hükümetleri aktif bir şekilde desteklemiştir. Keza bugün Suriye’de yaşanan iç savaş ortamında ABD ve Rusya’nın bölgesel politikalarının etkili olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Dolayısıyla, Türkiye’deki hükümetin içerideki otoriter girişimlerini eleştirmek haklı olsa da, dış politikada müttefiklerle (Avrupa ülkeleri ve ABD) birlikte başlatılan hamlelerin sorumluluğun sadece Türkiye’ye yüklenmesi, hakkaniyet prensibiyle bağdaşmamaktadır. Ayrıca Türkiye’nin halen laik bir devlet olarak kalmaya çalıştığı da bu noktada gözden kaçırılmaktadır.


Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


[1] Web sitesi için; http://www.danielpipes.org/. Yazılarının Türkçe çevirileri için; http://tr.danielpipes.org/. Hakkında bilgiler için; https://tr.wikipedia.org/wiki/Daniel_Pipes.
[3] Daha önce kendisiyle yapmış olduğum bir mülakat için; http://politikaakademisi.org/2013/08/27/profesor-daniel-pipesla-mulakat/.
[4] Web sitesi için; https://besacenter.org/.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder