Sayfalar

7 Şubat 2017 Salı

CFR Raporu: ABD-İsrail İlişkilerini Düzeltmek


Council on Foreign Relations (CFR) uzmanlarından Amerikalı diplomatlar Robert D. Blackwill[1] ve Philip H. Gordon[2], 2016 yılı Kasım ayında “Repairing the U.S.-Israel Relationship” (ABD-İsrail İlişkilerini Düzeltmek)[3] başlıklı yeni bir rapor yayınlamışlardır. Bu yazıda, 48 sayfalık ve ABD Başkanı Donald Trump dönemine yön verebilecek ABD’nin yeni İsrail politikasını inceleyen bu rapordan önemli bölümler özetlenecektir.

Giriş
ABD-İsrail ilişkileri, bir süredir oldukça sorunlu bir hal almaya başlamıştır. Bunun sebebi, Barack Obama ve Benyamin Netanyahu arasındaki kişisel kimya değildi. Bu sorun, İran nükleer programı konusunda yaşanan görüş ayrılığına da indirgenemezdi. Asıl sorun, iki ülkenin Orta Doğu politikalarında ciddi anlaşmazlıklar yaşamaları ve demografik ve siyasi değişimlerin de iki ülkeyi birbirinden ayrıştırmasıdır. Dolayısıyla, her iki ülkede de giderek artan sayıda kişi, bu ilişkileri eleştirel bir gözle incelemektedir. Kanaat önderleri ve politika yapıcıların çabaları olmazsa, bu durumun artarak devam etmesi beklenmektedir. Her ne kadar iki ülke arasındaki işbirliği her halükarda devam edecek olsa da, böyle bir durumda ABD ve İsrail'in benzer stratejik perspektifleri, kültürel eğilimleri, karşılıklı hayranlıkları ve ortak demokratik diğerleri giderek aşınacaktır. Lakin iki ülke arasındaki sorunlar yeni başlayan meseleler de değildir; İsrail’in kurulduğu Harry Truman döneminden beri devam eden sorunların farklı bir boyuta taşınmasıdır. Ancak sorunların artarak devam etmesi, iki ülke ilişkileri ve bölgesel politikalar açıdan büyük riskler taşımaktadır. İsrail, her ne kadar kendi kendini koruyabilecek kapasitede olduğunu iddia etmesine karşın, ABD’nin askeri ve diplomatik desteğine halen büyük ölçüde muhtaçtır. 1979 Camp David Antlaşması’ndan beri, ABD, İsrail’e yaklaşık 100 milyar dolarlık savunma yardımı yapmıştır. ABD’nin İsrail’e olan siyasi desteği ve diğer başkentler ve uluslararası organizasyonlar üzerinde İsrail’i yaptırım ve eleştirilerden korumak için uyguladığı baskı ise maddiyatla ölçülemeyecek kadar değerlidir. İsrail, isterse ABD politikalarını eleştirmeye devam edebilir; ancak bu durum İsrail’in düşmanlarını cesaretlendirecek ve bu ülkenin meşruiyet ve güvenliğini tehlikeye atacaktır. ABD de bu ilişkiden büyük faydalar sağlamaktadır. ABD, İsrail sayesinde dünyanın en istikrarsız coğrafyasında güvenilir bir partnere sahip olmakta ve terörizm ve bölgesel politikalar konusunda İsrail’in istihbarat desteğinden faydalanmaktadır. ABD’nin askeri teknoloji, istihbarat, karşılıklı eğitim programları ve sibergüvenlik açısından da İsrail’le ilişkileri üst düzeydedir. Nüfusu çok kalabalık olmamasına karşın, İsrail, ABD açısından bölgedeki en büyük yatırımcıdır. Dahası, Amerikan ihracatı açısından bölgedeki en büyük 3. pazar ve ileri teknoloji alanında önemli bir araştırma ortağıdır. İlişkilerde gelişen yapısal bazı sorunlar nedeniyle, tüm meseleleri bir anda düzeltmek kolay değildir. Ancak zaman içerisinde, ilişkileri daha iyi bir seviyeye getirmek, iki ülke yönetimi ve halklarının da desteğiyle, gayet mümkündür. Bu raporda, ABD-İsrail ilişkilerine dair 6 temel politika önerisi sunulmaktadır. Bu öneriler şu konulardadır:
  1. ABD’nin değişen Orta Doğu’daki yeni stratejik vizyonunu oluşturmak için Filistin Sorunu’nu ele alması ve ikili stratejik diyalog oluşturması bağlamında yeni bir çerçeve oluşturmak.
  2. İsrail’in güvenlik endişelerini gidermek ve ABD’ye olan güvenini arttırmak için askeri teknoloji (geliştirilmiş füze sistemi, anti-tunnel ve sibergüvenlik) 2016 yılı Eylül ayındaki savunma mutabakatına uygun işbirliğini geliştirmek.
  3. İran nükleer anlaşmasının faydaları konusundaki tartışmaların ötesine geçerek, İran’ın anlaşma koşullarına uymaması veya anlaşmanın süresinin dolması durumunda izlenecek yaptırım ve yöntemleri belirlemek.
  4. İran’ın bölgesel hegemonik politikalarına karşı nasıl bir çevreleme politikası oluşturulacağını belirlemek.
  5. Filistinlilerin günlük hayatlarının iyileştirilmesi ve iki devletli çözümün gerçekleşmesi için gerekli önlemleri almak.
  6. Ekonomik işbirliğini -ticaret, yatırım, enerji, inovasyon alanlarında- ve İsrail’in bölgeye entegrasyonunu geliştirmek.
Stratejik Farklılığın Tehlikesi
ABD-İsrail ilişkilerindeki en temel sorun; İsrail’in güvenliği ve hatta varlığı konusunda iki ülke arasında farklılaşmaya başlayan bakış açılarıdır. Uzun yıllar boyunca, İsrail’in Arap Orduları karşısında askeri ve istihbarat açısından güçlü olması ABD için en temel faktör olmuştur. Dolayısıyla, ABD, bu ülkeye giderek artan ölçüde askeri destek vermiştir. Bu durum, Barack Obama döneminde de değişmemiştir. Güvenlik alanındaki işbirliği, ABD’nin İsrail’e yapacağı F-35 satışları ve birçok diğer anlaşmayla derinleşerek devam etmektedir. Ancak İsrail’in günümüzdeki güvenlik algısı Arap Ordularından gelen tehditler üzerine kurulu değildir; bunun yerine, yayılmacı ve nükleer silaha ulaşma potansiyeli olan İran, giderek artan devlet-dışı bölgesel aktörler ve terör örgütleri bu ülke açısından temel tehditlerdir. Son dönemde İran nükleer programı konusunda yaşanan tartışmalar bunun en belirgin örneğidir. Bu iki ülke, her ne kadar İran’ın nükleer güce ulaşmaması konusunda aynı görüşte olsalar da, bunun nasıl yapılacağı konusunda ciddi görüş ayrılıkları yaşamışlardır. Obama, bu konuda İran’ın nükleer silahlara ulaşmasını engelleyecek ve diplomatik açıdan yapılabilecek en iyi anlaşma ile yetinmek isterken, Netanyahu için mesele sadece nükleer silahlar değil, genel olarak İran’ın nükleer (uranyum zenginleştirme) programını engellemek ve bu uğurda her yolu kullanmak şeklindedir. Bu siyasi farklılık ise son derece hazin tablolara neden olmuş ve İsrail Başbakanı, ABD Başkanı’nı ABD Kongresi’nde açıkça eleştirmiştir. Bu durum, Amerikalı Yahudileri de çok zor bir duruma sokmuştur; zira Amerikan Yahudileri, Yahudi Devleti’nin lideri ile Amerikan Devleti’nin lideri arasında seçim yapmak durumunda bırakılmışlardır. ABD, IŞİD gibi başka tehlikeler karşısında İran konusunda daha “bekle ve gör” yanlısı politikalara eğilimliyken, İsrail’in Washington Büyükelçisi Ron Dermer’in de ifade ettiği üzere, “İsrail için İran, IŞİD’den 1000 kat daha tehlikelidir”. Zira İsrail Devleti ve kamuoyu, İran’ın nükleer programını varoluşsal bir tehdit olarak görmektedir. İran’la yapılan nükleer anlaşma taraflara zaman kazandırsa da, aslında iki ülkenin bakış açılarındaki farklılık halen devam etmektedir. Zira ABD’nin İran’la müzakere masasına oturması ve diplomatik anlaşma yapması, İsrail için kendisini tanımayan ve yayılmacı bir düşmanın meşrulaşması anlamına gelmektedir. İran’ın desteklediği Lübnan Hizbullah’ının İsrail’e yönelttiği füzeler de düşünüldüğünde, İran’ın bölgede güç geçtikçe artan gücü, İsrail açısından istenmeyen bir faktördür. Bu konuda İsrail ile Arap devletleri arasında da bir fikir birliği oluşmaya başlamış ve Obama yönetiminin uzlaşmacı tavrı eleştirilmiştir.

İsrail ile ABD arasında Mısır’a bakış konusunda da çeşitli farklılıklar oluşmaya başlamıştır. Orta Doğu’nun bu kadar karmaşık olduğu bir dönemde Mısır’da Sisi yönetiminin insan hakları ve demokrasi ihlallerini Washington’ın sıklıkla gündeme getirmesi, İsrail yönetiminin doğru bulduğu bir tavır değildir. Artan İran tehdidine karşı Mısır’ın güçlendirilmesi gerektiğini düşünen İsrail, ABD’nin bu ülkeye eleştirel yaklaşımından hiç de hoşnut değildir. İsrail, Mısır konusunda istikrarın demokrasiye tercih edilmesi gerektiğine inanmaktadır. Zira Abdülfettah El Sisi, Mısır tarihindeki en İsrail yanlısı politikacı olarak dikkat çekmekte ve İsrail ile güvenlik işbirliğine büyük önem vermektedir.

ABD ile İsrail’in Suriye politikalarında da farklılıklar söz konusudur. İsrail, bu ülke konusunda da istikrarı demokrasiye ve caydırıcılığı insan haklarına tercih etmektedir. Washington için (Obama döneminde) Beşar Esad mutlaka devrilmesi gereken eli kanlı bir diktatörken, İsrail için tanıdık bir düşman ve adeta “kötünün iyisi”dir. Her ne kadar Obama yönetimi zaman geçtikçe Suriye’de rejim değişikliği yönündeki politikasını değiştirse de, rejim karşıtı güçlere olan desteğini tamamen kesmemiş ve bu durum, artan radikal İslami hareketler ve Esad sonrasında oluşması muhtemel kaotik ortam nedeniyle İsrail’in endişelerine neden olmuştur. Ancak İsrail açısından Suriye meselesi, aynı zamanda İran’ın ve Hizbullah’ın etkisini kırmak bağlamında da önemlidir. Buna karşın, Esad’ın uzaklaştırılmasının İslami radikal grupları güçlendireceği tezi halen daha ön plandadır. Nitekim İsrail Başbakanı Netanyahu, Rusya’nın Suriye’deki ABD yanlısı muhalif grupları da hedef alan askeri operasyonları karşısında eleştirel bir yaklaşıma girmemiştir. Bunun yerine, Rus lider Putin’le birçok defa görüşmüş ve onunla Esad’ın devrilmesini değil, Hizbullah’ın füze alımını engellemeyi müzakere etmiştir. Ancak İsrail’in Rusya ile gelişen bu yakın ilişkileri de, Rusya’nın yeniden Orta Doğu’ya dönmesini istemeyen Amerikalıları rahatsız etmektedir.

Son olarak, ABD-İsrail ilişkilerinin daha da gelişmesi açısından Filistin Sorunu da ciddi bir engeldir. Tüm engellere karşın, iki devletli çözüm dışında bir alternatif göremeyen Amerikan Devleti (Amerikan Yahudileri de dâhil olmak üzere), İsrail yerleşimleri konusunda çözüm yönündeki umutları engelleyecek politikaları desteklememektedir. Amerikan tarafı, iki devletli çözüm olmaması durumunda milyonlarca Filistinliyi İsrail Devleti’nin Amerikan-İsrail işbirliğinin temellerini oluşturan değerler dışında bir şekilde yönetecek hale gelmesi nedeniyle bu konuda endişelere kapılmaktadır. Bu nedenle, Obama yönetimi daha fazla İsrail yerleşimi konusunda çekinceli bir politika izlemiş ve bunun barışa engel olacağını savunmuştur. Ancak İsrail Devleti ve halkı, giderek artan bir şekilde iki devletli çözüme inanmamaktadır. Kalıcı bir barış anlaşmasına yıllardır ulaşılamaması nedeniyle, Hebrew Üniversitesi’nin bir araştırmasına göre, 2008 yılında yüzde 79 oranında olan iki devletli çözüme inanan İsrailliler, 2015 yılında yüzde 51’e kadar düşmüştür. Nitekim 20 yılın ardından ilk defa, İsrail kabinesinin çoğunluğu bugün Filistin Devleti’ne karşı olan Bakanlardan oluşmaktadır. Ayrıca İsraillilerin yüzde 88’i Filistinlilerin samimiyetle barış istediğine de inanmamaktadır. ABD-İsrail ilişkileri, Filistin konusunda özellikle yeni yerleşimler konusunda ciddi anlamda farklılaşmaktadır. Netanyahu yönetimi, yeni yerleşimleri katı bir şekilde desteklemekte ve bunun çözüm yönünde bir engel olmadığını savunmaktadır. Amerikan yönetimi ise, bunun iki devletli çözüme engel oluşturacağını iddia etmekte ve bu durumun Arap ve İslam dünyasında Filistinlilere yönelik bir “mağduriyet” algısı yarattığı için radikal İslamcı hareketleri güçlendirdiğine inanmaktadır. Ayrıca bu durum, ABD içerisinde ve dünya genelinde de İsrail’e olan desteği azaltmaktadır.

Ayrışan İki Toplum
Her iki ülkede de birbirlerine destek halen oldukça yüksek seviyelerde olsa da (2015 yılında İran nükleer anlaşması konusundaki kriz zamanında bile Amerikalıların yüzde 79’unun ve İsraillilerin yüzde 81’inin birbirlerini dost ve müttefik olarak gördükleri bir araştırma sonucu ortaya çıkmıştır), son yıllarda toplumlar arasında ciddi bazı farklılaşmalar da göze çarpmaktadır. İsrail Devleti ve toplumu son yıllarda iyice dindar ve milliyetçi bir hale gelirken, ABD’deki genç nüfus içerisinde İsrail’e yönelik sempati de azalmaktadır. İsrail konusunda Amerikan Yahudileri arasında da ayrışma yaşanmaktadır. Ultra-Ortodoks Haredi grupların İsrail’de bugün yüzde 11 seviyesine ulaşması ve yüksek doğum oranları nedeniyle 2030’da yüzde 18 seviyelerine ulaşacak olması, ilerleyen yıllarda yaşanabilecek sorunlar açısından not edilmelidir. Bu köktendinci grup ve mensupları, İsrail’i liberal demokratik değerlerden ve iki devletli çözümden iyice uzaklaştırmaktadır. Bu demografik değişim neticesinde, bugün İsrail tarihinin en sağcı hükümetlerinden birisi görev başındadır. 2015 genel seçimlerinde 120 sandalyeli Knesset’te sağ partiler 67 sandalye elde ederken, solun sandalye sayısı 53’e düşmüştür. Seçim sonrasında, Netanyahu, ultra-Ortodoks partilerle sağ bir hükümet kurmayı tercih etmiştir. İlerleyen aylarda Avigdor Lieberman’ın partisinin koalisyona dâhil edilmesi ve Savunma Bakanı yapılması, hükümetin sağ tonunu daha da belirgin hale getirmiştir.

Buna karşın, ABD’deki yeni nesiller arasında İsrail’e olan destek de son yıllarda giderek azalmaktadır. Üst yaş gruplarında İsrail, Arap devletlerinin saldırılarına uğrayan ve desteklenmesi gereken bir müttefik olarak görülürken, yeni nesil Amerikalılar açısından İsrail, bölgede zaten güçlü olan ve Filistinlileri mağdur eden bir devlet durumundadır. Bu nedenle, İkinci Dünya Savaşı sonrasında İsrail’e büyük destek veren üst yaş grupları etkilerini yitirdikçe, İsrail’e olan ABD’deki destek de azalmaktadır. Buna rağmen, ABD’de tüm yaş gruplarında İsrail’e olan destek Filistinlilere kıyasla daha yüksektir. 36 yaş altı gruplarda ise fark en az seviyeye (yine de İsrail lehine yüzde 16 daha fazla) inmektedir. 70 yaş üstü gruplarda fark yüzde 50, 52-70 yaş grubunda ise yüzde 47 dolaylarındadır. Bu durum, sadece genel bir gençlik-yaşlılık farkıyla da izah edilemez. Zira 10 yıl kadar önce, Amerikan gençleri İsrail’e yaşlılara kıyasla daha fazla sempati besliyorlardı. Demokrat Parti açısından bu fark daha da belirgindir. Hatta Amerikan Yahudileri arasında bile Filistinlilere yönelik olarak empati yapan ve destek verenler artmaktadır. Örneğin, 2017 Başkanlık seçimlerinde Demokrat Parti Başkan aday adayı olan Vermont Senatörü Yahudi siyasetçi Bernie Sanders, Filistinlilere yönelik barışçıl mesajları ve İsrail ve ABD yönetimine yönelik eleştirileriyle gençlerden ve hatta Yahudi gençlerden büyük destek almayı başarmıştır. ABD’de İsrail’e olan destek geleneksel olarak Evanjelist (Evanjelik) gruplarda ve Yahudilerde daha fazla, Hispanik, Asyalı Amerikalı ve Afrikalı Amerikalı gruplarda ise daha düşüktür. Örneğin, Hispanik Amerikalıların çoğu, ABD’nin Filistin-İsrail Sorunu’nda tarafsız davranması gerektiğini düşünmektedir. Afrikalı Amerikalıların çoğu da bu çizgidedir. Hatta Sanders örneğinde görüldüğü üzere, Amerikan Yahudi toplumunda da son yıllarda İsrail’e olan bakış açısı değişmekte ve çeşitlenmektedir. Son yıllarda birçok Amerikan Yahudisi, İsrail’in demokratik bir devlet olarak kalabileceğinden endişe etmekte ve Filistinlilere yönelik politikaları eleştirmektedir.

ABD-İsrail ilişkilerine ABD’deki siyasal partiler açısından bakıldığında ise, Cumhuriyetçilerin yüzde 76’sı, Demokratlarınsa yüzde 49’u İsrail’le ilişkileri “çok önemli” olarak değerlendirmektedir. Bu anlamda, Cumhuriyetçilerin İsrail’e olan desteği çok daha yüksektir. İran nükleer anlaşması konusunda da bu durum tescil edilmiştir. Anlaşmaya olan destek Kongre’deki Demokratlarda yüzde 90 oranlarındayken, Kongre’deki Cumhuriyetçilerde bu oran yüzde 0 düzeyindedir. İki parti üyelerinin oluşturduğu kamuoyu oranlarına bakıldığındaysa; anlaşmaya muhafazakâr Cumhuriyetçilerin yüzde 82’si ve liberal Cumhuriyetçilerin yüzde 58’i karşı çıkarken, muhafazakâr Demokratların yüzde 48’i ve liberal Demokratların yüzde 74’ü anlaşmayı desteklemiştir. Bu bağlamda, İsrail’e olan destek konusunda hem partiler, hem de liberal ve muhafazakâr gruplar arasında bir ayrışma olduğu tespiti yapılabilir.

Sorunları Aşmak İçin Pratik Bir Gündem
Orta Doğu’da yaşayanlar, Amerikalılara sık sık tarihi yüzyıllar ve binyıllar olarak değerlendirdiklerini ve on yıllık dönemlere bakmadıklarını hatırlatırlar. Bu nedenle, İsrail Başbakanı Netanyahu, İran nükleer anlaşmasını “bir ulusun yaşamındaki bir göz kırpma anı” olarak değerlendirmiştir. Kudüs ve Washington’daki siyasi elitler, iki ülke arasındaki yapısal temelli sorunları aşmak için çok az şey yapabilirler. Ancak iki taraf arasında güven tesis etmek, gereksiz tartışmaları önlemek, bu ilişkilere dair taahhütlerini göstermek, ortak ulusal çıkarlar etrafında birleşmek ve birbirlerini daha anlayışlı ve dikkatli dinlemek yönünde çabalar kolaylıkla yapılabilir. İlişkileri geliştirmek için sihirli bir formül olmasa da, 2017 Ocak ayından başlayarak 6 konuda bu raporda vurgulanan politika önerileri dikkate alınabilir.

İlişkileri Yeni Bir Çerçevede Değerlendirmek: 8 yıllık tartışmaların ve iki ülke lideri arasındaki kişisel polemiklerin ardından, ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Netanyahu’yu birkaç ay içerisinde ikili ilişkileri dürüstçe değerlendirmek için Camp David’e davet etmelidir. Orta Doğu’daki karmaşık ve kaotik düzlemde, iki ülkenin ilişkilerini yeniden değerlendirmesi ve stratejik ittifaklarını güncellemesi son derece faydalı olacaktır. İsrail’in Arap komşularıyla ilişkilerini geliştirmesi ve Filistin Sorunu’nda ortak bir yol haritası belirlenmesi, bu hususta en önemli konulardır. Her şeyden önce, ABD’nin yeni yönetimi Orta Doğu’da kalıcı olduklarının altını çizmelidir. Bu bağlamda, İran’ın Suriye, Lübnan, Yemen ve Körfez ülkelerinde artan gücünü dengelemek, Irak, Suriye ve Libya’da IŞİD’i mağlup edebilmek için kaynakları genişletmek, İsrail ve Mısır’la bölgesel güvenliği üçlü olarak çalışmak, Arap monarşileri ve Mısır’a iç güvenlikleri ve istikrarları konusunda güven telkin etmek, Ürdün’e yönelik ekonomik ve güvenlik yardımlarını arttırmak ve bölgedeki Rus etkisini azaltmak gibi konular da gündeme gelmelidir. Bu doğrultuda, iki lider, güvenlik alanındaki stratejik kanalların kurumsallaştırılması yönünde çaba sarf etmelidirler. Bu kanallarda mutlaka İran masası da yer almalıdır.

Savunma İşbirliğini Genişletmek: Aralarındaki görüş farklılıklarına rağmen, iki ülke lideri Obama ve Netanyahu arasında 2016 yılı Eylül ayında imzalanan yeni ve uzun süreli askeri yardımlaşma anlaşması, savunma işbirliği konusunda genel çerçeveyi belirlemiştir. Bu anlaşmaya göre, ABD, İsrail’e gelecek 10 yıl boyunca her sene 3,3 milyar dolar finans desteği sağlayacak ve füze savunma sistemi için de 500 milyon dolar daha yardım yapacaktır. Trump ve Netanyahu, ilk buluşmalarında bu anlaşmaya bağlı olduklarını göstermelidirler. Anti-tunnel teknolojisi konusunda işbirliği de burada kararlaştırılan konulara dâhil edilmelidir. Sibergüvenlik de ihmal edilmemesi gereken bir diğer önemli konudur.

İran Nükleer Anlaşmasını Yürütmeye Odaklanmak: İki ülke ilişkileri açısından bir diğer önemli politika önerisi, İran nükleer anlaşmasının özünü tartışmak yerine, bu anlaşmanın sağlıklı bir şekilde yürütülmesi için gayret göstermek olmalıdır. İsrail’in itirazlarına karşın, anlaşma P5+1 ülkelerinden destek almış ve onaylanmıştır. Dolayısıyla, anlaşmadan caymak, İsrail ve ABD’yi uluslararası platformlarda zor duruma düşürecektir. Ayrıca böyle bir durumda, İran, uranyum zenginleştirme programı sayesinde nükleer enerjiyi nükleer silah yapımına dönüştürmek için aradığı gerekli bahaneyi de bulmuş olacaktır. ABD, bu konuda İsrail’i yatıştırmak için birçok şey yapabilir. İlk olarak, ABD, İran’ın nükleer programını yakından takip ederek, bunun İsrail’e zarar verebilecek nükleer silah yapımına yönelmeyeceğinden emin olunmasını sağlayabilir. İkincisi, ABD, İran’ın anlaşma koşullarına uymaması durumunda kendisine yönelik kapsamlı yaptırımlara yönelebileceğini kararlılıkla gösterebilir. Bunun için, olası ek yaptırımlar konusunda, ABD, İsrail’le beraber ön hazırlık yapmalıdır. Üçüncüsü de, ABD, İsrail’i yatıştırmak için İran nükleer programı konusunda Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı gibi uluslararası yapıların iyi çalışmasını sağlayabilir.

İran’ın Bölgesel Hedeflerini Kontrol Altına Almak: ABD ve İsrail, Trump döneminde İran’ın bölgesel hedeflerini kontrol altına almak konusunda da yardımlaşmalıdırlar. İsrail’in nükleer anlaşmanın uzun vadede İran’ın nükleer silaha ulaşmasını engelleyemeyeceği yönündeki endişeleri nedeniyle, ABD’nin yaptırımlar konusunda İsrail’e güven telkin etmesi gerekmektedir. Zaten nükleer anlaşmaya rağmen, ABD ile İran arasında bir normalleşme henüz söz konusu olmamıştır. İki ülke arasında ticaret yapmak neredeyse imkânsızdır. Trump döneminde de bunun değişmesi mümkün gözükmemektedir. Zira ABD’nin İsrail ve İran’dan çok rahatsız olan Körfez ülkeleri ve Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ile çok yakın ilişkileri söz konusudur. Bunların yanında, ABD, İran’ı bölgesel politikalar konusunda istikrar bozucu davrandığında cezalandırmak konusunda da çekinmemelidir. Nükleer anlaşmaya verilen aşırı değer, İran’ı diğer konularda istediğini yapabilirmiş gibi bir algıya yöneltebilir. Bu nedenle, ABD, İsrail’i Suriye’de ulusal çıkarlarını koruması konusunda desteklemeli ve Hizbullah’ın bu ülkeyi tehdit edebilecek kapasiteye ulaşmasını engellemelidir.

Filistinlilerin Günlük Hayatlarının İyileştirilmesi ve Müzakereli Çözümün Gerçekleşmesi Umudu Korumak: ABD-İsrail ilişkileri açısından en öncelikli konu Filistin Sorunu’dur. Özellikle İsrail’in yeni yerleşimleri, Amerikan ve dünya kamuoyunda İsrail ve ABD’ye yönelik tepkileri arttırmaktadır. Bazı Amerikalılar ise bu konunun abartıldığını belirtmekte ve İsrail’in -yeni yerleşimlere rağmen- son dönemde Arap ülkeleriyle daha iyi ilişkiler kurduğuna ve ekonomik olarak da güçlendiğine dikkat çekmektedirler. Ancak İsrail’in bir Yahudi demokrasisi olarak ayakta kalabilmesi ve uluslararası meşruiyeti ile iki devletli çözüm formülünün kaybolmaması adına, bu konuda muhakkak birtakım önlemler geliştirilmelidir.

Bölgesel Ekonomik İşbirliğini Geliştirerek İlişkileri Dengelemek: ABD-İsrail ilişkileri stratejik açıdan önemli olmaya devam edecektir. Ancak her iki taraf için de faydalı olan ekonomik ilişkileri de ihmal etmemek gerekir. Son yıllarda iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler, ticaret hacmi ve doğrudan dış yatırımlar hızla artmaktadır. Özellikle enerji alanında gelişen işbirliği dikkat çekicidir. İsrail’in Leviathan ve Tamar bölgelerinde keşfettiği yeni doğalgaz kaynakları konusunda, Amerikan ve İsrail şirketleri Noble Energy ve Delek arasında son dönemde ciddi bir işbirliği gelişmektedir. Bu nedenle, İsrail, yakın bir gelecekte gaz ihracatçısı bir ülke haline gelebilir. Bölgede İsrail’in müşterisi olabilecek Ürdün, Mısır, Filistin Yönetimi ve Türkiye gibi devletler vardır. Nitekim Türkiye-İsrail ilişkileri, 2009 Mavi Marmara Krizi’nin ardından, 2016 yılında nihayet normalleşme aşamasını tamamlamıştır. Bu konuda Türkiye’nin İsrail’den gaz ithal etme düşüncesi de etkili olmuştur. Yeni ABD yönetimi de, İsrail’le bölge ülkelerinin ekonomik entegrasyonunu desteklemelidir.

Sonuç
ABD-İsrail ilişkilerinin geleceği tehdit altındadır. İki ülkenin ortak çıkarları ve kültürel bağlarına karşın, farklılaşan stratejik perspektifleri son dönemde ikili ilişkilerde sorun yaratmaktadır. Buna karşın, atılabilecek bazı adımlarla birçok alanda ilerleme kaydetmek mümkündür. Öncelikle, her iki taraf da, bu ilişkilerin önemine binaen, buna yapmaya değer olduğuna inanmalıdırlar. Rapor, ABD-İsrail ilişkilerindeki sorunları da kısmen belirten faydalı bir çalışmadır. Ancak raporda ABD ve İsrail siyasi sistemindeki önemli kişilerin etkileri ele alınmamıştır. Örneğin ABD’nin yeni Başkanı Donald Trump, İsrail yanlısı tutumuyla ikili ilişkilerde önemli bir ivme yakalanmasını sağlayabilir. Ayrıca Türkiye’nin ikili ilişkiler açısından çok önemli konumu ve Kürtlerin durumu da bu analizde eksik kalmıştır.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


[2] Hakkında bilgiler için; https://en.wikipedia.org/wiki/Philip_Gordon.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder