Günümüzde ABD ile birlikte dünyanın süper güçlerinden biri kabul edilen Çin Halk Cumhuriyeti, yakın gelecekte dünyanın en büyük ve güçlü ekonomisine sahip olacaktır. Mao önderliğindeki komünistlerin ülkede kontrolü sağladığı 1949 yılına kadar dağınık, zayıf bir tarım ülkesi olarak kalmış Çin’in son yarım yüzyıldaki büyük ilerlemesi göz kamaştırıcıdır. Ancak Çin’in bu noktaya gelmesi hiç de kolay olmamıştır. Hatta Çin Komünist Partisi’nin 57 yıllık iktidarı boyunca Çin halkı oldukça sıkıntılı dönemler geçirmek zorunda kalmıştır. Bu yazıda Çin Halk Cumhuriyeti’nin sosyal, siyasi ve ekonomik bazı özelliklerini, siyasal tarihini ve son 50 yılda yaptığı büyük aşamaları mercek altına alacağım.
Çin Halk Cumhuriyeti denince akla gelen ilk konulardan biri kuşkusuz ülkenin devasa nüfusu ve hızlı nüfus artışıdır. Bugün nüfusu 1,3 milyara ulaşmış olan Çin’in nüfusu 1950 yılında 535 milyon civarlarındadır. 1970 yılında bu rakam 840 milyonu bulmuş, 1980’lerin başında ise 1 milyarı geçmiştir. Nüfus artışını önlemek için Çin Komünist Partisi son 20 yıldır etkili bir cezalandırma ve az çocuğu teşvik edici ödüllendirme politikaları uygulamaktadır. Çin’in devasa nüfusu kuşkusuz insan kaynağı ve stratejik açıdan önemli bir artıdır. Nitekim Çin’de ucuz işgücünün sağlanması ve geniş bir kara ordusunun kurulması oldukça kolaydır. Ancak gelir adaletsizliğini azaltmak ve halkın refah seviyesini yükseltmek gibi Komünist Parti’nin büyük önem verdiği konular gündeme gelince Çin’in büyük nüfusu ve yüksek nüfus artış oranı kuşkusuz önemli bir sorun haline gelmektedir. Çin Komünist Partisi’nin izlediği başarılı demografi politikalarıyla nüfus artışı son yıllarda normal bir seviyeye çekilmiş gibi görünmektedir. Çin’in en büyük dezavantajlarından birisi de ülkenin hala büyük ölçüde kırsal ve zirai olmasına karşın topraklarının ancak yüzde 20’sinin işlenebilir durumda bulunmasıdır. Nüfus genellikle işlenebilir toprağın bulunduğu alanlarda yoğunlaşmıştır. Komünist Parti sayesinde şehirler de büyümüş ve sınaî üretimin payı giderek artmıştır. Ancak Çin’in sanayileşmesi süreci Great Leap Forward (Büyük İleri Atılım) gibi oldukça başarısız girişimlere de sahne olmuştur. Şimdi Çin Halk Cumhuriyeti’nin siyasal tarihine yakından bir göz atalım.
Başkan Mao önderliğindeki Çin Komünist Partisi devrim sonrası ilk olarak sosyalist hedeflerini biraz erteleyerek ülkenin tamamında kontrolü sağlamaya çalışmıştır. Bilindiği üzere Chiang Kai Shek’in Tayvan’a kaçarak Çin’i temsil ettiğini iddia eden yeni bir hükümet kurması nedeniyle Çin Komünist Partisi uluslararası kamuoyunda ve kurumlarda dışlanmaya çalışılmıştır. Ancak Mao, Batı bloğunun meşruiyetini kazanmak yerine kendi halkına yönelmiş ve Hundred Flowers Campaign (Yüz çiçek açsın bin fikir yarışsın) gibi kampanyalarla iktidarının meşruiyetini yükseltmeye ve devrimin amaçlarını halka yaymaya gayret etmiştir. Ayrıca Sovyetler Birliği ve Doğu bloğu ülkelerinin Çin’e desteği bu dönemde Mao’nun uluslararası platformda konumunu rahatlatmıştır. Bu ilk dönemde tüm önemli endüstriler kamulaştırılmış, yabancı şirketlere el konulmuş ve devletçi sosyalist bir ekonominin temelleri atılmıştır. Ancak Çin’in komünist bir toplum idealine ulaşması için esas önemli olan toprak reformunun gerçekleştirilmesidir. Oldukça katı ve acımasız bir şekilde toprak reformunu gerçekleştiren Mao, bu sayede fakir köylülerin çok büyük bir bölümünün desteğini sağlamıştır. Ancak toprak reformuna direnen toprak sahiplerine karşı kullanılan sert metotlar kimi kesimlerce eleştiri konusu yapılmıştır. 1953 yılında Çin Komünist Partisi Sovyetler Birliği’nden getirilen uzmanların denetiminde hazırlanan ilk beş yıllık kalkınma planını (GOSPLAN) uygulamaya koymuştur. Bu dönemde Çin Halk Cumhuriyeti Sovyetler Birliği’nden ekonomik destek ve teknolojik yardım da almıştır. İlk beş yıllık kalkınma planı ağır sanayinin gelişmesine ve hızlı bir kalkınmaya yönelik idealist bir programdır ve oldukça başarılı olmuştur. Bu plan sayesinde Çin’de elektrik, çelik ve çimento üretimi inanılmaz ölçülerde artmıştır. 1958 yılına gelindiğinde herkes başarılı bir şekilde uygulanan Sovyet tipi beş yıllık kalkınma planının ikincisini beklemektedir. Ancak Mao’nun bu konuda farklı düşünceleri vardır.
Hızlı kalkınmayı, sanayileşmeyi ve bunu kontrol eden, planlayan, yürüten güçlü bir bürokratik elitin oluşmasını sosyalist idealler için büyük bir engel olarak görmeye başlayan Çin’in efsanevi lideri Mao; 1958 yılında İkinci beş yıllık kalkınma planı yerine kendi planı olan Great Leap Forward’ı uygulamaya koyar. Kırsal bölgelerde büyük komün çiftliklerinin yapılmasına ve zirai üretimin endüstrileşmeyle aynı anda arttırılmasına dayalı bu plan büyük bir başarısızlıkla sonuçlanmış ve Batılı kaynaklara göre kıtlık nedeniyle beş yıl içerisinde 10 milyon civarında insanın hayatına mal olmuştur. Bu büyük ileri atılım projesinin fiyaskoya dönüşmesi sonrası Nikita Kruşçev’in başlattığı Destalinizasyon sürecine tepki olarak Sovyetler Birliği’ni “goulash communism” yapmakla suçlayan ve bu nedenle Sovyet desteğini kaybeden Mao halkın kendisine duyduğu büyük saygı ve sevgiye rağmen oldukça zor durumdadır. Her zaman “politics take command” diyen yani ekonomik, sosyal her olayın Marksist, Maoist ilkeler doğrultusunda belirlenmesi gerektiğini ifade eden Mao’nun partisinde bu dönemden itibaren iki farklı grup ön plana çıkmaya başlamıştır. Radikal Maoist olarak adlandırabileceğimiz bir grup Maoist ilkelerden vazgeçmeden ve realpolitik hesaplamalara girmeden partiyi ve ülkeyi yönetmek isterken, ılımlılar olarak adlandırabileceğimiz bir diğer grup Great Leap Forward’ın büyük bir felaketle sonuçlanması nedeniyle partinin ideolojik katılığının insan hayatını hiçe sayar hale gelmesini eleştirmiş ve ekonomide daha reformist, siyasette de daha pragmatist bir çizgi benimsemiştir. Ancak reformistler Mao’nun eleştirilemez kişiliğinin de etkisiyle halen partide zayıf konumdadırlar.
1960’lı yıllarda ılımlıların eleştirilerini göz önünde bulunduran ve bu gruba daha yakınlaşan Liu Shaoqui ve Deng Xiaoping gibi Çin Komünist Partisi liderleri ekonomiyi bir nebze olsun düzeltmeyi başarmışlar ve yeniden bir sanayileşme hamlesi başlatmışlardır. Ancak Deng ve Liu’nun yani partinin bürokratik kanadının hızla güçlendiğini ve adeta ayrı bir sınıf oluşturmaya başladığını düşünen Mao, toplumda yeni bir heyecan yaratmak ve devrim sonrası oluşan bürokratik eliti yok etmek amacıyla 1966 yılında büyük kültür devrimi olarak bilinen “Great Proletarian Cultural Revolution”ı başlatmıştır. Parti liderlerini ağır bir şekilde eleştiren ve birçok önemli kişiyi kapitalist yolu izlemekle (capitalist roader) suçlayan Mao’nun küçük “kızıl kitap”ından etkilenen genç Çinliler Kızıl Muhafızları oluşturmuş ve birkaç yıl boyunca ülkedeki eğitim ve üretim durmuştur. Kızıl Muhafızlar bu dönemde parti yöneticilerine yönelik saldırılarda bulunmuş, binlerce kişi linç edilmiştir. Çatışmaların artması üzerine Çin Kurtuluş Ordusu (PLA) olaya el koyarak statükoyu sağlamıştır. Ancak geçen birkaç yıl içerisinde üniversiteler eğitime ara vermek, fabrikalar üretimi yavaşlatmak zorunda kalmış; Mao’nun devrim sonrası yozlaşmayı önlemek için tasarladığı kültür devrimi yapıcıdan çok yıkıcı etkiler bırakmıştır. Kültür devrimi sayesinde Mao’nun karısı Jiang Qing’in başını çektiği “Gang of Four” (Dörtlü Çete) partide kontrolü sağlamış ve Deng Xiaoping siyasetten uzaklaştırılmıştır. 1970’li yılların başında Mao’ya yakın olmasına karşın ılımlı kabul edilebilecek Zhou Enlai Çin Komünist Partisi’nin başına geçmiştir. Zhou Enlai 1970’li yıllarda Çin Halk Cumhuriyeti’nin ABD ile başlayan yakınlaşmasının (detant) da mimarı olmuştur. Enlai Mao ile Deng’in aralarını düzeltmiş ve Deng’e yeniden partide üst düzeyde bir görev vermiştir. Ancak katı Maoistler ve ılımlılar arasındaki rekabet Mao’nun ve Zhou Enlai’nin 1976 yılındaki ölümleri (year of the tiger) sonrası yeniden şiddetlenmiştir. Gang of Four Deng’i partiden yeniden uzaklaştırmış ancak mücadeleyi bırakmayan Deng kendi yandaşlarını parti içinde çok iyi örgütleyerek Mao’nun varisi olarak önceden belirlenmiş Hua Guofeng’in yerine partinin başına geçmiştir. Gang of Four’u partiden uzaklaştıran ve Hua Guofeng’i etkisiz bir konuma getiren Deng Xiaoping böylelikle partide kesin kontrolünü sağlamıştır.
Zaten Çin Halk Cumhuriyeti’nin bir süper güce evrilmesinde belki de en büyük payı olacak kişi de Deng Xiaoping olacaktır. Deng yaptığı reformlarla Çin’in bir endüstri devine dönüşmesine neden olan liderdir. Mao’nun Great Leap Forward öncesi başarıyla uyguladığı modernizasyon ve endüstrileşme programının sağladığı altyapı sayesinde reformlarıyla ülkeyi bir dünya ekonomik devi haline getiren Deng, teknolojiye verdiği büyük önemle hatırlanabilir. İdeolojik katılığı bir kenara koyan ve daha realist, pragmatist bir siyaset izleyen Deng, ABD ve Batı bloğuna dâhil birçok ülkeyi Çin’in önemli ekonomik partnerleri haline getirmiştir. Siyasal alanda da önemli reformlar yapan Deng yine de 1989 yılında Tiananmen Meydanı’nda iktidar karşıtı gösteri yapan muhalif öğrencilerin üzerine ateş açtırmakta sakınca görmemiştir. Deng döneminde Çin toplumunda gözle görülür bir sınıflaşma vakası gerçekleşmiş, ticaretle uğraşan yeni şehirli bir zengin sınıfı oluşmuştur. Nitekim bugün Çin’deki komünist düzenin üzerindeki en büyük tehdidi bu hızlı sınıflaşma süreci oluşturmaktadır. Ancak kapitalist ülkeleri kendi silahları olan serbest piyasa mekanizmasıyla vuran Çin'de, Deng Xiaoping sonrası zengin ve yoksul arasındaki uçurumu büyüten hızlı ekonomik gelişimin zararlı etkilerini ortadan kaldırmaya yönelik alternatif planlar üzerinde çalışmalar başlatılmıştır. Deng sonrası başa geçen Jiang Zemin, Deng’in reformlarına kaldığı yerden devam etmiş ve Çin’in küresel ekonomideki önemi ve payı artmaya devam etmiştir. Bunun yanı sıra Zemin, Falun Gong tehlikesine karşı sert yöntemler izlemiş ve Komünist Parti gücünü ve meşruiyetini korumaya onun döneminde de devam etmiştir. 2003 yılında yapılan kongre sonrasındaysa üçüncü kuşak liderlerin sonuncusu olan Zemin’in yerine genç Hu Jintao partinin genel sekreteri ve devlet başkanı olmuştur.
Çin’in 50 yıl gibi kısa bir sürede üstelik bunca aksilik ve soruna rağmen gerçekleştirdiği inanılmaz büyük ekonomik atılım konusunda muhakkak ki çıkarılması gereken dersler vardır. Öncelikle ilk çıkarılması gereken ders teknoloji ve endüstrileşme konusunda geri kalmış ülkelerin küresel piyasa sistemine dâhil olma konusunda ısrar ediyorlarsa öncelikle kendi ekonomilerini buna hazırlamalarının gerektiğidir. Çin’de Mao döneminde başlatılan altyapı yatırımları ve teknolojik gelişmeler Deng döneminde hızlandırılmış ve günümüzde meyvelerini vermektedir. Küresel piyasa ekonomisine dâhil olacak bir ülkenin bu sistemden zararlı çıkmamak için muhakkak şekilde milli ekonomisini güçlü bir şekilde oluşturmuş olması gerekmektedir. Çin dışarıya kapalı geçirdiği birkaç on yıl sonrasında bugün bir dünya devi olarak karşımızdadır. Ancak çok zor koşullarda kurulmuş ve gerici-isyanlarla, Büyük Buhran’la, İkinci Dünya Savaşı’yla uğraşmak zorunda kalmış Türkiye için dışarıya kapalı geçirilen dönem Çin Halk Cumhuriyeti kadar verimli olamamıştır. Daha sonrasında ise çok partili rejime geçilmesi, Cumhuriyet coşkusunun törpülenmesi ve Türkiye’nin siyasal ve ekonomik olarak giderek Batı bloğunun kontrolüne girmesiyle büyük bir imparatorluğun mirasçısı olan Türkiye bugün ekonomik olarak orta ölçek bir ülke haline getirilmiştir.
Çin Halk Cumhuriyeti mucizesinden çıkarılacak bir diğer önemli ders; teknolojik araştırmaların, teknoloji taklidinin ve araştırma-geliştirme çalışmalarına devletçe verilecek önemin, desteğin üst düzeyde olması gerekliliğidir. Bugün Çinli öğrenciler dünyanın dört bir yanında üniversiteler akın etmekte ve özellikle mühendislik ve fen bölümlerinde çok başarılı çalışmalara imza atmaktadırlar. Türkiye ise Batı’ya bağımlı hale getirildiği, güdükleştirildiği NATO süreci sonrasında halen kendini toplamış ve teknolojiye yatırım yapar bir çizgide değildir. Vizyonsuz sağ siyaset nedeniyle Türkiye bırakın araştırma-geliştirme çalışmalarını, teknoloji taklidini bile becerememekte ve halen teknolojiyi ithal etmeye çalışmaktadır. Elbette giderek acımasızlaşan küresel sistemde böyle bir mantıkla Türkiye “kaybeden” olmaya mahkûmdur.
Çin Halk Cumhuriyeti’nin siyasal hayatından çıkarılacak çok önemli bir diğer ders; toplumsal coşku ve ulusal kimliğini korumanın bir ülke açısından ne denli faydalı olduğu gerçeğidir. Mao’nun birçok politikasına karşı olmasına karşın Deng Xiaoping asla bir karşı-devrimci olmamış ve her fırsatta bu büyük liderin hakkını teslim etmiş, devrim coşkusunu canlı tutmuştur. Bunun yanı sıra Deng öneminde Çin’in milli kimliğinin korunması için önemli adımlar atılmış, ülke dışarıya açılmasına karşın kültürel emperyalizme teslim olmamıştır. Ancak tüm eksikliklerine karşın ilerici, iyi niyetli ve halkçı bir hareket olan Kemalist Devrim karşı-devrim sürecinde bugün oldukça zayıflatılmış durumdadır. Elbette bunun nedenleri Çin gibi Batı bloğunun etki alanı dışında kalmayan, Avrupa’nın dibindeki NATO üyesi bir ülke olan Türkiye için, içeride olduğu kadar dışarıda da aranmalıdır. Ancak Türkiye’nin; tüm kesimleriyle kompradorlaştırıldığı Avrupa Birliği ve küreselleşme sürecinde ulusal kimliğini ve kendi devriminin coşkusunu unutması-kaybetmesi, iddiaların aksine halen ulus-devlet temelinde yürüyen küresel sistemde onun kaybeden bir devlet olmasına ve toplumunun da daha zor koşullarda yaşamaya başlamasına neden olacaktır.
Bir dünya devi olma yolundaki Çin Halk Cumhuriyeti’nin uluslararası ilişkilerde izleyeceği yol ve ABD ile AB’ye rakip olarak oluşturması beklenen bir diğer blok 21. yüzyıldaki dünya siyasetine yön verecek olan en önemli olaylardan birisidir.
Ozan Örmeci
Çin'in nüfus ve iş gücü olanaklarını bildiğiniz halde türkiye ile karşılaştırmak gibi bir saçmalığa girişmenz ilginç olmuş. Aynı sizin bahsettiğiniz o dışa kapanan sistemi şu anda uygulayan, dışa kapalı ve alayına tektipçi ve hatta ne yazık ki aşırı ulusçu bir sisteme sahip kuzey kore'de durum nedir? türkiye sizin dediğiniz ulusçu vs saçma sapan sistemlerle bir yere varamaz. Önerdiğiniz şeyin insancıllığını geçtim: tek tip ulusçuluğun kazanacağı bir yer değil türkiye. Bir tarafın diğerine nüfussal açıdan öyle ezici bir üstünlüğü yok. Eskiden işe yarayacağını iddia edebilirsiniz,belki haklı da olabilirsiniz, ama günümüz için bu söyledikleriniz bizim bakkal hamdinin ağzından çıkacak herhangi bir sözün ülke ideolojisi haline getirilmesinden farksız olacaktır. iyi günler.
YanıtlaSil