Sayfalar

6 Mart 2025 Perşembe

Avrupa Güvenliği ve Ukrayna'nın Geleceği Konusunda Ayrışan Perspektifler: Trump vs. Macron

 

Giriş

Ukrayna'nın geleceği ve Rusya ile üç yıldır devam eden savaşın nasıl sonuçlandırılacağı konusunda ABD Başkanı Donald Trump'ın seçilmesiyle birlikte diplomatik ve siyasi çevrelerde büyük bir ivmelenme yaşanırken, bu konuda mevcut ABD yönetimi ve Avrupa devletleri ile Avrupa Birliği (AB) arasında çok ciddi bir ayrışmanın yaşandığı da fark edilmektedir. Bu da, NATO içerisinde çatlak yaratmak isteyen Rusya ve Çin gibi Batı-dışı devletleri oldukça memnun etmektedir. Bu durum, ABD Başkanı Donald Trump'ın ABD Kongresi'ne hitap ettiği 4 Mart 2025 tarihli "State of the Union" (Birliğin Durumu) konuşması ile Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un ulusa seslendiği 5 Mart 2025 tarihli televizyon konuşması ile bir kez daha görülmüştür. Bu yazıda, bu iki konuşmadaki yaklaşım farklılıkları ve Ukrayna krizine dair iki Batılı liderin birbirleriyle çelişen bakış açıları değerlendirilecektir.

Donald Trump'ın Birliğin Durumu Konuşması

ABD Başkanı Donald Trump'ın ABD Kongresi'ne hitap ettiği "Birliğin Durumu" konuşması, ABD ve uluslararası kamuoyunda büyük yankı yaratmıştır. Konuşmasında daha ziyade Amerikan iç siyasetine dair birçok farklı konuya değinen ve kısa süre içerisinde yaptıklarını öven Trump, bunun yanında dış politika bağlamında Avrupa güvenliği ve Ukrayna'nın geleceğiyle alakalı olarak da oldukça önemli şeyler söylemiştir.

Konuşmasının 37. dakikasında gümrük tarifeleri konusuna değinen Trump, Avrupa Birliği'nin geçmişte ABD'ye gümrük tarifeleri uyguladığını vurgulamış ve artık kendilerinin de ABD'ye gümrük uygulayan devletlere karşı önlemler alacaklarını söylemiştir. Trump, bu bağlamda AB'nin yanı sıra Çin, Brezilya, Hindistan, Meksika ve Kanada gibi ülkelerin ismini zikretmiştir. Bu şekilde, ABD Başkanı, yeni dönemde ABD ile AB arasındaki ticaret düzeninin serbest ticaretten ziyade korumacı bir mantıkla gerçekleşeceğinin sinyallerini vermiştir. 

Ukrayna konusuna da konuşmasında birçok defa vurgu yapan ABD Başkanı, konuşmasının ilk dakikalarında Ukraynalılar ve Rusların gereksiz yere birbirlerini öldürdüklerini söyleyerek, ABD'de kendisinden önceki Demokrat Joe Biden yönetiminin Ukrayna'ya yüz milyarlarca dolar gönderdiğini ve bu gereksiz savaşı finanse ettiğini vurgulamıştır. Savaşta genç Ukraynalılar ve Rusların öldüklerine değinen Trump, bir Amerikalı olmasına rağmen bu savaşı durdurmaya çalıştığını, oysa Avrupalıların yakın geçmişe kadar Rusya'dan petrol ve gaz alarak Ukrayna'ya yaptıkları askeri yardımın çok daha fazlasını Rusya'ya yaptıklarının altını çizmiştir. Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski'den -Oval Ofis'teki yaşadıkları tartışmaya rağmen- kısa süre önce bir mektup aldığını anlatan Donald Trump, Zelenski'nin bu mektupta kendisinin güçlü liderliği altında Rusya ile anlaşmaya yakın olduğunu bildirdiğini ve bu bağlamda Kiev'e egemenlikleri ve bağımsızlıklarını sağlama konusunda mümkün olduğunca yardımcı olacaklarını ilan etmiştir. Ukrayna liderliğinin nadir madenler konusundaki anlaşmayı da kabul ettiğini sözlerine ekleyen Trump, Rusya yönetimi ile de ciddi müzakereler içerisinde olduklarını ve Moskova'nın da anlaşmaya yakın olduğunu söylemiştir. 

Emmanuel Macron'un Ulusa Sesleniş Konuşması

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un konuşması ise Trump'ın konuşmasından farklı olarak sıklıkla Rusya tehdidine vurgu yapılan ve bu bağlamda Ukrayna'nın direnişinin desteklenmesi gerektiğinin altını çizen bir retoriğe sahne olmuştur. Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısıyla 2022'de başlayan Ukrayna Savaşı'nın milyonlarca insanın ölümü ve zorunlu göçüne neden olduğunu belirten Macron'a göre, müttefikleri ABD, bu savaşı Avrupa güvenliğini riske atacak şekilde durdurmaya ve Avrupa ülkelerine yönelik tarifeler uygulayarak ekonomik ilişkileri bozmaya çalışmaktadır. Fransa Cumhurbaşkanı'nın düşüncesinde, üç yılı aşkın süredir devam eden Rusya-Ukrayna Savaşı, Avrupa güvenliğine doğrudan bir tehdit oluşturmakta ve bu nedenle de Avrupa ülkeleri Rusya'ya karşı kapsamlı yaptırımlar uygulamaktadır. Rus tehdidinin gerçek ve Avrupa sınırlarının dibinde olduğunu belirten Macron, Rusya'nın bu savaşı Kuzey Kore askerleri ve İran güçleri de kullanarak Batı'ya karşı toptan bir mücadeleye dönüştürdüğünü ve Moldova ve Romanya gibi Avrupalı ülkelerin seçim süreçlerine müdahale ederek Avrupa demokrasilerini destabilize ettiğini iddia etmiştir. Rusya'nın Avrupa'daki hastanelerin internet sistemlerine ve sosyal medya üzerinden üretilen yalanlarla Avrupa demokrasilerine de saldırdığını söyleyen Macron, bu şekilde Moskova'nın Avrupa'nın sınırlarını test ettiğini belirtmiştir. 

Bu bağlamda Moskova'ya karşı sert durulması gerektiğini, zira Rusya'nın savaşı sonlandırmak yerine askeri harcamalarını ve üretimlerini daha da arttırarak Avrupa'ya doğrudan tehdit oluşturduğunu söyleyen Fransa Cumhurbaşkanı, ancak Rusya'nın barışçıl hale getirilmesiyle barışın sağlanabileceğini vurgulamıştır. Rusya'nın yaptıklarını kabul etmenin hatalı olacağını belirten Macron, barış girişimlerini desteklediklerini, ancak Ukrayna'nın topraklarını savunmasının desteklenmesi gerektiğini ve Rusya'nın istediği koşullarda bir barışın kabul edilemeyeceğini vurgulamıştır. Rusya'nın sözlerine asla güvenilemeyeceğini de hatırlatan Macron, Moskova'nın 2014 Minsk Protokolü'ne uymayarak 2022'de Ukrayna'ya savaş açtığını ve gelecekte de barışın garanti altına alınmaması durumunda anlaşmaları ihlal edebileceğini ifade etmiştir. Ukrayna'nın direnişinin Avrupa'yı koruduğunu ve bu konuda Alman, İngiliz ve diğer Avrupalı meslektaşlarıyla aynı görüşte olduklarını söyleyen Macron, bu bağlamda Avrupa Birliği Ordusu fikrini tetikleyebilecek güvenlik risklerini sıklıkla gündeme getirerek konuşmasını tamamlamıştır. Macron, bu bağlamda Avrupa'da askeri harcamaların arttırılmasını ve Avrupa'nın kendi savunma kapasitesini oluşturmasını da birçok defa vurgulamış ve Fransa'nın nükleer gücünü (force de frappe) hatırlatmıştır. 

Sonuç

İki konuşma kıyaslandığında, Batı'nın köklü iki Cumhuriyet rejiminde Ukrayna ve Rusya ile ilişkiler konusunda birbirine taban tabana zıt yaklaşımların oluştuğu görülmektedir. ABD Başkanı Donald Trump, Avrupa güvenliği konusuna ilgisiz ve Rusya'nın gelecekteki olası saldırganlığı konusunda daha kayıtsız gözükürken, Fransa Cumhurbaşkanı bunu varoluşsal bir tehdit olarak öne çıkarmakta ve acilen harekete geçilerek Avrupa'nın güvenliğinin sağlanması gerektiğini düşünmektedir. Macron, Ukrayna konusunda durdurulamayan Rusya'nın Avrupa'yı yakın gelecekte daha da karıştırabileceğini düşünürken, Trump bu konuyu gündemine almamakta ve ABD'nin iç politik ve sınır güvenliği meselelerini öne çıkararak daha izolasyonist bir politika izlediğini göstermektedir. Trump, Ukrayna'yı acil ve Rusya'nın kazanımlarının olacağı bir barışa sürükleyerek ölümleri durdurmak istediğini belirtirken, Macron Ukrayna'nın direnişinin Avrupa'yı güvende tuttuğunu ve Ukrayna'nın desteklenerek Kiev'in istediği koşullarda bir barışın yapılması gerektiğini vurgulamaktadır.

Bu iki Batılı liderin yaklaşımlarını kıyasladığımızda, uluslararası hukuk ve yerleşik Birleşmiş Milletler normları açısından Macron'un haklı olduğu, ancak uluslararası siyasetin güçle yakından alakalı reel politik yapısı nedeniyle Trump'ın yaklaşımının da iyi anlaşılması gerektiği görülmektedir. Rusya'nın Avrupa güvenliğine yönelik tehdidi gerçek dahi olsa, NATO dağılmadığı sürece Moskova'nın böyle bir şey yapmasının delilik olacağı, Rusya'nın Avrupa ülkelerine askeri olarak bir hamle yapması durumunda bile bu ülkelerde ve toplumlarına hoş karşılanmayacağı, Rusya'nın son yıllarda giderek artan şekilde ticaret ve siyaset olarak Avrupa ülkeleri yerine Çin, Hindistan ve İran gibi BRICS ülkeleriyle entegre olduğu ve yüzünü doğuya döndüğü ve bu bağlamda Macron'un endişelerinin haklı ama abartılı olduğu düşünülebilir. Ancak elbette Macron'un ima ettiği şekilde Rusya'yı gelecekte caydıracak bir AB Ordusu'nun kurulması ve işlevsel hale getirilmesi Avrupa güvenliği açısından son derece doğru bir adım olabilir. Zira rasyonel bir otoriter lider olan Vladimir Putin sonrasında Rusya'nın başına kimin geçeceği belli değildir ve Rusya dinamiklerinde Batıcı liberal bir liderin işbaşı yapması kolay gözükmemektedir. Bu nedenle, Avrupa güvenliğine yönelik endişeler haklı olabilir. Yine de, Fransız halkı ve Avrupa halklarına acil ve büyük bir Rus korkusu veya Rusofobi yüklemek bence yanlış olacaktır. Zira Soğuk Savaş sonrası büyük güç kaybeden ve Ukrayna'yı dahi kendi tarafında tutamayan Rusya'nın zengin Avrupalı devletler ve halklarını kontrol altına alması gibi bir ihtimal gerçekte söz konusu değildir. Avrupa hakları demokrasiyi özümsemiş ve kendi Birliklerini oluşturabilmiştir. Rusya, bundan sonra ancak kendi yakın çevresinde önemli bir güç olabilecektir. 

Sonsöz, ABD ile Avrupa devletleri arasında son dönemde yaşanan ayrışma riskli bir gidişat olsa da, ABD'nin kendi Asya-Pasifik öncelikleri ve Avrupa'nın yeniden kendi güvenliğini kendisinin sağlaması gibi hususlar temelinde AB Ordusu'nun oluşturulması bağlamında, bu sürece pozitif yaklaşmak da mümkündür. 

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

4 Mart 2025 Salı

Prof. Dr. Ozan Örmeci'nin Daktilo1984 Mülakatı: "AB’nin geleceği ne olacak? AB Ordusu’nun oluşturulması kesinlikle mümkündür"

 

İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) bölümü başkanı ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Prof. Dr. Ozan Örmeci, popüler akademik site Daktilo1984'e özel bir röportaj vererek AB'nin geleceğine dair fikirlerini paylaştı. Aşağıdaki linkten bu mülakatı okuyabilirsiniz.


3 Mart 2025 Pazartesi

Ukrayna Konusunda Hızlanan Diplomasi

 

Giriş

Geçtiğimiz yıl Kasım ayında yapılan seçimler sonucunda Amerika Birleşik Devletleri'nin (kısaca ABD) 47. Başkanı olarak Ukrayna-Rusya Savaşı konusunda Moskova'ya karşı çok daha ılımlı bir duruşu olan Donald John Trump'ın seçilmesiyle birlikte, üç yılı aşkın süredir devam eden Rusya-Ukrayna Savaşı'nın ateşkes ve barış anlaşmasıyla sonlandırılması konusunda diplomatik girişimler bir anda hızlandı. Bu, Trump'ın, seçim kampanyası döneminde, "Joe Biden yerine savaşın başladığı süreçte Başkan olsaydı Ukrayna-Rusya Savaşı'nın hiç başlamamış olacağı" ve "yeniden seçilirse savaşı bir günde sona erdireceği" gibi iddialı söylemleri de hesaba katılırsa, hiçbir şekilde sürpriz bir gelişme olmayıp, ABD'nin bilhassa Batılı ülkeler üzerinde çok etkili olan askeri, siyasi-diplomatik, ekonomik ve kültürel üstünlüğü nedeniyle bu sürecin devam etmesi olası gözükmektedir. Bu bağlamda, bu yazıda, geçtiğimiz ay içerisinde hızlanan Ukrayna diplomasisi bağlamında yaşanan baş döndürücü gelişmeleri özetleyeceğim.

Başkan Trump'ın Başlattığı Ukrayna-Rusya Barış Süreci

Seçim kampanyasında verdiği tüm sözleri gayret etmeye çalışan ABD Başkanı Donald J. Trump, Beyaz Saray ve Oval Ofis'te göreve başlamasının ardından çok da vakit kaybeden Ukrayna-Rusya barışı için harekete geçti ve ilk kez 12 Şubat 2025 tarihinde Rusya Federasyonu (kısaca Rusya) Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski ile uzun bir telefon diplomasisi gerçekleştirerek bu konudaki ilk girişimlerini yaptı. Trump, bu girişimlerinin olumlu geçtiğini de sosyal medya hesabından yaptığı açıklamalarla (birinci açıklama ve ikinci açıklama) duyurdu.

ABD ile Rusya arasında başlayan yakınlaşma süreci ve ABD Başkanı Donald Trump'ın yakında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'le görüşebileceğini açıklaması, Ukrayna'ya Rusya karşısında askeri, siyasi ve ekonomik olarak çok büyük destekler veren Avrupa Birliği (kısaca AB) üyesi devletleri ve Birleşik Krallık'ı bir ölçüde rahatsız ederken, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron öncülüğünde 17 Şubat 2025 tarihinde Paris'te önemli bir zirve düzenlendi. Birleşik Krallık (İngiltere), Almanya (Olaf Scholz), Polonya (Donald Tusk), İtalya (Giorgia Meloni) ve Danimarka'dan (Mette Frederiksen) liderler ile NATO Genel Sekreteri Mark Rutte, AB Konseyi Başkanı Antonio Costa ve Avrupa Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen’in katıldığı toplantıda, savaş sonrası barışın devamlılığı için Zelenski’nin talep ettiği barış gücü konusu ele alındı, ancak bu konuda herhangi bir uzlaşma sağlanamadı. Zirvede Birleşik Krallık Başbakanı Starmer Ukrayna'ya barış gücü kapsamında asker göndermeye hazır olduklarını ifade ederken, İtalya Başbakanı Meloni toplantıya geç geldi ve toplantının Trump karşıtı bir faaliyet olmasını eleştirdi. NATO'nun yeni Genel Sekreteri Mark Rutte askeri harcamaların arttırılması konusunu gündeme getirirken, Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un da Starmer gibi uzlaşma sağlanması halinde Ukrayna'ya barış gücü konuşlandırılmasını desteklediği vurgulandı.

Trump'ın başlattığı sürecin devamında ABD'li ve Rus üst düzey yetkililer 18 Şubat 2025 tarihinde Suudi Arabistan'da bir araya gelirlerken, Soğuk Savaş döneminin iki süper gücü ve günümüzün de en etkili nükleer güçleri arasında Ukrayna konusundaki müzakereler de resmen başlamış oldu. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Salman’ın isteği ve tarafların oluruyla Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan’ın kolaylaştırıcılığında Diriyah şehrindeki Diriyah Sarayı’nda bir araya gelen iki ülke Dışişleri Bakanları (Marco Rubio ve Sergey Lavrov) ve mahiyetlerindeki üst düzey diplomatlar (ABD adına Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz ve Özel Temsilci Steven Witkoff, Rusya adına ise Devlet Başkan Yardımcısı Yuriy Uşakov), yalnızca Ukrayna krizini değil, Rusya'ya yönelik ABD tarafından uygulanan yaptırımları da konuşarak daha kapsamlı bir diplomatik girişime imza attılar. Görüşme sonucunda ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, şu hususlarda uzlaşıldığı vurgulandı:

1. Diplomatik misyonların işleyişini normalleştirmek için gerekli adımları atmak amacıyla ikili ilişkilerdeki rahatsızlıkları ele almak üzere bir istişare mekanizması oluşturmak.

2. Ukrayna’daki çatışmayı kalıcı, sürdürülebilir ve tüm taraflarca kabul edilebilir bir şekilde mümkün olan en kısa sürede sona erdirecek bir yol üzerinde çalışmaya başlamak üzere ilgili üst düzey ekipleri atamak.

3. Ukrayna’daki çatışmanın sona erdirilmesinden doğacak ortak jeopolitik çıkarlar ve tarihi ekonomik ve yatırım fırsatları konularında gelecekteki iş birliği için zemin hazırlamak.

4. Sürecin zamanında ve verimli bir şekilde ilerlemesini sağlamak üzere angaje olmaya devam etmek.

Toplantıya Ukrayna ve AB'yi temsilen hiçbir yetkilinin katılmaması eleştiri konusu yapılırken, Lavrov ve Rubio'nun karşılıklı ılımlı açıklamaları ABD ile Rusya arasındaki yakınlaşmanın gerçek olduğunu ve bu bağlamda Ukrayna'daki ateşkes ve barış girişimlerinin başarı şansının hiç de düşük olmadığını düşündürdü. Buna karşın, Lavrov, Paris Zirvesi'nde gündeme gelen barış gücü önerisini kabul etmeyeceklerini bildirdi. Deneyimli devlet adamının "tarafların bu defa birbirlerini yalnızca dinlemediği ve anladığı" yönündeki açıklamaları da Batı dünyasında büyük ses getirdi.

Paris ve Suudi Arabistan'daki eşzamanlı toplantıların yarattığı ikilik ortamında, Fransa Cumhurbaşkanı Macron ABD Başkanı Trump'ı 24 Şubat 2025 tarihinde Beyaz Saray'da ziyaret ederken, Macron ile Trump'ın birbirlerine karşı saygılı ama bazı konularda uzlaşmaz tavırları bu ziyarette teyit edilmiş oldu. Bu ziyarette Trump adeta siyasetin güce ve Realizm esaslarına dayalı karanlık yüzünü temsil ederken, Macron da uluslararası hukuk ve İdealizme dayalı evrensel demokratik değerleri gündeme getiren aydınlık yüzünü temsil ediyordu. Ancak iki liderin dostane çabalarına karşın Washington ile Brüksel arasında Ukrayna'da barışın nasıl sağlanacağı ve Moskova ile ilişkilerin nasıl yürütüleceği konusunda Batı dünyasında yaşanan uyuşmazlık bu ziyarette de görülmüş oldu.

Macron sonrasında Beyaz Saray'ı ziyaret eden ikinci Batılı lider Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer olurken, Sir Starmer, Trump'a, bir istisna olarak İngiltere Kralı III. Charles'ın kendisini ikinci defa resmen Londra'ya çağırdığını bildiren özel davetiyeyi ileterek Ukrayna konusunda yaşanan gerginlik bağlamında Transatlantik ilişkilerdeki gerilimi yumuşatmaya çalıştı. İki lider ekstra gümrük vergileri olmadan serbest ticaretin geliştirilmesi hususunda mutabık kalırlarken, ülkesine dönüşünde, Starmer, Başkan Trump'ın Ukrayna'da kalıcı barış istediğine dair inancını ortaya koydu ve Trump'a destek olduğunu açıkladı.

Ukrayna konusundaki diplomatik girişimler, ABD Başkanı Donald Trump'ın, Başkan Yardımcısı J.D. Vance ile birlikte Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski'yi Beyaz Saray'da kabul ettiği 28 Şubat 2025 tarihli zirveyle devam etti. Ancak taraflar arasında yaşanan sert tartışma nedeniyle büyük bir felakete ve skandala dönüşen bu görüşme, Zelenski ve Ukrayna'yı uluslararası kamuoyu önünde çok zor duruma düşürürken, ABD yönetimine yönelik Avrupa'daki tepkileri de arttırdı. Bu anlamda en çok Rusya'yı memnun eden görüşme, Zelenski'nin takım elbise giymemesi, ülkesinin Rus işgali altındaki topraklarını savunmaya gayret etmesi, ABD iç siyasetine Demokrat Parti lehine müdahil olması, ABD'ye yeterince teşekkür etmemesi ve ABD'ye kendi koşullarını dikte ettirmeye çalışması gibi bir bölümü oldukça garip argümanlar üzerinden Ukrayna Başkanı'na yönelik bir saldırı şovuna dönüşürken, Avrupa ile ABD arasında açılan makası da teyit etmiş oldu.

Ukrayna konusunda diplomatik girişimler 1-2 Mart tarihlerinde Ukrayna lideri Volodimir Zelenski'nin İngiltere (Londra) ziyaretiyle devam etti. Toplam 18 ülkeyi temsilen 19 lider ve üst düzey temsilcisinin (Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer, Ukrayna lideri Zelenski, Almanya Başbakanı Scholz, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Norveç Başbakanı Jonas Gahr Store, AB Konseyi Başkanı Costa, Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Kanada Başbakanı Justin Trudeau, Çekya Başbakanı Petr Fiala, Hollanda Başbakanı Dick Schoof, Romanya (geçici) Devlet Başkanı Ilie Bolojan, Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen, İsveç Başbakanı Ulf Kristersson, Finlandiya Cumhurbaşkanı Alexander Stubb, İtalya Başbakanı Meloni, İspanya Başbakanı Pedro Sanchez, Polonya Başbakanı Tusk ve NATO Genel Sekreteri Rutte) katıldığı ziyaret sırasında Beyaz Saray'da yaşanan skandal tartışmaya rağmen ABD ile ülkesindeki nadir minerallerin çıkarılması konusunda anlaşmaya destek olduklarını açıklayan Zelenski, Avrupa'dan aldığı destekle biraz olsun moral topladı. Zirveden, Ukrayna'da barış konusunda Avrupa'nın oluşturduğu ve Rusya'yı caydırması umulan somut bir plan çıkarken, planın detayları hakkında henüz uluslararası kamuoyuna bilgi verildi. Ancak Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un Le Figaro'ya yaptığı açıklamalar, hava ve denizde uygulanacak bir aylık ateşkesle barış sürecinin başlatılmasının öngörüldüğünü gösteriyor. Le Monde gazetesinin "İngiltere-Fransa barış planı" olarak adlandırdığı girişim, İngiltere ve Avrupa'nın kahraman olarak gördüğü Zelenski'ye olan desteklerinin de süreceğini gösteriyor.

Sonuç

Sonuç olarak, üç yılı aşkın sürede her iki tarafta da yüz binlerce insanın ölümüne yol açan ve küresel ekonomiyi çok olumsuz şekilde etkileyen Ukrayna-Rusya Savaşı'nın sonlandırılması konusunda, Donald Trump'ın seçilmesi sonrasında, hem ABD, hem de AB tarafında belirgin bir istek artışı olmasına karşın, Batı blokunda bu konuda uygulanacak yöntemler veya izlenecek yol konusunda henüz bir fikir birliği olmadığı anlaşılmaktadır. Avrupa, bu savaşı Ukrayna'nın haklı olduğu bir vatan savunması olarak görmeye devam etmekte, ABD ise kendi ulusal çıkarlarını da düşünerek bu savaşın uzamasının sakıncalı olacağını düşünmektedir. Bu bağlamda, Ukrayna ve Rusya'nın da savaş sürecinde çok yıprandıkları düşünülürse, sahadaki somut gerçeklikler ve uluslararası hukuka dayalı yüksek idealler arasında bir orta yolun bulunması ve savaşın bir an önce sonlandırılarak Ukrayna'nın yeniden kalkındırılmaya başlanması en büyük dileğimizdir. Çünkü Ukrayna halkı, kahramanca direnişi ile barışı hak ettiğini göstermiş ve Batı dünyası tarafından yalnız bırakılmamalıdır. Fakat daha büyük resme baktığımızda, Soğuk Savaş sonrası giderek NATO tarafından sıkıştırılan Rusya'nın jeopolitik uyarılarının da artık daha iyi anlaşılması ve daha yoğun olarak Batı dünyasında duyulması gerekmektedir. Bu nedenle, acil ateşkes ve insani yardımların arttırılması, sonrasında da Rusya'nın küresel ekonomiye dönüşünü sağlayacak açılımlarla birlikte Ukrayna'nın sınırlarının kararlaştırılarak barışın hayata geçirilmesi gayet mümkündür. Barış gücü konusunda Moskova'nın uyarıları olduğu düşünülürse, bu konuda da daha ziyade sembolik bir barış gücü uygulaması ve bunun ötesinde Ukrayna'nın Rusya ile barış içerisinde yaşamasını garanti altına alacak ve daha nötralize edilmiş bir Kiev rejimini hayata geçirecek yeni bir anayasa ve yönetimin oluşturulması faydalı olabilir.

Bu durum, Batı dünyası için kesinlikle bir yenilgi olmayıp, barıştan en çok fayda sağlayacak aslında Avrupa ülkeleri olacaklardır. Zira AB üyeleri, yeniden Rusya ile ticarete başlayarak ekonomik durgunluklarını aşabilecekler ve bir ihtimal Türkiye üzerinde Rus ve Azeri gazına erişerek enerji açıklarını kapatabileceklerdir. Ayrıca, Avrupa, bu süreçte, sürekli jeopolitik genişleme mantığı çerçevesinde kendi içindeki demokratik sorunları çözemeyen ve aşırı sağın kalesi haline gelen olumsuz gidişatını da değerlendirerek, Ukrayna barışı sonrasında iç bütünlük ve tutarlılığını geliştirme ve Avrupa ekonomilerini toparlama konularına daha rahat odaklanabilecektir. Bu noktada tek husus ise ne Ukrayna, ne de Rusya'ya onur kırıcı bir barışın dikte ettirilmemesidir ki, maalesef Beyaz Saray'da Zelenski'ye yapılan muamele abartılı ve Ukrayna halkı adına saygısızca olmuştur. Umuyoruz, İngiltere ve AB, ABD'nin hatalarını kapatarak Ukrayna'yı da sürece eklemleyebilirler. 

Sonsöz, ABD'nin bu konudaki ayrıksı tavrını da aslında Ukrayna'yı barışa ikna etmek noktasında yapılmış bir politika olarak değerlendirmek daha doğru olabilir. Zira ne Trump, ne de ABD yönetimi, Rusya'daki otoriter yönetime özlerinde büyük bir hayranlık beslememekte, ancak reelpolitik gerekçelerle Ukrayna barışının ABD ve Avrupa güvenliğine daha faydalı olacağına inanmaktadırlar. ABD gibi son derece oturmuş ve ciddi bir devletin dış politikasını da bu şekilde yorumlamak bence daha doğru olacaktır. 

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

2 Mart 2025 Pazar

UPA Röportaj: Yusuf Ertuğral ile 2025 Almanya Federal Seçimleri

 

Yusuf Ertuğral (1978 Pforzheim-Almanya doğumlu), gazetecilik, yeni medya ve uluslararası ilişkiler alanlarında çalışan bir araştırmacı ve analisttir. Anadolu Üniversitesi İşletme bölümünden lisans ve Beykent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden yüksek lisans (tezli) derecelerine sahiptir. Ertuğral, siyasi risk analizi ve uluslararası ilişkiler konularında çalışmalar yapmakta olup, özellikle Almanya iç ve dış politikası üzerine araştırmalar yürütmektedir. Ayrıca, 2016 yılından bu yana EUROPolitika dergisinin Kurucu Genel Yayın Yönetmeni olarak görev yapmakta olup, gazetecilik ve yeni medya alanlarında hibe projeleri yazmakta, ayrıca siyasi risk analizi, kriz yönetimi ve strateji geliştirme konularında çalışmalar yürütmektedir. Yusuf Ertuğral, Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) ve Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ) üyesidir ve her iki kuruluştan da basın kartı sahibidir. Diyalog Gazetesi’nde ve Uluslararası Politika Akademisi'nde uluslararası ilişkiler ve çatışma çözümü konularında köşe yazıları yazmaktadır. Ertuğral'ın Akıllı Güç’ün Pasifik Vizyonu (2014), Popülizmle Dönüşen Avrupa ve Türkiye AB İlişkilerinin Geleceği (2018 - Prof. Dr. Ebru Canan Sokullu ve Ali İzzet Keçeci ile birlikte) ve Almanya Siyasetine Giriş (2023 - Prof. Dr. Ozan Örmeci ile birlikte) kitapları bulunmaktadır.