Sayfalar

27 Mart 2012 Salı

Nabucco Projesi


Nabucco boru hattı, Ankara’da 13 Temmuz 2009 Pazartesi günü hükümetler arasında imzalanan anlaşmayla başlamış olan, Türkiye'den Avrupa Birliği ülkelerine doğal gaz taşımak amacıyla yapılması düşünülen uzun geçişli bir boru hattı taşımacılığı projesidir. Avrupa'nın en büyük doğal gaz tedarikçisi konumundaki Rusya’dan yapılan sevkiyata alternatif olması amacıyla daha çok ABD ve AB tarafından desteklenmektedir. Nabucco Doğalgaz Boru Hattı projesi, Hazar ile Kafkaslardaki doğalgazın Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınmasını amaçlamaktadır. Başlangıç noktası Hazar’daki Şah Denizi’dir. Türkmenistan, Kazakistan ve diğer Trans-Hazar kaynakları ile İran gazının taşınması öngörülmektedir. Uzun vadede Irak ve Suriye üzerinden Mısır gaz kaynağı başta olmak üzere diğer çevre ülke kaynaklarından da gaz taşınması planlanmaktadır. Bu kaynaklar Türkiye’ye ulaştığında ikinci bağlantı devreye girecektir. İleride Rusya gazı da Türkiye’deki hatla birleşip, Bulgaristan, Romanya, Macaristan ve Avusturya yolunu izleyecektir. Hattın geçtiği yerlerde çevresel etkileri karşılamak için sosyal projeler yürütülebileceği de öngörülmektedir. Bu faaliyetlerin güzergâhtaki yerleşim yerlerinde ekonomiyi canlandırması beklenmektedir.
Nabucco projesi, Rus Gazprom’un tekelini kırarak Avrupa’yı bağımlılıktan kurtaracak bir AB projesidir. Proje 2002 yılında Botaş (Türkiye) tarafından başlatılmıştır. Projenin tamamlanması için Nabucco Gas Pipeline International GmbH adlı firma 2004 yılında Viyana’da kurulmuştur. Bu proje son yıllarda Rusya ile Ukrayna arasındaki anlaşmazlık yüzünden soğukta kalan Avrupa için büyük önem taşımaktadır. Avrupa, Nabucco ile Orta Asya enerji kaynaklarına üyelik müzakerelerini yürüttüğü Türkiye üzerinden ulaşabilecek ve Rusya`ya bağımlılığı bir nebze azalacaktır. Bu projeye Türkiye’den BOTAŞ, Bulgaristan’dan Bulgargaz, Romanya’dan Transgaz, Macaristan’dan MOL, Avusturya’dan OMV olmak üzere 5 ülke firması imza atmıştır. İlerleyen zaman içerisinde daha güçlü bir yapıya kavuşmak ve projenin finansmanını desteklemek üzere yeni ortak arayışına girilmiştir. Bu ortaklık için Fransa’dan iki ve Almanya’dan iki olmak üzere toplam dört firmanın adı ön plana çıkmıştır. Önceleri Fransa ön planda olmasına karşın 2006 yılında Fransa Ulusal Meclislerinde onaylanan sözde Ermeni Soykırımına ilişkin tasarının kabul edilmesinin ardından Türkiye açısından durum değişmiştir. Diğer ortaklar Fransa’nın ortaklığı için onay verirken Botaş şirketi tavrını ortaya koymuştur ve Fransa’nın GDF firmasının ortaklık görüşmeleri beklemeye alınmıştır. Ayrıca Fransa’nın Türkiye’nin AB üyeliğine karşı tutumunun da bunda etkisi vardır. Bu nedenlerden dolayı Alman RWE firmasının projeye katılımı konusunda görüşmeler hızlanmış ve beş ortak ülkenin onayıyla RWE firmasının altıncı ortak olarak 5 Şubat 2008’de Nabucco konsorsiyumuna dâhil edilmesi kararlaştırılmıştır.
Boru hattının uzunluğu ortalama 3300- 4000 km olup; Türkiye’den 2730 km, Bulgaristan’dan 400 km, Romanya’dan 460 km, Macaristan’dan 390 km ve Avusturya’dan 46 km’ si geçecektir. Toplam maliyet 7,9 milyar euro olarak hesaplanmıştır. Bunun 4,8 milyar euroluk kısmı Türkiye’de yapılacaktır. Mali strateji % 30 öz kaynak ve % 70 borçlanmadan meydana gelecektir. Nabucco şu anda projenin zaman çizelgesine uygun bir şekilde Avrupa Yatırım Bankası (EIB), Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD), İhracat Kredi Ajansları (ECAs), Uluslararası Finans Kurumu (IFC) ve ticaret bankaları gibi büyük bankalarla görüşmelerini sürdürmektedir. Nabucco çeşitli uzman ekipmanlarının yanı sıra 250 bin boru ve iki milyon tonun üzerinde çeliğe ihtiyaç duyacaktır. Projeye 2012 yılında başlanması durumunda 2015 yılında tamamlanacaktır. Proje tamamlandıktan sonra ilk etapta 4,5-10 milyar m3’lük gazın Batı’ya pompalanması öngörülmekte ve 2020 gibi yani ikinci etapta 25.5-31 milyar m3 doğalgaz taşıyacağı öngörülmektedir. Hazırlanan verilere göre, inşaat çalışmaları tüm güzergâh üzerinde 7 bin kişiye istihdam sağlayacak. Boru hattının % 60’ı Türkiye’de inşa edilecek. Bu doğrultuda istihdamın yaklaşık 4 bini Türkiye’de sağlanacak. Hattın % 60’ı Türkiye’den geçeceği için toplanan verginin % 60’ı da Türkiye’ye kalacaktır.
Nabucco Projesi’ne Doğalgaz Vermesi Düşünülen Güzergâhlar ve Alternatif Proje: Güney Akım
Türkmenistan- Türkiye (Trans- Hazar)Doğalgaz Boru Hattı:
Moskova’nın etkisi altında bulunan Türkmenistan birçok nedenden dolayı kendi gazını Türkiye’ye göndermeme ihtimali vardır. Çünkü şu anda Avrupa’nın enerji kaderini tek başına kontrol eden Rusya Türkmenistan’ı kendi arka bahçesi olarak kabul ediyor. 2003 yılında Rusya Gazprom firmasıyla yapılan bir anlaşmayla Türkmenistan’ın gazını 25 yıllığına Rusya’ya vereceği gündeme gelmiştir. Aynı zamanda Türkmenistan’ın Hazar deniziyle ilgili sorunları olduğundan gaz aktarımı tam olarak kesinleşmiş değildir. Bu nedenden dolayı Türkmenistan gazının Nabucco’ya verilip verilmeyeceği tam olarak bilinmemektedir.
Azerbaycan- Türkiye (Şah- Deniz) Doğalgaz Boru Hattı:
Azerbaycan’ın 1.28 trilyon m3 ispatlanmış doğalgaz rezervi bulunmaktadır. Azerbaycan doğalgazı 2007 itibariyle dünya doğalgaz rezervlerinin % 0,7’sini oluşturmaktadır. Şahdeniz yatağının 1999’da keşfi ile bölgede Azerbaycan’ın önemli doğalgaz rezervlerinin olduğu ortaya çıkmıştır. Buradaki doğalgaz rezervinin Azerbaycan doğalgazını 1 trilyon m3 artırdığı belirtilmektedir. Bu doğalgazın henüz 400 milyar m3 ü tasdik edilmiştir. Uzmanlara göre Şahdeniz dünyada son 20 yılda keşfedilen en büyük doğalgaz yatağıdır. Bu kaynakların taşınması için Azerbaycan ve Türkiye arasında 2001 yılında hükümetler arası anlaşma imzalandı. Bakü- Tiflis- Erzurum hattı çalışmalarına başlandı ve 3 Temmuz 2007’de gaz Türkiye’ye ulaştı. Bu hat yılda 30 milyar m3 gaz taşıma kapasitesine sahiptir. Bu hattın Türkiye’de uzatılması ile beraber Nabucco Projesi kapsamında doğalgaz Balkanlar üzerinden Avrupa’ya ulaşması hedeflenmektedir.
İran- Türkiye Doğalgaz Boru Hattı:
2007 yılı itibarıyla 27,80 Trilyon metreküplük ispatlanmış doğal gaz rezervlerine sahip olan İran; dünya doğal gaz rezervleri içinde % 15,7’ye tekabül eden bu miktarla, Rusya’dan sonra en büyük doğal gaz rezervlerine sahip olan ikinci ülkedir. Ancak, özellikle ABD ile yaşadığı sorunlar ve uyguladığı nükleer politikaları nedeniyle, uluslararası arenada yaşadığı güçlükler ve bunun neticesinde ortaya çıkan teknolojik yetersizlikler ve yatırım eksikliği, İran’ın sahip olduğu doğal gaz rezervlerini, bir türlü ihraç ürünü haline getirememesine yol açmaktadır. 2007 yılında üretilen 111,9 milyar metreküplük doğal gazın hemen hemen hepsi (111,8 milyar metreküp) iç tüketimde kullanılmıştır. 15 Temmuz 2007'de Türk ve İran hükümetleri nezdinde, Türkiye'nin epeydir istediği ve daha çok İran Devleti'nin güvensizliğinden kaynaklanan Türk-İran doğal gaz işbirliğini geciktiren süreci sona erdiren üretim anlaşması imzalanmıştır. Anlaşma ile dünyada varlığı onaylanmış büyük doğal gaz sahalarının birisini işletecek olan Türkiye'ye üretimini başka ülkelere satış hakkı da verilmektedir. İran ise neredeyse durma noktasına gelmiş doğal gaz üretimini arttırma ve teknolojisini ambargo uygulanmadan yenileme imkânı bulmaktadır. Her iki devlet açısından büyük öneme sahip bir anlaşma imzalanmıştır. Anlaşmanın Avrupa Birliği'nin geleceğinde enerji koridorlarını çeşitlendirmesi bakımından olumlu katkısı beklenmektedir.
Irak- Türkiye Doğalgaz Boru Hattı:
Kerkük-Ceyhan boru hattının şimdilik çalışmasına ve Kürt petrolünün bu boru üzerinden ihraç edilmesine rağmen Irak doğalgazının Türkiye’ye taşınması çok karmaşık problemlerin çözülmesine bağlı olacaktır. Bunların başında Kerkük sorunun çözümü ve Türkiye’nin Kuzey Irak’taki Kürtlerle tüm sorunlarını sonlandırması gelmektedir. Çünkü bu yeni boru hattı Kürt bölgesinden geçecek ve ihraç edilmesi planlanan gazın büyük bölümü tartışmalı Kerkük ve Musul bölgelerinde bulunmaktadır. Belki de Irak’ın toprak bütünlüğünün, etnik ve mezhepsel gruplar arasındaki kalıcı barışın güvencesi de Nabucco projesi olacaktır. Basra bölgesindeki yatakların gazını ülkeyi baştanbaşa, daha doğrusu güneyden kuzeye kat ederek, Türkiye topraklarında Nabucco Boru Hattı’na kavuşması, Irak’ın birliğine mühür vuracaktır.
Mısır-Türkiye Doğalgaz Boru Hattı:
2007 yılı itibarıyla 2,06 trilyon metreküp ispatlanmış doğal gaz rezervi ile dünya doğal gaz rezervleri içerisinde toplam % 1,2’lik bir pay sahibi olan Mısır; 2007 yılı içerisinde 46,5 milyar metreküplük bir doğal gaz üretimi yapmış, bu miktarın 32 milyar metreküplük kısmını ise iç tüketimde kullanmıştır. 14,5 milyar metreküp değerindeki tüketim fazlası doğal gazın 2,35 milyar metreküpünü boru hattıyla Ürdün’e ihraç eden Mısır, geriye kalan doğal gazını ise LNG (Sıvılaştırılmış Doğal Gaz) olarak, İspanya (4,04 Bcm), Japonya (1,62 Bcm), Güney Kore (1,48 Bcm), Fransa (1.21 Bcm), Tayvan (0.41 Bcm), Yunanistan (0.31 Bcm), İngiltere (0,16 Bcm), Türkiye (0,08 Bcm) ve Hindistan’a (0,07 Bcm) ihraç etmiştir.
Mısır-Türkiye Doğal Gaz Boru Hattı Projesi kapsamında, 17.03.2004 tarihinde Kahire’de T.C. Enerji Bakanı ve Mısır Petrol Bakanı arasında, EGAS ile BOTAŞ arasında gaz ihracatına ilişkin “Çerçeve Anlaşması” imzalanmıştır. 16.02.2006 tarihinde T.C. Enerji Bakanı ile Mısır Petrol Bakanı arasında doğal gaz alanında karşılıklı işbirliği ve çalışmaların devamı amacıyla bir “Mutabakat Zaptı” imzalanmıştır. Mısır’ın kendi iç talebine ilave olarak, Ürdün’e gönderdiği gaz, İsrail’e vermeyi planladığı gaz, LNG kontratlarındaki talebi karşılamak üzere vermek zorunda olduğu gaz ve Türkiye güzergâhı üzerindeki Suriye’yi de ilave ettiğimizde, bugün itibarıyla Mısır’ın doğal gaz üretim rakamlarını da göz önünde bulundurarak, Mısır-Türkiye Doğal Gaz Boru Hattı’na verilmek üzere hangi miktarda Mısır doğal gazının kalacağı şimdilik belirsizliğini korumaktadır.
Rusya Güzergahı (Güney Akım) Doğalgaz Boru Hattı:
Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın 2007 zirvesi öncesi Vladimir Putin enerji alanında yaptığı anlaşmalarla birbiri ardına önemli adımlar atmıştı. Türkmen ve Kazak doğal gazının kendi topraklarından geçerek Avrupa pazarlarına taşınması için bu iki ülkeyle anlaşmış, petrolünün taşınması için de boğazları ve dolayısıyla Türkiye’yi by-pass eden Burgaz-Dedeağaç Boru Hattı Projesi’nin imzalarını attırmıştı. Zirvenin hemen iki gün öncesinde ise Rus doğal gazının Karadeniz geçişli bir boru hattıyla Bulgaristan’a getirilmesi ve buradan da Avrupa pazarlarına ulaştırılmasını hedefleyen “Güney Akım” anlaşmasının, İtalyan ENI şirketiyle birlikte imzalanması Türkiye’yi bir kez daha by-pass etmiştir. Rus şirketi Gazprom ile İtalyan şirketi ENI arasında imzalanan Güney Akım anlaşmasına göre, Rusya’nın Karadeniz kıyısındaki, Mavi Akım Hattı’nın da başlangıç noktası olan Beregovaya Terminalinden başlayacak olan Güney Akım Boru Hattı, Karadeniz’in 2000 metre derinliğinde ve yaklaşık 900 kilometrelik bir mesafede döşenerek Bulgaristan kıyısına ulaşacaktır. Yaklaşık 10 milyar euroya yapılacağı hesap edilen boru hattı ile yılda 30 milyar metreküp doğal gazın taşınması planlanmaktadır. Karadeniz geçişiyle Bulgaristan’a gelecek olan boru hattı burada iki kola ayrılacak ve hattın kuzey kolu Romanya ve Macaristan üzerinden Avusturya’ya uzanırken, güney kolu da Yunanistan üzerinden İtalya’ya ulaşacaktır. Rusya Güney Akım projesinin Nabucco’ya karşı olmadığını söyleseler de fiiliyatta bunun böyle olup olmadığı tartışmalıdır. Güney Akım Projesi de, Nabucco Projesi’yle aynı güzergâhı izliyor ve Bulgaristan-Romanya-Macaristan güzergâhından Avusturya’ya ulaşıyordu. Arada tek fark hattın başlangıç ülkesi olarak Türkiye yerine Rusya’nın olmasıydı. Güney Akım sadece bu güzergâhla da yetinmiyor ve ikinci bir kol Yunanistan’dan İtalya’ya ulaşıyordu.
Güney Akım’da İtalya’ya uzanan ikinci kol; Güney Akım’ın sadece Nabucco’ya karşı değil, aynı zamanda Türkiye’den Yunanistan’a giden ve İtalya’ya da uzatılması planlanan, Türkiye-Yunanistan-İtalya Doğal Gaz Boru Hattı’nı da etkileyebilecek bir proje olduğunu; hatta bu durumun Bakü-Tiflis-Erzurum hattıyla Türkiye’ye gelen Azerbaycan doğal gazının, Türkiye-Yunanistan-İtalya hattıyla Avrupa pazarlarına ulaştırılmasına da olumsuz yönde etki edebileceğini söylemek mümkündür. Güney Akım ve Nabucco Projeleri’nin güzergâh ve arz kaynaklarında durum böyleyken, proje maliyet karşılaştırılmalarında ise durum Nabucco hattının lehine gözükmekteydi. Güney Akım Projesi’nin sadece Karadeniz geçişinin 8 – 10 milyar euroya çıkacağı söylenirken buna bir de Bulgaristan’dan Avusturya’ya kadar uzanacak boru hattının maliyeti eklenecektir.
Haziran 2007’de Rusya’nın Güney Akım Projesi’yle ortaya çıkmasından itibaren, Güney Akım Projesi’yle ilgili değerlendirme ve tartışmaları bir kenara koyacak olursak; Nabucco Hattı’na Rus gazının da dâhil edilmesi konuşulur ve tartışılır hale gelmiştir. Rusya Türk- Rus ortaklığı istemiştir ve Nabucco’da Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan’ın Avrupa’ya kendi başlarına sunabileceği gaz miktarları 5 milyar m3’ü geçmeyeceği söylemlerinde bulunmuşlardır. Bunların üzerine BOTAŞ Strateji ve İş Geliştirme Daire Başkanı Emre ENGÜR açıklamada bulunmuştur: “Nabucco hiçbir zaman Rus gazını dışlamıyor. Ama amacımız önce diğer gazları, yani Azeri, İran, Irak gazını bu borunun içine almak. Çünkü burada bir gaz kaynağı çeşitlendirme stratejisi söz konusu. Onlarla birlikte Rus gazı da buradan taşınabilir ki, Ruslar daha önce bunu da söylediler; ‘Beraber Nabucco’yu yapalım, Rus gazıyla olsun!’ diye…‘Hayır, sizin gazınızla yapmayız!’ demedik hiçbir zaman, ‘Diğer gazlarla beraber sizin gazınızı da alırız’ dedik. Çünkü bu projeler yalnızca Rus gazıyla yapılırsa hiçbir kaynak çeşitlendirmesi yapılmamış, yalnızca Rus gazı için ‘güzergâh çeşitlendirmesi’ yapılmış olacak. Zaten olmayan rekabet ortamıyla ilgili umudu da bitirecek bir şeydir bu. Bizim amacımız, diğer gazları da sokarak rekabet ortamı oluşturmasını sağlamak ki bunu ülkemizde belli ölçüde yaptık. Hem Rus gazını, hem İran gazını, hem Nijerya, Cezayir, hem de Azeri gazını alıyoruz. Avrupa’da bunu yapmak istiyor. Dolayısıyla amaç, hem Türkiye için hem Avrupa için gaz çeşitlendirmesini kuvvetlendirerek tüketiciler lehine bir durumun ortaya çıkmasını sağlamak. Onun için, Rus gazı da dâhil olmak üzere, ama tamamen Rus gazı ile değil, diğer gazları da piyasaya sokarak bu projeyi gerçekleştirmek amacındayız.’’
Rusya Güzergahı (Mavi Akım) Doğalgaz Boru Hattı:
Mavi Akım Doğal Gaz Boru Hattı; 15.12.1997 tarihinde BOTAŞ ve Gazexport arasında imzalanan 25 yıllık Doğal Gaz Alım Satım Anlaşması kapsamında, Rusya Federasyonu’ndan Karadeniz geçişli bir hat ile Türkiye’ye ulaşmaktadır. Rusya topraklarında, İzobilnoye Djubga arasında toplam 370 km, Djubga-Samsun arasındaki Karadeniz geçişi 390 km ve Türkiye topraklarında Samsun-Ankara arasındaki 501 km uzunluğundaki boru hattı sistemi olmak üzere üç ana bölümden oluşan boru hattı, Polatlı yakınlarında ana hat ile irtibatlandırılmaktadır. Mavi Akım Doğal Gaz Boru Hattı 20 Şubat 2003 tarihinde işletmeye alınmış ve 17 Kasım 2005 tarihinde de resmi açılışı yapılmıştır. Mavi Akım üzerine inşa edilmesi düşünülen 3 seçenek vardır. Bunlardan birisi, Ankara’da sonlanan hattın İsrail’e kadar uzatılmasıydı. Bir diğeri yine aynı şekilde Ankara’dan güneye doğru uzatılarak muhtemelen Ceyhan’da yapılması düşünülen bir LNG terminaline bağlanması ve buradan küresel pazarlara açılmaktı. Mavi Akım-2 olarak adlandırılan üçüncü seçenek ise Rusya’dan Ankara’ya kadar mevcut Mavi Akım Hattı’na paralel yeni bir hattın inşa edilmesi ve bu hattın Ankara’da Nabucco hattına bağlanarak Rus doğal gazının Nabucco hattıyla Avrupa pazarlarına ulaştırılmasıydı. Rusya’nın doğalgaz taşımacılığında Güney Akım’ı mı yoksa Mavi Akım 2’yi mi tercih edeceği henüz bilinmemektedir.
Nabucco ismi nereden geliyor?
Projenin ismi olan “NABUCCO”, ünlü İtalyan besteci Guiseppe Verdi’nin (1813-1901) bestelediği ünlü operası Nabucco’dan gelmektedir. Operanın konusu ise Babil Sürgünü’yle sonuçlanacak olaylar zinciridir. Yahudi tarihinin dönüm noktalarından birisi olan Babil Sürgünü, Babil Kralı II. Nebukadnezzar’ın (Nabucco) Kudüs’ü ele geçirip Yahuda Krallığı’na son vermesinin ardından Süleyman Tapınağı’nın ve Kudüs’ün yakılıp yıkılması ve ileri gelen Yahudi ailelerinin Babil’ e götürülmesi ve Babil’de geçen süreyi ifade etmek için kullanılır. İtalyan besteci Verdi, 1901 yılında Milano’da hayatını kaybettiğinde, İtalyan Kraliyet ailesi üyelerinin, milletvekillerinin ve diplomatların da katıldığı cenaze töreninde binlerce kişi Nabucco Operası’nda “esirler korosu”nun seslendirdiği “Va Pensiero” isimli ünlü ilahiyi görülmemiş bir koro halinde söylemiştir.
Nabucco Projesi’ndeki “arz konusu”, yaklaşık 2500 yıl önceki “Gordion Düğümü” efsanesine benzer bir şekilde Ankara önlerinde düğümlenmişken; Nabucco Projesi’nin arz kaynakları olarak gösterilen, Hazar ve Orta Doğu bölgesinin doğal gaz kaynakları da; yine yaklaşık 2500 yıl önceki ”esirler korosu”nun tutsaklıklarına son vermek üzere Nabucco Operası’nda seslendirdikleri ”Va Pensiero” parçasını hatırlatmaktadır. “Türkiye’den Avrupa’ya Bir Doğal Gaz Yolculuğu”na başlamak üzere, şimdilik Hazar ve Orta Doğu’da yeraltında gününün gelmesini bekleyen Nabucco kaynakları; tıpkı Nabucco Operası’nda olduğu gibi, yerin yüzlerce metre altından bir “esirler korosu” gibi seslerini yükselterek bir an önce yer üstüne çıkıp, çelik borulardan özgürce “yolculuk” larına başlayacakları günü beklemektedirler.
Uşak Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümü öğrencilerinden Yunus Demirkol’un çalışmasından derlenmiştir.
Dr. Ozan Örmeci

25 Mart 2012 Pazar

Uluslararası Politika Akademisi (UPA)



Tüm ciddi siyasal, sosyal ve ekonomik sorunlarımıza karşın Türkiye’de ümit ve heyecan verici gelişmeler de yaşanabiliyor. Uşak Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümü öğrencilerinin kurduğu Uluslararası Politika Akademisi (UPA) adlı dış politika sitesi de bu olumlu gelişmelerden birisi. Önceki gün yayın hayatına başlayan UPA; Genel Koordinatörlüğünü benim yapacağım, Uşak Üniversitesi merkezde olmak üzere Anadolu’daki birçok üniversiteden daha çok lisans ve yüksek lisans bölümü öğrencilerinin bazı değerli hocalarımızın rehberliğinde dış politika alanında yaptıkları araştırmaları, analizleri yayınlayabilecekleri bir analiz-haber portalı ve açık istihbarat sitesi olarak yayın yapacak bir oluşum.
Site kurucuları sitenin “Hakkında” bölümünde oluşumları hakkında şu açıklamaya yer vermişler;
Teknolojinin ve iletişimin değişerek geliştiği, kişi hak ve hürriyetlerinin çağın en önemli değerleri haline geldiği 21. yüzyıl dünyasında toplumlar arası ilişkiler artık sadece diplomatların masa başı faaliyetleriyle yürüttükleri çalışmalar olmaktan çıkmıştır. 21. yüzyılın küreselleşen dünyası ile birlikte her alanda olduğu gibi siyaset ve uluslararası ilişkilerde de sivil inisiyatifler şüphesiz ki önem kazanmıştır. Bu bağlamda Uluslararası Politika Akademisi (UPA), yapacağı ulusal, bölgesel ve küresel ölçekteki çalışmalar ile takipçilerini değişen dünya dinamikleri hakkında bilgilendirmeyi, fikir sahibi yapmayı amaçlamaktadır.
“Küresel düşün, yerel hareket et” prensibi ile yola çıkan UPA; gerek yurt içi, gerekse yurt dışı bağlantıları ile farklı akademik düşünce ve eğilimleri bünyesinde toplamayı ve üniversiteler ile tesis etmiş olduğu organik bağlar vasıtasıyla tüm düşünen zihinleri bu sivil-akademik inisiyatife dâhil etmeyi amaçlamaktadır. Bu çalışmalar sonucunda ise UPA sadece ulusal ve bölgesel değil, küresel ölçekteki sorunlara da çözüm olacak düşünceler üretmeyi ve gelecekle ilgili doğru öngörülerde bulunmayı amaçlamaktadır.
Uşak Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümü öğrencilerinin girişimleriyle değerli hocamız Dr. Ozan Örmeci’nin koordinatörlüğünde hayata geçirilen bu proje, kısa sürede tüm ülke sathında örgütlenmeyi ve adeta bir düşünce kuruluşu gibi çalışarak Türkiye’ye yeni uluslararası ilişkiler uzmanları yetiştirmeyi amaçlamaktadır.
UPA’nın başarılı işleriyle beni ve Türk akademisini onurlandıracağını tahmin ediyorum. Biraz azim ve özveriyle Anadolu’da neler yapılabildiğini bu site ile gençlerimiz herkese gösterecektir. UPA web sitesine http:// politikaakademisi.org adresinden ulaşabilirsiniz.
Dr. Ozan Örmeci

22 Mart 2012 Perşembe

Wikileaks Stratfor Belgeleri


Wikileaks 27 Şubat 2012 tarihinden itibaren internet sitesi üzerinden “The Global Intelligence Files (Küresel İstihbarat Dosyaları)” adı verilen yeni belgeler açıklamaya başlamıştır. Belgelerin Temmuz 2004 ve Aralık 2011 tarihleri arasında gönderilmiş Stratfor çalışanları arasındaki yazışmalar olduğu anlaşılmaktadır. Stratfor’un 1996 yılında Teksas’ta Amerikalı siyaset bilimci ve yazar George Friedman tarafından kurulmuş bir özel istihbarat firması olduğu bilinmektedir. Stratfor’a geçmişte Kosova krizi ve 11 Eylül saldırıları sonrasında yaptığı başarılı tahminler ve ABD yönetimine yakın tutumu nedeniyle dünya basınında “gölge CIA” lakabı verilmiştir. Günümüzde istihbarat teşkilatları dahi yoğunlaşan bilgi akışı nedeniyle bu tip özel şirketlerle işbirliği yapabilmekte ve onlardan hizmet satın alabilmektedir. Stratfor da başta ABD hükümeti ve CIA olmak üzere, Amerikan resmi kurumları ve dahası dünyaca ünlü büyük şirketler (Lockheed Martin, Coca Cola vs.) tarafından çeşitli konularda hizmetleri satın alınan çok önemli bir kuruluştur. Bu nedenle Stratfor uzmanları ve haber kaynaklarının yazışmalarının ifşa edilmesi çok önemli sırların ortaya dökülmesi anlamına gelebilir. Yine de Wikileaks’in ne olduğu ve kime hizmet ettiği henüz tam olarak anlaşılamadığı için belgelerin kesin doğru olup olmadığı konusunda net bir şey söylenmeyebilir.

Türkiye açısından Stratfor belgelerinin açıklanan kısmında en dikkat çekici olay, Stratfor çalışanlarının Türkiye’deki bilgi kaynaklarıdır. Stratfor’un Türkiye’deki bilgi kaynakları olarak gösterilen kişiler Taylan Bilgiç, Alparslan Akkuş, Emre Doğru, Mehmet Faruk Demir ve Gülçin Fatma Kabasakallı’dır. Bu şahıslardan Taylan Bilgiç Hürriyet Daily News gazetesinin dış politika yazarlarından ve aynı zamanda yazı işleri müdürü Murat Yetkin’in yardımcı editörüdür. Kendisi ayrıca daha önce stratejik düşünce konulu bir inceleme-araştırma çalışması olan “Düşünmenin Tam Zamanı”, bilimkurgu romanı olan “Dolunay” adlı kitapların çevirmenliğini yapmıştır. Belgelerde adı geçen kişilerden Alparslan Akkuş daha önce Turkish Daily News gazetesinde çalışmış, şimdilerde Sabah Gazetesi’nde Dış Haberler Müdürlüğü yapan bir gazetecidir. Akkuş Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun olmuş (1992-1996), daha sonra Yeditepe Üniversitesi’nde MBA (2001-2004) yapmıştır. Kendisinin daha önceleri Gülen cemaatinin yayın organlarından olan Aksiyon dergisinde Rusya ve Asya ile ilgili makaleleri yayınlanmıştır. Belgede adı geçtiği söylenen bir diğer kişi olan Emre Doğru, Linkedin sitesinde yer alan özgeçmişine göre iki ayrı mevkide iki dönem Stratfor’da çalışmış. Buna göre önce Eylül 2007-Mayıs 2008 aralığında şirkete Türkiye’den müşteri kazandırmaya çalışan Emre Doğru, 2009 yılının Eylül ayından başlayarak geçtiğimiz Aralık ayına dek şirketin Ortadoğu ve Güney Asya Departmanı’nda analist olarak görev yapmış. İngilizce, Almanca ve Fransızca bilen Emre Doğru, daha önce Türk Dışişleri’nin NATO Delegasyonu’nda da rol üstlenmiş, Dışişleri’nin bazı komisyon toplantılarına katılmış ve NATO Zirvesi sonuç bildirgelerinin hazırlanmasına katkıda bulunmuş. Emre Doğru, 2006 yılındaysa Birleşmiş Milletler (BM) Kalkınma Programı’nın Ankara bürosunda görev almış. Doğru’nun bir süredir (Ocak 2012’den beri) TÜSİAD’ın ABD temsilciliğini yaptığı biliniyor. Belgelerden Doğru’nun yeni CHP içerisinde bir bilgi kaynağı olduğu anlaşılıyor. Bu kaynağın tarifi CHP İstanbul milletvekili Sezgin Tanrıkulu’na birebir uyuyor. Bir Stratfor yazışmasında, çeşitli ülkelerde Stratfor’a gönderilen bedellerin bir listesi çıkartılmış. Bu bedellerin masraf parası mı, yoksa maaş ya da prim mi olduğu kesin olarak belirtilmiyor. Aralık 2011 tarihli bu listeye göre Emre Doğru’ya 2.925 dolar gönderilmiş. Aynı listede, enerji ve güvenlik konularında yazdığı kitaplarıyla da tanınan araştırmacı Mehmet Faruk Demir de var. Mehmet Faruk Demir’e ödenen ücret 1.666 dolar olarak belirtilmiş. Mehmet Faruk Demir 1970 Gaziantep Nizip doğumlu özellikle enerji sektörü ve milli güvenlik üzerine yazıları bulunan, Gülen cemaatine yakın Aksiyon dergisinde makaleleri yayınlanmış bir isim. Enerji ve güvenlik alanlarında birçok makalesi ve kitapları yayınlanmış olan Demir’in “ılımlı İslam” çizgisinde olduğuna dair güçlü bir algılama oluşmuş. Belgelerde Türkiye adına temas edilen kişiler arasında adı geçen son kişi olan Fatma Kabasakallı ise daha önce 2005 yılında Zaman Gazetesi’nde Mehmet Faruk Demir’le beraber “İran’a saldırmak imkânsız değil; ama…”[1] adlı ortak bir makale çalışması bulunan bir enerji uzmanı. Ayrıca Demir’in “Çöl Efsanesine Yolculuk: Kendini Arayan NATO” adlı e-kitap çalışmasının önsözünde Kabasakallı’ya kapak tasarımı ve bazı bilgiler için teşekkür ettiği görülüyor.[2] Kabasakallı’nın daha önce New Eurasia Magazine adlı dergide uluslararası ilişkiler ve enerji politikaları üzerine makaleler yazdığı, 1 yıl süreyle Türk Engelliler Federasyonu adına Başbakanlık danışmanlığı yaptığı, kısa süreler için Akşam gazetesinde savunma muhabiri olarak görev yaptığı, Gelecek Uluslararası Danışmanlık şirketinde danışmanlık yaptığı, Star Tv’nin Ankara temsilciliğini üstlendiği görülüyor. 2007-2009 arası iki yıl süreyle Kabasakallı Goldenstar adlı bir yatırım şirketinde danışmanlık yapıyor. Daha sonra ise 1 yıllığına STEAM araştırma merkezinde çalışıyor. Kabasakallı 2,5 yıldır ise www.enerjivadisi.com adresindeki bir sitenin yazı işleri müdürü olarak gözüküyor. Kabasakallı’nın birkaç aylığına Star Tv Ankara temsilciliği çok önemli bir görevde bulunabilmesi güçlü bağlantıları olduğunu gösteriyor. Diğer adı geçen tüm isimlerin de benzer şekilde çok kısa sürelerde yükselebildikleri görülüyor. Bu da ABD’nin Stratfor ve benzeri kurumlar aracılığıyla Türkiye üzerinde dostluk ve müttefiklik ilişkisinin de ötesinde bir etkisinin olduğunu düşündürüyor.


[1] Şu adresten okunabilir; http://www.mfarukdemir.com/haber.asp?haber=21.

[2] Şu adresten ulaşılabilir; http://www.mfarukdemir.com/yayin/kendini_arayan_nato.pdf.


Dr. Ozan Örmeci

16 Mart 2012 Cuma

Milli Bayramlarımız


Prof. Dr. Özer Ozankaya’nın ifadesiyle “Genel olarak bayramlar, bir toplumun ortak üstün değerlerinin ve davranış ölçülerinin bireylerce bilinçli olarak, gerekçeleriyle birlikte kavranıp benimsenmesi, yeni kuşaklara da aktarılması bakımından temel bir işlev yerine getirirler. Bu nitelikleriyle bayramlar toplum yaşamının temel alanlarının kurumlaşmasının ve sağlamlaşmasının ana yolları arasında yer alırlar. Bu aynı zamanda toplumsal bütünleşme ve dayanışma ortamının oluşup pekişmesi demektir”. Ulusal bayramlar yoluyla uluslar cemaatlerden farklılaşır ve bir bütünsellik kazanır. Modern ulusların kurulmasını ve ayakta kalmasını sağlayan bu özel günler, son yıllarda yükselen post-modern trendle birlikte önemini giderek kaybetmeye başlamıştır. Bu sürecin geçici olup olmadığı zamanla ortaya çıkacaktır.

Milli bayramlar eski Türklerden başlayarak Türk milleti için de özel bir önem arz etmiştir. Bayram kavramı ilk defa Kaşgarlı Mahmud’un XI. yüzyılda yazdığı Divar’da görülür. Kaşgarlı, kelimenin aslının “bedhrem” olduğunu, bu kelimeyi Oğuzların “beyrem” şekline çevirdiklerini belirtir. Yine Kaşgarlı’ya göre, “bayram eğlenme, gülme ve sevinme günüdür”. Bayramlar XI. yüzyıl Türk toplumunda, “bayram yeri” adı verilen bir meydanda kutlanmaktaydı. Bayram yeri, özellikle çiçeklerle süslenmekte, çıra veya meşalelerle aydınlatılmaktaydı ki, burası Kaşgarlı’nın ifadesiyle adeta “gönül açan” bir mekân olmaktaydı. Tarihi kayıtlara göre, Türklerin Hunlardan beri bayram ve festival türünden birçok tören ve faaliyetleri vardı. Mesela, Hun Türkleri beşinci ayda, yani ilkbaharda “Lung-cınğ” adı verilen yerde topluca büyük bir bayram yapmaktaydılar. Bu bayramda hem inançla ilgili adetler yerine getirilmekte, hem de türlü müsabakalar düzenlenmekteydi. Dini adet olarak evrenin yaratıcısı “Gök Tanrı” ve kutsal sayılan “yer” için at kurban edilmekteydi. Türk devletlerindeki milli bayramlar hakkında detaylı bilgi için; http://turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM/koca_eski_bayram.pdf

Bu bilgilerin ardından Türkiye Cumhuriyeti devletinin günümüzde kutladığı milli bayramlara göz atalım;

23 Nisan: Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ulusal (milli) bayramlarından ve resmi tatil günlerinden olan 23 Nisan, tarihsel olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Ankara’da ilk kez toplandığı tarih olan 23 Nisan 1920’den alır. 23 Nisan bu ilk mecliste ertesi yıl (1921) “23 Nisan Milli Bayramı” adıyla kutlanmaya başlamıştır. 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması sonrası 1 Kasım 1923’ten itibaren kutlanmaya başlayan “Hâkimiyet-i Milliye Bayramı” ve Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin (Çocuk Esirgeme Kurumu) 23 Nisan 1927’de ilan ettiği ve bu tarihten itibaren kutlanmaya başlayan Çocuk Bayramı’nın birleşmesiyle yıllar içerisinde bu üç farklı olayın birleşimiyle oluşan bir kutlama haline gelmiştir. Fakat 1981’e kadar bu milli bayramın resmi bir adı olmamıştır. 1981 yılında darbe sonrası yönetime gelen Milli Güvenlik Konseyi’nin Ulusal Bayramlar ve Genel Tatiller Hakkındaki Kanım Hükmündeki “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramıdır” kararı ile 23 Nisan kutlamaları resmi bir ada ve statüye kavuşmuştur. 23 Nisan 1979 tarihinden beri Türkiye’deki 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramları gayrı resmi uluslararası bir hüviyete de kavuşmuştur. 1979 yılında Birleşmiş Milletler’de (UNESCO) Uluslararası Çocuk Yılı’nın gündeme gelmesi ile beraber Dünya Çocuk Bayramı kutlamaları uluslararası kamuoyunda düşünülmeye başlanmıştır. Türkiye bu konuda da öncülük yapmak istemiş ve 17 Nisan 1978’de Türkiye’nin elli küsur yıldır kutladığı 23 Nisan’ın Dünya Çocuk Bayramı olması Birleşmiş Milletler’e önerilmiştir. Maalesef Türkiye’nin geçerli ve haklı gerekçelere dayandırdığı bu teklif, Soğuk Savaş döneminin karanlık atmosferinde Batı ve Doğu bloğu ülkelerinin ilgisini çekmemiş ve Türkiye bu konuda yalnız kalmıştır. Ancak Türkiye bundan sonra da bu hususta mücadelesini sürdürecektir. Bu doğrultuda Türkiye ikili ilişkilerini kullanarak 23 Nisan 1979’dan itibaren kutlamalara dünya ülkelerinden çocukları davet etmeye ve onları Ankara’da ağırlamaya başlamıştır. 23 Nisan kutlamaları Türk Devleti’nin bugün belki de az sayıdaki dış prestijini arttıran kutlamalarından birisidir. 23 Nisan kutlamaları ilk yıllarda İstiklal Marşı’nın okunması, şehitler için saygı duruşunda bulunulması şeklinde yapılıyordu. 1927’den itibaren Atatürk’ün teşvikiyle Cumhurbaşkanlığı Bandosu çocuklar için konser vermeye başlamış ve Ankara’da bir çocuk balosu verilmesi geleneği oluşmuştur. 1928’de Dr. Fuat (Umay) Bey’in teklifiyle daha geniş içerikli bir program hazırlanmış, ilanlar verilmiş, halk davet edilmiş, çocuk alayları oluşturulmuş, yarışmalar ve geziler düzenlenmiştir. 1929’daki 23 Nisan’dan önce Himaye-i Etfal Cemiyeti 23-30 Nisan haftasını “Çocuk Haftası” olarak duyurmuş, etkinlikler çoğaltılarak bir haftaya yayılmıştır. Asıl bayram yine 23 Nisan’da kutlanmaya devam edilmiş, çocuk balosu yine Atatürk tarafından himaye edilmiştir. Fakat tüm çabalara karşın bayramın ülke geneline yayılmakta sorun yaşanmıştır. 1933 yılı 23 Nisan’ında Atatürk yeni bir gelenek başlattı. O sabah çocukları makamında kabul etti ve onlarla sohbet etti. O tarihten beri bu uygulama standart bir hal almış ve 23 Nisan kutlamalarının en renkli bölümünü oluşturmuştur. Aynı yıl stadyumlarda beden hareketi gösterileri yapılmaya başlandı. O bayram, Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip Bey’'in kaleme aldığı “Andımız” çocuklar tarafından ilk kez okundu. 1970’lerde artık 23 Nisan Çocuk Bayramı tüm ulustan katılım alan bir bayram halini almıştı. Günümüzde 23 Nisan günlerinde bayram, Türkiye Cumhuriyeti devleti erkânının başta Anıtkabir olmak üzere çeşitli Atatürk anıtlarında yaptıkları resmi törenlerle başlamakta, stadyumlarda ilköğretim öğrencilerinin hazırladığı gösterilerin sergilenmesi ve resmigeçit töreniyle devam etmektedir. Akşamları da büyük şehirlerde fener alayı düzenlenir. Resmi törenlerden sonra bayram yeri olarak nitelendirilen çayırlarda güreşler, koşular ve başka çeşit yarışmalar düzenlenir. Çeşitli sivil toplum örgütleri veya kuruluşlar tarafından düzenlenen etkinlikler yer alır. Önceden belirlenmiş öğrenciler kısa bir süreliğine kurumlardaki devlet memurlarının makamlarına oturur, onlarla orada sohbet edilir. Ayrıca 23 Nisan günü Türkiye’de resmî tatil günüdür. İlköğretim öğrencilerine 24 Nisan günü de tatildir. Daha detaylı ve akademik bir çalışma için; http://pauegitimdergi.pau.edu.tr/Makaleler/854897718_10-23%20N%C4%B0SAN%20M%C4%B0LL%C3%8E%20HAK%C4%B0M%C4%B0YET%20VE%20%C3%87OCUK%20BAYRAMI.pdf

19 Mayıs: 19 Mayıs “Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı” Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin resmi tatil günlerinden ve milli bayramlarından birisidir. 19 Mayıs kutlamaları tarihsel olarak Mustafa Kemal Atatürk’ün Bandırma Vapuru ile Samsun’a çıktığı gün olan 19 Mayıs’tan gelmektedir. Bugün Türk Milli Mücadelesi ve Kurtuluş Savaşı’nın da başlangıç tarihi kabul edilmektedir. Zira bu tarihten sonra Mustafa Kemal devlet görevini bırakarak Anadolu’da milli bir direnişi örgütlemek için harekete geçmiştir. Atatürk bu bayramı daha sonra gençlere armağan ederek, onlara duyduğu önem ve güveni sergilemiştir. 20 Haziran 1938 tarihli kanunla “Gençlik ve Spor Bayramı” olarak kutlanan bu ulusal bayramın adı 12 Eylül 1980 darbesinden sonra “Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı” olarak değiştirilmiştir. Her yıl 19 Mayıs günü Gençlik ve Spor Bayramı Türkiye’nin dört bir yanında spor gösterileri ve törenlerle kutlanır. Üzerinde “Gençlikten Atatürk Sevgisiyle Cumhurbaşkanı’na” yazan ve “Sevgi Bayrağı” olarak adlandırılan dev bir bayrak Kurtuluş Yolu’ndaki Tütün İskelesi’nden karaya çıkarılarak Samsun Valisi’ne verilir. Daha sonra bayrak, Cumhurbaşkanı’na sunulmak üzere genç atletlere teslim edilir. Samsun’dan yola çıkarılarak Amasya, Tokat, Sivas, Erzincan, Erzurum, Kayseri, Nevşehir, Kırşehir ve Kırıkkale’den sonra, 19 Mayıs törenlerinde Ankara’da Cumhurbaşkanı’na sunulur. Yeni değişikliklerle diğer resmi milli bayramlar gibi 19 Mayıs törenlerinin de içeriğinde önemli değişiklikler yaşanacağı ve artık yalnızca başkent Ankara’da stadyum kutlamalarının yapılacağı, diğer şehirlerde kutlamaların okullarla sınırlanacağı yakın dönemde yazılı ve görsel basınımıza yansıdı. Bu yönde hükümete yönelik bazı övgü ve eleştiriler kimi köşe yazarlarınca dile getirildi.

30 Ağustos: 30 Ağustos “Zafer Bayramı” Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin resmi tatil günlerinden ve milli bayramlarından birisidir. Zafer Bayramı, 1922 yılında 26 Ağustos’ta başlayıp, 30 Ağustos’ta Dumlupınar’da Mustafa Kemal’in başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ni (Büyük Taarruz) anmak için kutlanan bayramdır. İşgal birliklerinin ülke sınırlarını terk etmesi daha sonra gerçekleşse de, 30 Ağustos sembolik olarak ülke topraklarının geri alındığı günü temsil eder. Zafer Bayramı, ilk defa 30 Ağustos 1923 günü Afyonkarahisar, Denizli, Kahramanmaraş, Ankara ve İzmir’de kutlanmıştır. Resmi olarak Zafer Bayramı ilan edilmesi ise 1935 yılının Mayıs ayında olmuştur. 30 Ağustos Zafer Bayramı, tüm yurtta törenlerle kutlanır. Devlet erkânı ve birçok vatandaş, Ankara’da Anıtkabir’i, diğer illerde de anıt ve şehitlikleri ziyaret edip, Mustafa Kemal Atatürk’e, silâh arkadaşlarına ve komutasında savaşmış askerlere şükranlarını sunar. Hemen hemen her yerleşim yerinde, askeri birlikler geçit törenlerine katılır. Ayrıca dış temsilciliklerde de çeşitli kutlamalar yapılır. Her yıl, Harp Okulları ve Astsubay Meslek Yüksekokulları bu tarihte mezun verir. Tüm subay ve astsubay rütbe değişiklikleri bu tarihte geçerli olur.

29 Ekim: 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyetimizin ilan edilmesi olayına dayanır. Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde kutlanan milli bir bayram ve resmi bir tatil günüdür. 2 Şubat 1925’te Dış İşleri Bakanlığı’nca düzenlenen bir kanun teklifiyle 29 Ekim’in Cumhuriyet Bayramı olması teklif edilmiştir. Bu teklif Anayasa Komisyonu tarafından incelenmiş ve 18 Nisan’da karara bağlanmıştır. 19 Nisan’da ise TBMM tarafından onaylanmıştır. 629 sayılı bu kanun ile 1925 yılından beri 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı olarak kutlanmaktadır. Cumhuriyet Bayramı’nın kutlandığı Türkiye Cumhuriyeti ve KKTC’de 28 Ekim öğleden sonra ve 29 Ekim tam gün olmak üzere bir buçuk gün resmi tatildir. 29 Ekimlerde stadyumlarda şenlikler yapılır, akşam ise geleneksel olarak fener alayları düzenlenir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet’in Onuncu Yıl kutlamalarının yapıldığı 29 Ekim 1933 tarihinde verdiği 10. Yıl Nutku’nda bu günü “en büyük bayram” olarak nitelendirmiştir.

Dr. Ozan Örmeci