Zbigniew Kazimierz Brzezinski (d. 28 Mart 1928 Varşova)[1],
Polonya kökenli ABD’li ünlü ve etkili bir Siyaset Bilimci ve devlet adamıdır.
Dünyanın en önemli stratejistleri arasında ismi sayılan Brzezinski[2],
ABD’de, 1977-1981 yılları arasında, Başkan Jimmy Carter’ın Ulusal Güvenlik
yardımcılığını yapmıştır. Brzezinski, bugün de dünya siyasetine dair ne dediği
dikkatle dinlenen çok önemli bir isimdir. Brzezinski, son olarak, Huffington Post gazetesinde 3 Ocak 2017 tarihinde
“How To Address Strategic Insecurity In A Turbulent Age” (Çalkantılı Bir
Dönemde Stratejik Güvensizliğe Nasıl Değinilir)[3]
adlı önemli bir makale yazmıştır. Bu yazıda, Brzezinski’nin bu yeni makalesi
özetlenecektir.
Zbigniew Brzezinski
Brzezinski’ye göre; son dünya savaşından (İkinci Dünya Savaşı) bu yana dünyada
geçen 70 yılda, uluslararası barışı büyük ölçüde nükleer savaş tehlikesi sağlamıştır.
Bu süreçte, dünyayı mahvetme/yok etme tehlikesi nedeniyle, nükleer silahlar
dünyada göreceli bir istikrar ortamı sağlamış ve uluslararası ilişkilerde bir
düzen tesis etmiştir. Ancak son yıllarda nükleer silahlara eşdeğer bazı teknolojik
silahların gelişmesi nedeniyle, nükleer silahların etkisi solmaya yüz
tutmuştur.
ABD’nin nükleer silahlar konusundaki tekeli 10 yıldan kısa sürmüş ve 1950’lerin
ortalarından itibaren Sovyet Rusya, bu konuda ABD’yi dengelemiştir. Buna
karşın, ABD, 1960’ların başında Küba Füze Krizi döneminde Küba’dan Sovyet
nükleer silahlarının çıkarılmasını sağlamıştır. Ancak ABD de, bu taviz
karşılığında, dünya kamuoyu önünde Küba’yı işgal etmeme sözü vermiş ve
müttefiki Türkiye’den Jüpiter füzelerinin çıkarılmasını da kabullenmek
durumunda kalmıştır. Genel itibariyle, Soğuk Savaş’ın bu ilk döneminde nükleer
silah teknolojisinin yalnızca bu iki büyük ülkede (ABD ve Sovyet Rusya) bulunması,
onlara özel bir prestij ve güç sağlamıştır.
Daha yakın zamanlardaysa, belli başlı devletlerin dâhil olduğu sürekli
bir güç mücadelesi küresel istikrarı tehlikeye soktu; ancak yine nükleer
silahların kullanılması söz konusu değildi. Amerika’nın nükleer silahlar
üzerindeki tekeline gölge düştükçe, Birleşik Devletler başka yerlerde
avantajlar sağlamaya girişti. Bu doğrultuda, Birleşik Devletler ve Deng
Xiaoping idaresindeki komünist Çin arasındaki barışçıl işbirliği dikkat
çekiciydi. 1980’lere gelindiğinde ise, iki devlet, gayriresmi olarak da olsa,
Rusya’nın Afganistan’ı istilası konusunda işbirliği yaptı ve bu istilanın Rusya
için masraflı ve beyhude olmasına katkıda bulundu. Ancak iş, hiçbir zaman
nükleer savaş tehdidine kaymadı.
21. yüzyıl başlarında ise küresel güç dengesi neredeyse tamamen
değişmiştir. ABD ve Rusya hala birbirleri açısından öncelikli rakip olmakla
beraber, daha az sayıda nükleer başlığa sahip olan Çin, Uzak Asya’da giderek
gücünü arttırmıştır. ABD-Çin ilişkileri kapsamlı bir müttefiklik ilişkisine
dönüşmese de, seçili alanlarda ve zaman zaman oluşan gizli işbirlikleri, bu
ilişkiyi tanımlayan en önemli özellikler olmuştur. Sonuç olarak, bu üç küresel
aktör arasında nükleer provokasyonlara başvurma eğilimleri azalmalı ve
birbirleriyle ilişkilerinde dikkat ve işbirliği öne çıkarılmalıdır.
Rusya’nın Sovyet Sonrası Dönemdeki Engelleri
Rusya açısından bölgesel durum giderek daha zorlu bir hal almaya
başlamıştır. Bu bölgede yeni kurulan devletler bağımsızlıklarına düşkün ve
Sovyet dönemini çağrıştıran uygulamalara karşı son derece mesafelidirler. Neredeyse
tamamen Müslüman nüfustan oluşan Orta Asya Cumhuriyetleri, bağımsızlıklarını
devletlilik olgusuyla güçlendirmek istemektedirler. Bu yeni devletlerin özlem
ve istekleri, kendi bağımsız devletlerini geliştirmek ve Avrupa ile daha yakın
ilişkiler kurmak isteyen Slav ve Ortodoks ülkeler -Ukrayna ve Beyaz Rusya
(Belarus)- için de geçerlidir. Buna paralel olarak, Çin’in Orta Asya’ya
stratejik girişi ve Avrupa pazarına doğrudan erişim sağlaması da Rusya’nın
gücünü kıran faktörler olarak sıralanabilir. Bu nedenle, Çin’in en önemli
projesi olan “Tek Kemer Tek Yol” veya popüler ismiyle “Yeni İpek Yolu”, Moskova’da
huzursuzluk yaratmıştır. Dolayısıyla, çok uzak olmayan bir gelecekte bu durum
Çin ve Rusya arasında jeopolitik sorunlar yaratabilir. Brzezinski’ye göre; Çin’in
Doğu’da giderek artan ihtirasları karşısında, Rusya, ancak Avrupa yönlü bir
oyuncu olabilmesi durumunda küresel iddiasını koruyabilir.
ABD Çin’e Düşman Gibi Yaklaşmamalıdır
Bu arada, ABD’nin Çin’e yaklaşımı son yıllarda daha belirsiz ve önceki
yıllarda geçerli olan stratejik vizyondan yoksun hale gelmiştir. Oysa ABD’nin
iyi düşünülmemiş politikalar izlemesi durumunda, Çin ve Rusya arasında bir
stratejik ittifak kurulabilir. Bu nedenle, ABD, Çin’e bir düşman gibi
yaklaşmamalı ve Asya’da temel partneri olarak Hindistan’ı da öne
çıkarmamalıdır. Aksi takdirde, Çin’in Rusya’nın müttefiki olması kaçınılmazdır;
bu da ABD için en olumsuz senaryodur. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, ABD’nin
Avrasya’daki politikaları giderek daha savunmaya dayalı (defansif) bir hale
gelmektedir. Buna karşın, ABD, Pasifik Adaları’ndaki mevcudiyetini
arttırmaktadır. ABD, Japonya ve Güney Kore’nin güvenliği konusunda açık
pozisyon almıştır. ABD, Batı ve Orta Avrupa’nın güvenliği konusunda da açık
pozisyon almaya hazır olmalıdır. ABD, Rusya’ya, eğer Letonya ve Estonya’ya yönelik
işgal politikaları başlatırsa, bunun bir karşılığı olacağını ve Rusya’nın Batı’ya
denize çıkışının engelleneceğini göstermelidir. Bu durumda, Rusya’nın deniz
ticareti ciddi anlamda etkilenecektir. Ayrıca nüfusu çok az olan kuzeydoğu
Avrasya bölgesine Çin işgücünün yayılmasıyla devam etmesi durumunda, Çin-Rusya
sınırları daha da belirsiz hale gelecektir.
Kuzeydoğu Asya’da İstikrarsızlık Kapıda
Önümüzdeki birkaç on yılda, Kuzeydoğu Asya bölgesindeki sınır
düzenlemeleri giderek daha istikrarsız olabilir ve hatta zaman zaman şiddetli
bir tartışma konusu haline gelebilir. ABD, Japonya ve Güney Kore ile
ilişkilerini derinleştirmek dışında, bu bölgede açıktır ki uzak bir gözlemci
olarak kalacaktır. Buna ek olarak, Kuzey Kore’nin yarattığı güvenlik riskleri,
ABD ile Çin ve hatta -Avrupa’ya yönelmiş bir Rusya olması durumunda- Rusya
arasında, giderek artan güvenlik işbirliğini teşvik edecektir. Rusya ve Çin’in
bu konuya müdahil olmaları, dışarıdan ABD müdahalesinden çok daha etkili
olacaktır. Uzayan görece istikrar ortamı ve büyük bir savaşın olmaması, zamanla
Kuzey Kore’nin iç gelişimini de olumlu etkileyebilir.
ABD, Çin ve Rusya, Ortadoğu’yu İstikrarlı
Hale Getirmek İçin Çalışmalıdırlar
Ortadoğu’da devam eden ve dini/mezhepsel nefrete dayalı iç savaşlar, İran’daki
sertlik yanlılarının neden olabileceği nükleer gerginlikler ve Türkiye’nin
giderek artan ölçüde milliyetçilik eksenine kayan jeopolitik hırsları, bölgede bir
patlama yaşanması hususunda risk unsuru taşıyan başlıca konulardır. Bu duruma en
ideal jeopolitik yanıt ise, Rusya’nın, Çin ve ABD ile daha iyi ilişkiler kurmak
dışında bir seçeneği olmadığının farkına vararak, bu ülkelerle bir üçlü
işbirliği ağı kurmasıdır.
İklim Değişikliği Jeopolitikayı
Etkileyecektir
Bunların dışında, iklimle alakalı ciddi değişiklikler de dünya
siyasetini daha da karmaşık bir hale getirecektir. Küresel ısınma, daha
şimdiden mevcut habitasyonları tehdit eder bir hale gelmiştir. Bu durum,
insanlarda artan bir endişeye neden olacaktır. Tüm bu sorunlarla mücadele etmek
için, tek taraflı siyasi zaferler yerine, ortak bilgelik ve siyasi irade
gerektiren bölgesel işbirlikleri modeli geliştirilmelidir.
Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] Hakkında temel bilgiler için; https://en.wikipedia.org/wiki/Zbigniew_Brzezinski.
[2] UPA’da yayınlanan hakkındaki
makaleler için; http://politikaakademisi.org/?s=zbigniew+brzezinski&x=0&y=0.
[3] Makale buradan okunabilir; http://www.huffingtonpost.com/entry/us-china-russia-relations_us_586955dbe4b0de3a08f8e3e0.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder