Sayfalar

31 Temmuz 2024 Çarşamba

2024 ABD Başkanlık Seçimlerinde Yeni Denklem: Kamala Harris vs. Donald Trump

 

5 Kasım 2024 tarihinde düzenlenecek olan 60. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanlık seçimleri öncesinde artık son düzlüğe girilirken, yaşanan şok gelişmeler, seçimlerin sonuçlarına doğrudan etki edebilecek önemli değişimleri de beraberinde getiriyor. Öyle ki, 13 Temmuz 2024 tarihinde eski Başkan ve Cumhuriyetçi Parti Başkan adayı Donald Trump’a yönelik suikast girişiminin yarattığı sansasyon sonrasında, Demokrat Parti’de adaylığına kesin gözüyle bakılan ve ilerleyen yaşının da etkisiyle yaptığı gaflara karşın parti içerisindeki delegelerin desteğini sağlamayı başarmış olan Başkan Joe Biden, Covid-19 (koronavirüs) rahatsızlığını gerekçe göstererek 21 Temmuz tarihinde yarıştan çekildi ve yerine Başkan Yardımcısı Kamala Harris’e desteğini açıkladı.[1] Bu gelişmeler sonrasında, başarısız suikast girişiminin ve buna karşı verdiği cesur tepkinin etkisiyle kendi parti tabanında giderek sembol bir isim haline gelen Trump’ın seçimleri kazanmasına kesin gözüyle bakılan konjonktür[2] biraz daha dengeli bir hâl almaya başladı ve Kamala Harris’in de gençliği ve enerjisiyle yarışa renk getirebileceği ve hatta seçimi kazanabileceği konuşulmaya başlandı.

Kamala Harris, Donald Trump ile arasındaki farkı kapatıyor

Kaynak: Financial Times

Financial Times’ın güncel haberine göre[3], 21 Temmuz itibariyle Trump’ın Biden önünde 3 puanlık net bir üstünlüğü bulunurken, Harris’in adaylığının gündeme gelmesi ve henüz kesinleşmese de bunun olma ihtimalinin -Demokrat Parti Kongresi’nde delegelerce oylanacak tek adayın Harris olması nedeniyle- ağırlık kazanması sonrasında, iki aday arasındaki puan farkı yüzde 0,3 düzeyine inmiş durumda. Her ne kadar suikast girişimini atlatan Trump, Fox News televizyonuna verdiği mülakatta Harris’in “Biden’dan bile daha kötü ve radikal solcu bir aday” olduğunu vurgulasa da[4], güncel bazı anketler ve medyaya hâkim olan söylem, Harris’in Trump karşısında Biden’dan çok daha şanslı olabileceğini gösteriyor. Üstelik, Harris, Demokrat Parti’nin ileri gelenlerinin tamamının (Clintonlar ve Obamalar da dahil olmak üzere) desteğini de almayı başarmış durumda.[5] Harris’in şansının yükseldiğine dair bir diğer gösterge ise, Biden döneminde toplanan bağışlara ek olarak, Harris’in adaylığının belirginleşmesi sonrasında Demokratların seçim kampanyasına yapılan bağışların artması ve 200 milyon doları aşması oldu.[6] Bu bağlamda, Amerikan ve dünya basınında güncel siyasi tartışmaların odağında artık “Kamala Harris Donald Trump’ı yenebilir mi?” sorusu var.[7] Afrikalı Amerikalı kimliğine sahip çıkan Barack Obama ve Kamala Harris gibi bir aday olduğunda ise, bu oranın yüzde 90-95’leri bulabileceği düşünülüyor.

Afrikalı Amerikalılar, Demokrat Parti ve Kamala Harris’in seçimlerdeki en büyük kozu

Kaynak: Pew Araştırma Merkezi

Hakikaten de, Kamala Harris’in seçimlerde Donald Trump’ı zorlayabileceği bazı unsurlar mevcut. Bunlardan ilki, Trump destekçilerinin Biden’a karşı kullandıkları ama şimdi Trump’ın aleyhine kullanılabilecek olan ileri yaş hususu. ABD gibi dünya siyasetinin merkezindeki çok aktif ve önemli bir devletin Başkanı’nın yaşlı olması, kuşkusuz bazı çevrelerde soru işaretleri yaratabiliyor. Her ne kadar Trump, dinamizmi ve genç eşi ile bu eleştirilere cevap verebilse de, genç seçmenler açısından gençlik ve zindelik tercih sebebi olabiliyor. Kamala Harris’in yüz hatları düzgün ve oldukça fotojenik bir kişi olması da, seçmenleri ve onları yönlendiren basın-yayın organlarını etkileyebilecek bir faktör. Bir diğer husus, bilhassa da kürtaj konusunun Trump, Başkan Yardımcısı olarak seçtiği Ohio Senatörü J.D. Vance ve MAGA çizgisindeki yeni Cumhuriyetçi Parti yönetimince politize edilmesi sonrasında, Kamala Harris’in tarihteki ilk kadın Başkan olma söyleminin kadın seçmenleri motive ederek sandığa götürebilecek olması. Üçüncü bir konu ise, Afrikalı (Jamaika) ve Asyalı (Hindistan) kökleri bulunan melez bir aday olan Harris’in[8], Afrikalı Amerikalılar, Hispanikler ve diğer yeni göçmen Amerikalılardan daha çok oy alabilme potansiyeli. Pew’in güncel bir çalışmasına göre, Afrikalı Amerikalı seçmenlerin yüzde 83’ü kendisini Demokrat Parti ve yalnızca yüzde 12’si kendisini Cumhuriyetçi Parti’ye yakın hissediyor.[9]

Cumhuriyetçi Parti, beyaz ve Hıristiyan ağırlıklı oylarıyla iddiasını sürdürüyor

Kaynak: Pew Araştırma Merkezi

Özellikle Trump karşıtlığının zirvesinde olan Afrikalı Amerikalılar açısından Harris’in adaylığı büyük bir avantaj durumundayken, kuşkusuz, bu zıtlaşma ortamında beyaz Hıristiyan seçmenler nezdinde Trump’a yönelim de artabiliyor. Nitekim Pew’in verilerine göre, Cumhuriyetçi Parti seçmenlerinin yüzde 79’u Hispanik olmayan beyaz seçmenlerden oluşuyor ki, bu oran 20 yıl öncesinde yüzde 93 seviyesindeydi.[10] Genel seçmen tablosunda ise beyaz seçmen oranının yüzde 67 düzeyinde olması, Cumhuriyetçilerin beyaz desteğini konsolide etmek konusunda daha başarılı olduklarını net bir şekilde ortaya koyuyor. Benzer şekilde, Cumhuriyetçi Parti seçmenlerinin yüzde 81’i kendisini Hıristiyan inancıyla tanımlıyor. Bu grup içerisinde de özellikle Evanjelist Protestanlar yüzde 30 oranıyla ilk sırada yer alıyorlar.[11] Genel seçmen düzeyinde ise bu oran yüzde 67 düzeyinde kalıyor ki, bu da Hıristiyan seçmenlerin de Cumhuriyetçi Parti’ye daha yoğun oy verdiklerini ispatlıyor.[12] Ek olarak, Cumhuriyetçi Parti tabanında ülkedeki en büyük sorunlar olarak enflasyon, kayıt dışı göç ve bütçe açığı konuları öne çıkıyor ki, bu da Trump’ın siyasal söylemlerini üzerine inşa ettiği bir diğer husus.[13] Bu anlamda, Donald Trump’ın alışılmadık ölçüde sert ve kutuplaştırıcı söylemlerinin aslında ABD demografisi ve siyasal kültüründe anlam kazandığı ve belli bir mantığa oturduğu iddia edilebilir. Ancak ABD’nin değişen demografisi, ilerleyen yıllarda iddiasını sürdürmek isteyen Cumhuriyetçi Parti’nin mutlaka Hispanikler ve Afrikalı Amerikalılar nezdinde daha popüler bir parti haline gelmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Öyle ki, ABD’de beyaz seçmenlerin toplam seçmenler arasındaki oranı 2000’de yüzde 76 ve 2010’da yüzde 72 düzeyindeyken, 2018 itibariyle ancak yüzde 67’yi buluyor.[14] Hispanik ve Afrikalı Amerikalı nüfus oranı ise kısmen de olsa artıyor. Bu durum, ABD’deki etnik kutuplaşma riskini ortaya koyduğu gibi, ilerleyen on yıllarda Cumhuriyetçi Parti’nin marjinalleşmesi riskini de gündeme getiriyor.

ABD’de beyaz seçmenlerin ağırlığı giderek azalıyor

Kaynak: Pew Araştırma Merkezi

Ancak tüm bu bilgilerin yanında, ABD’de uygulanan ilginç iki dereceli seçim sistemi Seçiciler Kurulu veya Seçmen Heyeti yani Electoral College’da bazı eyaletlerinin yüksek ikinci derece seçmen sayısı nedeniyle ağırlıklarının olduğu ve salıncak eyalet (swing state) adı verilen bazı kritik eyaletlerin de sık sık iki parti arasında el değiştirebilmesi nedeniyle büyük önem kazandıklarını belirtmek gerekir. Bu bağlamda, Demokratların hep kazandıkları California (55 ikinci derece seçmen) ve New York (29 ikinci derece seçmen) ile Cumhuriyetçilerin hep üstün geldikleri Teksas (38 ikinci derece seçmen) en bilinen örneklerdir. Sık karar değiştiren salıncak eyaletler arasında ise Arizona, Georgia, Michigan, Nevada, North Carolina, Pennsylvania ve Winconsin’den söz edilebilir. Dolayısıyla, 2016 Başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ın Hillary Clinton’dan 3 milyon az oy alıp Başkan seçildiği de hatırlanırsa, anketlerin Kamala Harris’i Trump’a yakın, ya da Trump’ın önünde göstermesinden daha önemli olan husus, kritik durumdaki eyaletlerde hangi adayın yarışı önde göğüsleyeceği olacaktır.

ABD seçim sisteminde eyaletlerin ikinci derece seçmen sayıları

Güncel bazı anketlerde, Kamala Harris, Michigan ve Wisconsin gibi salıncak eyaletleri kazanabilecek durumda gösterilirken, Nevada, Pennsylvania, Arizona ve Georgia’da ise geride olarak resmediliyor.[15] Bu nedenle, Trump’ın yakaladığı rüzgâr ile seçimi kazanması bence hâlâ akla daha yatkın bir ihtimalse de, Kamala Harris’in şansının olmadığını iddia etmek oldukça hatalı bir yaklaşım olur. Bu nedenle de, adayların karşı karşıya gelmeleri muhtemel bir televizyon programı kararsız seçmenin tavrını etkileyebilir. Nitekim Harris’i destekleyen Pennsylvania Valisi Josh Shapiro, Trump’ın Harris’in karşısına çıkmaya korktuğunu iddia ediyor.[16] Atlanta’daki konuşmasında, Kamala Harris de, Trump’ın kendisinden çekindiğini iddia etti.[17] Trump ise, Biden’ın yerini alan yeni rakibini hedef alarak, Yahudi bir kocası olmasına karşın, Kamala Harris’in İsrail’i ve Yahudileri sevmediğini iddia etti.[18] Trump, Harris’i, sınır güvenliği konusunda yetersiz politikaları ve dürüst olmamak gibi temalar üzerinden de eleştirmiş ve onu “Amerikan tarihinin en beceriksiz ve en solcu Başkan Yardımcısı yalancı Kamala Harris” olarak tanımlamıştı.[19] Elbette Kamala Harris’in bir anti-Semitik veya anti-Siyonist olduğunu iddia etmek gerçekçi olmaz. Ancak İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nın geçtiğimiz gün ABD Kongresi’ne hitap ettiği tarihi oturuma katılmayan Harris, İsrail’in kendisini koruma hakkının saklı ve Hamas’ın bir terör örgütü olduğunu vurgulamasına karşın, Gazze’de yaşananlar karşısında sessiz kalınamayacağını açıklamıştı.[20] Bu anlamda, Harris’in İsrail konusunda Trump’tan daha dengeli bir pozisyon aldığı söylenebilir. Ancak İslam dünyası ve dünyanın birçok ülkesi için bu duruş daha mantıklı ve makul olsa da, İsrail lobisinin çok etkili olduğu ABD gibi olağandışı bir ülkede bu konunun Trump’a avantaj sağlamasını beklemek yerinde olabilir.

Sonuç olarak, Kamala Harris’in adaylığı, 2024 ABD Başkanlık seçimlerine yeniden renk ve heyecan katarken, yine de konjonktürün halen Donald Trump’ı bir adım önde tuttuğunu düşünmemiz için elde oldukça güçlü doneler bulunmaktadır. Bunlar ise; Demokratların Ukrayna politikasının yeterince başarılı olamaması ve Rusya ile barış yapabilecek kişi olarak Trump’ın öne çıkması, Ortadoğu’da gelişen kutuplaşma ve çatışma ortamının daha şahin bir ABD Başkanı’nı uygun kılması ve dünya genelinde birçok ülkede (Fransa ve Birleşik Krallık haricinde) popülist sağ ve aşırı sağ hareketlerin yükselişte olması olarak sıralanabilir. Son olarak, Kamala Harris'in Başkan Yardımcılığı döneminde ve şu an kampanyasında da -parlak imajına karşın- çok hazır ve güçlü bir Başkan adayı olarak öne çıkmadığını belirtmek gerekir. 

Kapak fotoğrafı: Financial Times

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


DİPNOTLAR

[1] https://www.aa.com.tr/en/americas/biden-withdraws-from-us-presidential-race-endorses-harris-as-nominee/3281753.

[2] https://politikaakademisi.org/2024/07/18/sok-suikast-girisimi-sonrasi-donald-trumpin-baskan-secilme-ihtimali-guc-kazandi/.

[3] https://www.ft.com/content/551536ce-5765-4456-9dd9-fd96f7149ef3.

[4] https://www.trthaber.com/haber/dunya/trump-abd-baskan-yardimcisi-harris-baskanlik-yarisinda-bidendan-daha-kotu-aday-870801.html.

[5] https://www.cbsnews.com/news/democrats-support-kamala-harris-biden-drops-reelection-bid/.

[6] https://www.bloomberght.com/harrise-bagis-rekoru-trump-kriptoculara-goz-kirpti-2357341.

[7] https://www.economist.com/united-states/2024/07/22/can-kamala-harris-beat-donald-trump-heres-what-the-polls-say.

[8] https://www.aljazeera.com/news/2020/8/12/kamala-harris-is-influenced-by-her-indian-and-jamaican-heritage.

[9] https://www.pewresearch.org/race-and-ethnicity/2024/05/20/an-early-look-at-black-voters-views-on-biden-trump-and-election-2024/.

[10] https://www.pewresearch.org/short-reads/2024/07/12/10-facts-about-republicans-in-the-us/.

[11] https://www.pewresearch.org/short-reads/2024/07/12/10-facts-about-republicans-in-the-us/.

[12] https://www.pewresearch.org/short-reads/2024/07/12/10-facts-about-republicans-in-the-us/.

[13] https://www.pewresearch.org/short-reads/2024/07/12/10-facts-about-republicans-in-the-us/.

[14] https://www.pewresearch.org/social-trends/2020/09/23/the-changing-racial-and-ethnic-composition-of-the-u-s-electorate/.

[15] https://www.ft.com/content/551536ce-5765-4456-9dd9-fd96f7149ef3.

[16] https://www.youtube.com/watch?v=-0t5haDuzzA.

[17] https://edition.cnn.com/2024/07/30/politics/video/kamala-harris-debate-trump-atlanta-rally-ebof-digvid.

[18] https://apnews.com/article/trump-harris-emhoff-jewish-voters-2024-election-3024bed25abf542d7133e1ad81d86165.

[19] https://www.youtube.com/watch?v=-OBx7zd-2mQ.

[20] https://edition.cnn.com/2024/07/25/politics/kamala-harris-israel-policy/index.html.

30 Temmuz 2024 Salı

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail Çıkışının Yansımaları ve Nedenleri

 

Filistin Sorunu konusundaki duyarlılığı ve çocuklarının hayatlarının korunması konusundaki azami hassasiyeti ile bilinen ve bu yönüyle birçok kişi ve kurum nezdinde takdir toplayan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 29 Temmuz 2024 tarihinde AK Parti Rize teşkilatının bir toplantısında İsrail’e yönelik kullandığı alışılmadık ifadeyle Türkiye ve dünya basınında yer aldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, söz konusu toplantıda, “Biz çok güçlü olmalıyız ki bu İsrail Filistin’e bu akara makarayı yapamasın. Biz nasıl Karabağ’a girdiysek, nasıl Libya’ya girdiysek, bunun benzerini aynen onlara da yaparız. Yapmamak için hiçbir şey yok. Sadece biz güçlü olmalıyız ki, bu adımları da ne yapalım, atalım…” ifadelerini kullanmış[1] ve Türkiye’nin İsrail’e olası bir askeri müdahalesini gündeme getirmiştir. Bu yazıda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu söyleminin iç ve dış politik nedenleri ve bu söylemin uluslararası hukuk bağlamında meşruiyeti analiz edilecektir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, rahmetli eski Başbakanımız Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın kurucusu ve doğal lideri olduğu İslamcı “Milli Görüş” geleneğinden yetişmiş ve siyasi çıkışını ilk kez 1994 yılında Refah Partisi adına İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilerek yapmıştır. Bu anlamda, Türkiye ve dünyada İslamcı ve sol siyasetin en temel meselelerinden birisi olan Filistin Sorunu’na, İslamcılıktan ve sol siyasetten yetişen birçok önemli siyasetçi gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan da, hiçbir zaman bigane kalmamış ve bu konuyu daima siyaseten gündemde tutmuştur. Ancak siyasetin pragmatik doğasını da bilen bir isim olan Erdoğan, gerek Başbakanlığı ve gerekse de Cumhurbaşkanlığı döneminde, bu konunun barışçıl şekilde çözümlenebilmesi için İsrail’le diyalog ve yakın ilişkiler kurarak Filistin Sorunu’nu çözmeye çalışmak, Filistin Davası’nın farklı savunucularının (temelde Batı Şeria’daki El Fetih ile Gazze’deki Hamas) birleştirilebilmesi için Türkiye’nin arabuluculuk rolünü üstlenmesi (özellikle Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı döneminde), Filistin’e insani ve ekonomik yardımların yapılması, Türkiye’nin uluslararası platformlardaki (Davos'taki "one minute" çıkışı) Amerika Birleşik Devletleri (ABD) üzerindeki gücünün kullanılması ve Gazze’de çok etkili ve toplumsal tabanı olan bir siyasi hareket olan ama Batılı ülkelerde terör örgütü olarak kabul edilen Hamas’ın siyasi liderliğine destek sağlanması gibi farklı stratejileri zaman zaman uygulamıştır. Bu anlamda, geçmişte de, bilhassa Filistin’de sivillere ve çocuklara yönelik katliamların yapıldığı dönemlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail’e yönelik sert çıkışlarının olduğu bilinen bir gerçektir.

Ancak bu çıkışı bu kadar önemli yapan, Gazze krizinin insani trajediye dönüşmeye başladığı geçtiğimiz yılın son haftalarında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın yaptığı “garantörlük” önerisinden[2] sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Gazze’de İsrail güçlerine yönelik bir askeri müdahaleyi gündeme getirmesi ve bunu Türkiye’nin 2020 yılında Libya’ya yaptığı askeri müdahale ile yine 2020 yılında Türkiye’nin de desteğiyle Azerbaycan Ordusu’nun Karabağ’da işgal altında olan topraklarını kurtardığı İkinci Karabağ Savaşı veya 44 Gün Savaşı’na benzetmesidir. Bu anlamda, 1959-1960 döneminde Kıbrıs’ta Türkiye’nin Londra ve Zürih Antlaşmaları ile garantörlük hakkını elde etmesi ve sonrasında 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtı ile adanın kuzeyinde soykırıma uğrayan Kıbrıslı Türklerin güvenle yaşayabilecekleri bir bölge kurmasına benzer şekilde -ki bunun sonraki adımı da 1983 yılında KKTC’nin ilanı olmuştur-, Ankara, Gazze’de yaşanan insani dram karşısında da harekete geçme ve masum sivilleri koruma niyetini açıkça ve en yetkili ağızdan ortaya koymuştur.

Bu çıkışın uluslararası basında da yansımaları olmuş; örneğin, tanınmış İngiliz haber kuruluşu BBC, konu hakkında detaylı bir habere yer vermiş ve olayı manşetine taşımıştır.[3] BBC, söz konusu haberinde, İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael (Israel) Katz’ın X (Twitter) hesabından yaptığı, “Erdoğan, Saddam Hüseyin’in yolundan gidiyor ve İsrail’e saldırı düzenleme tehdidinde bulunuyor. Erdoğan orada (Irak’ta) ne olduğunu ve bunun nasıl bittiğini hatırlamalı.” açıklamasına da atıfta bulunmuştur.[4] Bu anlamda, her ne kadar İsrail medyası olayı fazla büyütmek istemese de[5], zaman içerisinde İsrail ve İsrail’in etkili olduğu Batılı ülkelerde Erdoğan’a yönelik ciddi tepkiler oluşmuş ve örneğin, İsrail Dışişleri Bakanı Katz, Türkiye’nin NATO’dan ihraç edilmesi gerektiğini açıklamıştır.[6] Katz, Türkiye’nin -Hamas, Hizbullah ve Yemen’deki Husiler gibi- İran’ın “şer ekseni”ne girdiğini iddia ederken, bunun açık bir işgal tehdidi olduğunu iddia etmiştir.[7] Türkiye Dışişleri Bakanlığı ise, Katz’ın iddialarına cevaben yaptığı yazılı açıklamada, İsrail tarafından yapılan açıklamaları “kirli propaganda” olarak değerlendirmiş ve 40.000 Filistinli sivilin ölümüne yol açan ve geçtiğimiz gün konuşma yaptığı ABD Kongresi’nde dakikalarca ayakta alkışlanan İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu hükümetinin uluslararası mahkemelerde işledikleri suçların hesabını vereceğini vurgulamıştır.[8]

Bu süreci öncelikle dış politik bağlamında değerlendirmek gerekirse; Cumhurbaşkanı Erdoğan döneminde, Türkiye’nin, özellikle 2016 sonrasında, giderek ABD ve Batı ekseni ile zıtlaşan bir dış politikaya yöneldiği, 15 Temmuz darbe girişiminin ardında Batılı güçlerin olduğunu idrak eden Erdoğan’ın Rusya ve Çin başta olmak üzere Batı-dışı aktörlerle ve küresel güney ülkeleri ile artık daha yakın ilişkiler kurmak istediği, bu eksenin İslam dünyasında güç kazanması bağlamında çok kritik bir konu olan Filistin Davası’nın 7 Ekim Hamas saldırısı ve sonrasında İsrail’in Gazze’ye başlattığı askeri operasyon ile çok etkili olmaya başladığı ve Erdoğan’ın kişisel ve ideolojik olarak da önem verdiği bu konu üzerinden de Batı ile zıtlaşmasını sürdürdüğü söylenebilir. Ancak Çin’in geçtiğimiz gün Filistin davasını savunan tüm grupları tarihi bir uzlaştırma ile bir araya getirmesi örneğinde görülebileceği üzere[9], bu konuda artık Filistin tarafları için, Çin, Türkiye'ye kıyasla daha önemli ve etkili bir aktör haline gelmiş durumdadır.

Erdoğan’ın Batı ile zıtlaşmasında etkili olan bir diğer faktör de kuşkusuz iç siyasi kaygılardır. 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimini zor da olsa kazanan ve henüz halen 70 yaşında olan Erdoğan, siyasi kariyerinin sonrasını planlayabilmek adına, İslamcı sağ siyasette kendisine ciddi bir rakip olarak gördüğü ve babası Necmettin Erbakan’ın sert İslamcı söylemine benzer şekilde İsrail’in varlığını Ortadoğu barışı için bir engel olarak gören Dr. Fatih Erbakan ve Yeniden Refah Partisi/YRP’nin son yıllardaki çıkışını dengelemek ve kendi mahallesinde gücünü korumak adına, bu konudaki duyarlılığını her daim gözler önüne sermektedir. Erdoğan, hatırlanacak olursa, İsrail’le süregelen ticaretin yarattığı tepkiler üzerine, bu yılın Mayıs ayında bu ülkeyle yapılan tüm ticareti kesmek yönünde de bir karar almıştı.[10] YRP’nin İslamcı siyasi çizgisine karşın AK Parti’ye muhalefet ederek çok etkili olması ve anketlerde oy oranının yüzde 6-7’lerde gezinmeye devam etmesi, pekala Erdoğan’ı bu konuda cesaretlendiren bir iç politik motivasyon kaynağı da olmuş olabilir.

Ayrıca, Erdoğan’ın bu çıkışına rağmen Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bu yönde bir hazırlığın olduğunu düşünmek adına elde somut bir karar ve veri bulunmamaktadır. Nitekim konuyu yorumlayan İsrail’in eski Türkiye Büyükelçisi Dr. Alon Liel, Türkiye’nin Gazze’ye doğrudan bir müdahale yapmayacağını ama Filistin güçlerine silah da dahil olmak üzere destek verebileceğini, ayrıca İsrail’in Lübnan’a girmesi durumunda bu ülkeye askeri güçlerini gönderebileceğini söylemiştir.[11]

Peki, Erdoğan’ın çıkışını uluslararası hukuk açısından nasıl yorumlamak gerekir? Elbette, Erdoğan’ın Gazze’ye müdahale açıklaması, İsrail’in Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin önceki kararları doğrultusunda[12] İsrail toprağı olarak belirlenen bir bölgeye saldırı/işgal anlamı taşımamaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve onun öncesinde Gazze için garantörlükten söz eden Dışişleri Bakanı Fidan, kuşkusuz, İsrail’in yasal olarak kabul edilen toprakları dışındaki Gazze bölgesine yönelik bir müdahaleyi gündeme getirmişlerdir. Bu da, kuşkusuz, ancak meşru Filistin liderliğinin bu konuda alabileceği bir kararla gündeme gelebilecektir. Bu anlamda, İsrail’e yönelik bir işgalden ziyade, İsrail’in işgal ettiği toprakları ve Filistinli sivilleri korumak anlayışından (R2P) söz etmek -uluslararası hukuk perspektifinde- daha doğru olacaktır. Ancak hukuken bu doğru olsa da, mevcut uluslararası düzeni ayakta tutan BM Güvenlik Konseyi’nde bu konuda ABD İsrail aleyhine bir karar alınmasını engellediği için, herhangi bir girişimde bulunulamamaktadır. Bu konuda ABD’yi uzlaşmaz çizgiye iten gelişmeler ise; Suriye’de iç savaş süresince yaşanan katliamlar, Rusya’nın Ukrayna’ya girmesi gibi gelişmeler karşısında da uluslararası hukuk ve BM’nin çaresiz kalması ve bu konularda Türkiye gibi uluslararası hukuku savunan aktörlerin çabalarının görmezden gelinmesi olmuştur. Nitekim Suriye’de Esad rejimince ve IŞİD gibi terör örgütlerince yapılan insanlığa karşı suçlara karşı çıkan Ankara, Rusya ile yakın ilişkilerine rağmen Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik müdahalesine de muhalefet etmiştir. Ancak Türkiye’nin bu çabaları sonuçsuz kalmış ve Esad rejimi sivillere yönelik katliamları sürdürmüş, IŞİD ve PKK türevi terör örgütleri iç savaş sürecinde güçlenmiş ve Rusya’nın Ukrayna müdahalesi de halen devam etmektedir. Bu bağlamda, Erdoğan’ın çıkışı, uluslararası siyasetin tamamen güç eksenli ve Realizm temelli yeni ve tehlikeli bir aşamaya geçtiği karamsar bir dönemde, kuşkusuz etkili olması zor İdealizm temelli normatif ve insancıl bir yaklaşımdır. ABD’de olası bir Donald Trump Başkanlığı döneminde bunun daha da derinleşeceği -Trump’ın ilk Başkanlık dönemine bakarak- hesap edilirse, ne yazık ki hem Rusya’nın Ukrayna, hem de İsrail’in Gazze müdahalesinin devam etmesi gayet olasıdır. Bunu önleyebilecek gelişmeler ise, uluslararası hukuk mekanizmalarının devreye girmesi veya tarafların bir şekilde uzlaştırılması olacaktır.

Bu konuyu nesnel bir düzlemde yorumlamak gerekirse; taraflar arasında uzlaşma zeminini aramak yerine iç politik kaygıların da etkisiyle tamamen zıtlaşma ve daha da abartılı pozisyon alarak gerginlik siyasetini tercih etme yaklaşımının günümüzde ağır bastığı görülmektedir. Nitekim İsrail, Hamas’ın saldırısı nedeniyle tüm Gazze halkını hedef alan ve terörizmi toptan bir halka mâl eden çok yanlış bir yaklaşıma sahipken, Türkiye de Hamas’ın saldırılarını açıkça kınamayan ve İsrail’e yönelik saldırıları olağanlaştıran bir yaklaşımı benimsemektedir. Her iki ülkede de askeri bürokrasinin ve savunma sanayilerinin gücü düşünüldüğünde, bu, aslında askeri güçleri zinde tutma ve savunma sanayisini canlandırma amacını da taşıyor olabilir. Zira giderek teokratik bir devlete dönüşen İsrail için "iki devletli çözüm" artık cazibesini kaybeder ve “Büyük İsrail”in kurulması düşüncesi sağ siyasette ağır basmaya başlarken, Türkiye’de de sağ siyasetin “Büyük Türkiye” jeopolitik algılamaları ve “Osmanlı nostaljisi” yeniden yükselişe geçmiştir. Bu da, sağ siyasetlerin halkları düşmanlaştırdığı bir ortamda, çatışma söylemi ve belki de eylemini kaçınılmaz hale getirmektedir. Bununla mücadele yolu ise, uluslararası hukuk ve insan haklarına saygılı sol ve liberal siyasaların yeniden güçlendirilmesidir.

Elbette Türkiye ile İsrail’in sorunlarının çözümü ve Filistin’deki insan kıyımının durması için, büyük güç rekabetinde daha etkili olan ABD, Rusya, Çin ve Avrupa Birliği (AB) gibi ülkelerin de küresel düzeni ayakta tutmak adına artık harekete geçmeleri zaruridir. BM Güvenlik Konseyi, ülkelerin yalnızca kendi ulusal çıkarlarını üstte tuttukları bir platforma dönüşürse, uluslararası sistem çok geçmeden çökecektir. Bunun yerine, güç dengeleri ve hakkaniyet doğrultusunda, BM Güvenlik Konseyi daimî üyesi olan 5 büyük ülke (ABD, Rusya, Çin, Fransa ve Birleşik Krallık), Filistin, Ukrayna ve Suriye krizlerinin çözümlendirilmesi konusunda acilen harekete geçmelidirler. Ateşkes ilanı, güç dengeleri göre iyi ayarlanmış gerçekçi barış planları ve bölgesel aktörlerin hayati çıkarlarını gözetecek çözüm yolları, kuşkusuz halklar için sürekli ve total savaş halinden çok daha hayırlı bir seçenek olacaktır. Türkiye, bunun için hazırdır ve uluslararası hukuka saygılı bir devlettir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları da, -büyük güçlerin vurdumduymazlığı nedeniyle- Gazze’de yaşanan ve çağımız adına utanç vesilesi olması gereken büyük insanlık dramına vurgu yapan ve İsrail’in varlığını asla hedef almayan ölçülü bir açıklamadır. İsraillilerin sürekli savaş ve terör korkusu altında olmaları ve bu açıklamaları yanlış anlamaları da, barışın psikolojik olarak en çok da İsrail halkına gerekli olduğunun aslında net bir kanıtıdır.

Sonuç olarak, dünya halkları olarak önümüzde duran seçim nettir: ya uluslararası hukuk ve kurallara dayalı ortak küresel medeniyet diyeceğiz, ya da ölümüne milliyetçilik ve savaşı tercih edeceğiz. Türkiye, uluslararası hukuk ve düzenin ayakta kalması ve terörle mücadele konusunda özen gösteren bir devlet olarak, tüm büyük devletler ve diğer ülkeleri aynı özene davet etmektedir. Terörizm ve insanlığa karşı işlenen suçlar konusunda, devletler ve liderleri, artık daha dikkatli ve ilkeli davranmalıdırlar. Yoksa maalesef, içerisinde bulunduğumuz yeni yüzyılda, sürekli olarak çatışma ve savaşlar sarmalında, çocuklarımızın geleceklerini riske atacak karanlık bir düzeni kurgulamış olacağız.

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

DİPNOTLAR

[1] Konuşma buradan izlenebilir; https://www.youtube.com/watch?v=TNgH70RabAE.

[2] Detaylar için bakınız; https://www.aa.com.tr/tr/ayrimcilikhatti/ayrimcilik/turkiyeden-israil-filistin-konusunda-garantorluk-formulu-onerisi/1817496.

[3] Bakınız; https://www.bbc.com/turkce/articles/cnd0n8p9xxjo.

[4] Orijinal tweet için; https://x.com/Israel_katz/status/1817655907343597720.

[5] Bu konuda yapılan bazı haberler için bakınız;

[6] Bakınız; https://www.timesofisrael.com/foreign-minister-urges-nato-to-expel-turkey-over-threats-to-invade-israel/.

[7] A.g.e.

[8] https://www.aa.com.tr/tr/gundem/turkiyeden-israil-disisleri-bakani-katzin-paylasimina-tepki/3281671.

[9] https://politikaakademisi.org/2024/07/24/cin-arabuluculugunda-tarihi-el-fetih-hamas-uzlasisi/.

[10] https://www.bbc.com/turkce/articles/c3gq7d01px6o.

[11] https://www.jpost.com/israel-news/article-812481.

[12] Örneğin, 1967 tarihli 242 sayılı karar. Bakınız; https://peacemaker.un.org/sites/peacemaker.un.org/files/SCRes242%281967%29.pdf.


25 Temmuz 2024 Perşembe

UPA Podcast: Interview with Dr. Richard Outzen


İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) Bölümü Başkanı ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Doç. Dr. Ozan Örmeci, 25 Temmuz 2024 tarihinde Atlantik Konseyi Türkiye uzmanı ve emekli Albay Dr. Richard Outzen ile bir mülakat gerçekleştirdi. Aşağıda, bu mülakatın video kaydını izleyebilirsiniz.

24 Temmuz 2024 Çarşamba

Çin Arabuluculuğunda Tarihi El Fetih-Hamas Uzlaşısı

 

Giriş

Geçtiğimiz yıl 7 Ekim tarihinde Hamas'ın İsrail'e yönelik gerçekleştirdiği şok saldırının ardından başlayan ve geçtiğimiz 10 aylık süreçte -onlarca yıldır devam eden İsrail-Filistin Sorunu'nun yeni bir aşaması olarak- Gazze'de yaşanan ve on binlerce (şu an için resmi rakam olarak 39.000 kabul ediliyor) sivilin ölümüne yol açan büyük bir insani trajediye dönüşen siyasi kriz, Çin Halk Cumhuriyeti'nin Filistin'in iki cephesi olan Batı Şeria (El Fetih) ve Gazze (Hamas) liderliklerini Pekin'de uzlaştırmasıyla yeni bir aşamaya evirildi. Bu yazıda, son dönemde yaptığı başarılı diplomatik hamlelerle dikkat çeken Çin Halk Cumhuriyeti'nin gerçekleştirdiği bu tarihi uzlaşıyı mercek altına alacağım.

(Soldan sağa) El Fetih hareketi Başkan Yardımcısı Mahmud el-Alul, Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi ve Hamas’ın siyasi bürosunun Başkan Yardımcısı Musa Abu Marzuk

Kaynak: AlJazeera

Çin Arabuluculuğunda Filistin Grupların Tarihi Uzlaşısı (Mı?)

Tarihsel olarak diplomaside en aktif ülkelerden biri olmayan ve daha çok kendi kalkınması ve iç meselelerine odaklanmayı tercih eden Çin, son yıllarda artan ekonomik ve siyasi gücüne paralel olarak, uluslararası siyasette de başarılı girişimleriyle dikkat çekiyor. 2023 yılı Mart ayında Çin'in gerçekleştirdiği Suudi Arabistan-İran uzlaşısı bu açıdan ilk önemli gelişme olurken, geçtiğimiz gün Çin'in başkenti Pekin'de varılan tarihi El Fetih-Hamas uzlaşısı da, Çin'in barışçıl diplomasi ve arabuluculuk konusunda ne kadar gelişmiş bir devlet olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. El Fetih hareketi Başkan Yardımcısı Mahmud el-Alul ve Hamas’ın siyasi bürosunun Başkan Yardımcısı Musa Abu Marzuk ile birlikte Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) ve İslami Cihad (Filistin İslami Cihat Örgütü) da dahil olmak üzere birçok farklı ve toplumsal tabanı olan Filistinli örgütün Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi'nin (Vang Yi) arabuluculuğunda bir araya getirilmesiyle ortaya çıkan uzlaşı, ilerleyen haftalarda Hamas-İsrail Savaşı'nın ve Filistin Sorunu'nun çözümünde de kolaylaştırıcı bir unsur haline gelebilir.

Çin arabuluculuğunda gerçekleştirilen üç günlük yoğun diplomasinin ardından uluslararası kamuoyuna ilan edilen ve Hamas ve El Fetih ile birlikte 12 farklı Filistinli grubun (İslami Cihad hareketi, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Halk Partisi, Filistin Halk Mücadelesi Cephesi, Filistin Ulusal İnisiyatif Hareketi, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi - Genel Komutanlığı, Filistin Demokratik Birliği/Fida, Filistin Kurtuluş Cephesi, Arap Kurtuluş Cephesi, Halk Kurtuluş Savaşının Öncüleri/Yıldırım Kuvvetleri ve Filistin Arap Cephesi) daha katıldığı tarihi uzlaşı, savaşın ardından Filistin'de geçici bir ulusal hükümetin kurulmasını ve Filistin'in kalkınması ile birlikte uluslararası anlamda tanınan egemen bir devlet haline gelmesini hedefliyor. "Pekin Bildirgesi/Deklerasyonu" olarak adlandırılan uzlaşı, Çin Halk Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan resmi açıklamaya göre şu hususları kapsıyor:

  1. Gazze Şeridi'nde kapsamlı, kalıcı ve sürdürülebilir ateşkesin bir an önce sağlanarak, insani yardımların bölgeye sorunsuz aktarılabilmesi.
  2. "Filistin'i Filistinliler yönetmeli" ilkesinden hareketle ve Gazze'nin Filistin Devleti'nin bölünmez bir parçası olduğu anlayışıyla, Gazze'nin savaş sonrasında yeniden kalkındırılması ve doğru şekilde yönetilmesi için geçici bir ulusal uzlaşı hükümetinin oluşturulması.
  3. "İki devletli çözüm" ilkesi uyarınca, Filistin Devleti'nin bir an önce gözlemci üyelikten Birleşmiş Milletler tam üyeliğine kabul edilmesi ve bunun için kapsamlı, yetkili ve etkili bir uluslararası barış konferansının düzenlenmesi.

Deklarasyona Tepkiler

Pekin Bildirgesi toplantılarına Çin ve Filistinli gruplar dışında Cezayir, Katar, Lübnan, Mısır, Rusya, Suriye, Suudi Arabistan, Türkiye ve Ürdün'den de yetkililerin katıldığı duyurulurken, Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, bu uzlaşının Filistin Sorunu'nun çözümü ve Ortadoğu'da barışın sağlanması konusunda çok önemli bir aşama olduğunu vurguladı. Wang Yi, El Fetih'in Filistin halkının tek yasal temsilcisi olduğunu da belirterek, bu uzlaşıyla birlikte bunun da başarıldığının altını çizdi. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping de, savaşı sona erdirmek için bir uluslararası konferans düzenlenmesi çağrısında bulundu.

İsrail Dışişleri Bakanu Yisrael Katz'ın sosyal medyadan yaptığı açıklama

Ancak Çin'in bu iyi niyetli girişimi İsrail'de aynı şekilde algılanmazken, ülkesi adına Twitter (X) hesabından bir açıklama yapan Likud partili İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz, Filistin Devlet Başkanı Abbas'ın terörizmi reddetmek yerine Hamas'ın katil ve tecavüzcülerine kucak açtığını iddia ederek, bunun Filistin liderliğinin gerçek yüzünü gösterdiğini ve Gazze'de Hamas ezilirken, Abbas'ın da bunu uzaktan seyretmek zorunda kalacağını yazdı. İsrail'in güvenliğinin başka hiçbir ülke ve gruba bırakılamayacağını da yazan Katz, bu şekilde Çin yönetimini de dolaylı şekilde eleştirmiş oldu. Hamas adına açıklamalar yapan Hamas'ın Ulusal İlişkiler Ofisi Başkanı Hüsam Bedran ise, Çin'e destekleri için teşekkür etti ve bu uzlaşının Filistin'in ulusal birliği yönünde önemli bir adım olduğunu vurguladı.

Uluslararası basın kuruluşları da (örneğin Reuters), genellikle, Çin'in bu girişimini iyi niyetli ancak başarıya ulaşma ihtimali zor bir yaklaşım olarak değerlendirirken, özellikle Filistinli gruplar arasındaki derin çatışmaları ve Batı dünyasının Hamas'a yönelik negatif tutumunu vurguladılar. DW'ye bir röportaj veren Chatham House uzmanı Ahmed Aboudouh da, bu deklarasyon sonrasında Filistin'de birlik hükümetinin oluşmasına ihtimal vermezken, iki grup arasındaki ideolojik farklılıklara ve güç mücadelesine vurgu yaptı. Aboudouh, deklarasyonda net bir takvimin açıklanmadığını da belirterek, ABD'de Donald Trump'ın yeniden Başkan seçilmesi ihtimaline karşı Filistin liderliğinin ön aldığını vurguladı. Aboudouh, Çin'in ise bu girişimlerden artı puan topladığını ve barışçıl yükselen güç imajını kuvvetlendirdiğini belirtti. Türk akademisyen Prof. Dr. Sedat Laçiner ise, Çin'in Hamas'ın 7 Ekim saldırısını kınamaması ve Hamas'ı bir terör örgütü olarak kabul etmemesi gibi sebepler nedeniyle İsrail ve Batı'da tarafsız bir aktör olarak algılanmadığının altını çizdi

Sonuç 

Sonuç olarak, elbette Çin'in bu girişiminin ABD ve İsrail'in çok etkin olduğu bir bölgede ne kadar etkili olabileceği tartışmaya açık olsa da, ABD ve Batı'nın artık uluslararası siyasette ahlaki üstünlüğü Çin'e kaptırmaya başladığının anlaşılması adına yaşananlar gerçekten de tarihi bir dönüm noktası olabilir. Zira Batılı güçlerin -demokrasi retoriklerinin yanında- sürekli olarak başka ülkeler arasındaki çatışmaları, muhalefete destek vererek o ülkelerdeki iç karışıklıkları ve genel olarak silahlanmayı ve rekabeti teşvik eden politikaları yerine, Çin'in diğer ülkelerle ilişkilerinde kalkınma, istikrar, uluslararası hukuk ve barışçıl diplomasiyi vurgulaması ve bu yönde projeler (örneğin Kuşak Yol İnisiyatifi) geliştirmesi, demokrasiye inanmış çevrelerde bile Batı'nın gerçek niyetleri hakkında soru işaretlerine sebep oluyor. Bu anlamda, kuşkusuz, Çin'in sorumlu bir süper güç adayı imajı pekişirken, Çin liderliği ve Çin Komünist Partisi (ÇKP) de daha iyi bir alternatif dünya düzeni sunmaya aday iddialı bir küresel oyuncu haline geliyor. Bu nedenle, bu gelişmeleri ciddiye almak ve yakından takip etmek lazım.

Kapak fotoğrafı: Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile Çin Devlet Başkanı Şi Cinping (https://turkish.cri.cn/2022/12/09/ARTIhHUI3b2YPcbUd9yQo2HJ221209.shtml).

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

23 Temmuz 2024 Salı

UPA Podcast: Doç. Dr. Oğuzhan Göksel ile 2024 Birleşik Krallık Genel Seçimleri

 

İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) Bölümü Başkanı ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Doç. Dr. Ozan Örmeci, 23 Temmuz 2024 tarihinde Marmara Üniversitesi öğretim üyesi ve UPA yazarı Doç. Dr. Oğuzhan Göksel ile 2024 Birleşik Krallık genel seçimleri konulu bir söyleşi gerçekleştirdi.

22 Temmuz 2024 Pazartesi

Doç. Dr. Ozan Örmeci, Küresel Gündemi Fatin Dağıstanlı'nın Programında Değerlendirdi

 

İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) Bölümü Başkanı ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Doç. Dr. Ozan Örmeci, 22 Temmuz 2024 tarihinde ünlü gazeteci Fatin Dağıstanlı'nın Youtube kanalında yayınlanan özel programa konuk oldu ve Türkiye iç politikası, 2024 Fransa parlamento seçimleri, 2024 Birleşik Krallık genel seçimleri ve 2024 ABD Başkanlık seçimine dair güncel gelişmeleri yorumladı.

18 Temmuz 2024 Perşembe

Şok Suikast Girişimi Sonrası Donald Trump'ın Başkan Seçilme İhtimali Güç Kazandı

 

Geçtiğimiz gün Pensilvanya-Butler'da düzenlediği mitingde uğradığı şok suikast girişiminden kulağından aldığı ufak bir yarayla kurtulan Cumhuriyetçi Parti Başkan adayı ve 45. ABD Başkanı Donald Trump, bu olayın ardından Cumhuriyetçi Parti adaylığını garantilediği gibi, Başkanlık yarışını kazanmasına da kesin gözüyle bakılan favori aday haline geldi. Bu yazıda, 2024 ABD Başkanlık seçimi öncesinde Cumhuriyetçi ve Demokrat kamplarda yaşanan güncel gelişmeleri özetleyeceğim.

Analize, suikast girişimi sonrası favori aday haline gelen Cumhuriyetçi Donald Trump ile başlamak gerekirse, bugüne kadar seçimi kazanmak uğruna oldukça kutuplaştırıcı ve sert bir siyasal söylemle ilerleyen Trump, suikast girişimi sonrasında ise ilginç bir şekilde daha birleştirici ve sorumlu mesajlar vermeye başladı. Milwaukee şehrinde düzenlenen Cumhuriyetçi Parti Ulusal Kongresi'nde ilk kez kameraların karşısına geçen Trump, bandaj yapılmış sağ kulağıyla dikkat çekerken, çok sıkı güvenlik önlemlerinin alındığı Kongre'de Trump'ın Başkan adaylığı kesinleşti. Trump, "U.S.A." sloganlarının atıldığı Kongre'de herhangi bir grup veya kişiye yönelik suçlayıcı ifadeler kullanmaktan imtina ederken, suikast girişimi ardından verdiği ilk röportajda kurtulmasının bir "mucize" olduğunu belirtti ve Ulusal Kongre konuşmasını da bu eylem sonrasında yeniden yazmak zorunda kaldığını açıkladı. Trump, Cumhuriyetçi Parti Ohio Senatörü J. D. Vance'i (James David Vance) de kendisiyle birlikte yarışacak Başkan Yardımcısı olarak ilan etti. 1984 doğumlu çok genç bir isim olan Vance, Irak Savaşı'nda ABD Ordusu adına görev yaptıktan sonra Ohio State Üniversitesi'nde Felsefe ve Siyaset Bilimi okumuş ve Yale Üniversitesi'nde Hukuk eğitimi almış aşırı muhafazakâr ve milliyetçi bir figür. Yakın geçmişte (2016) Trump için "aptal" ve "Hitler" gibi ifadeler kullanan Vance'in Trump tarafından Başkan Yardımcısı seçilmesi ise, Trump'ın boşanmaları ve çalkantılı özel hayatı nedeniyle kendisine şüpheyle yaklaşan Hıristiyan dindar grupları kucaklama çabası olarak yorumlanıyor. Zira çok satan anı kitabı Hillbilly Elegy ile Hıristiyan muhafazakâr kesim nezdinde bir kahraman haline gelen Vance'e, bu seçimde Trump'ı güçlendirecek ve sonrasında Trumpizm'i ayakta tutabilecek aşırı sağa yatkın bir siyasetçi gözüyle bakılıyor. 2016 tarihli kitabın 2020 yılında filmi de çekildi. Bu şekilde, Cumhuriyetçi Parti ve Amerikalı sağ kesim, genelde Demokratların tekelinde olduğu düşünülen kültürel alan ve şov dünyasında (Hollywood) da etkisini gösteriyor ki, bu da "The Apprentice" programıyla ulusal çapta bir fenomen haline gelen ve her zaman şov dünyasına yakın durmaya gayret eden Trump'ın bilhassa isteyebileceği bir husus.

Joe Biden-Kamala Harris

Demokrat Parti cephesinde ise en temel konu ise, Joe Biden'ın adaylığının desteklenip desteklenmeyeceği meselesi. Yaşlı, beyaz ve ileri yaşının da etkisiyle konuşma performansı oldukça düşük bir aday olan Biden, Demokrat Parti ileri gelenlerinin birçoğunun desteğini kaybetmiş durumda. Bu bağlamda, Demokrat Parti içerisinden Başkan Yardımcısı Kamala Harris ve eski Başkan Barack Obama'nın eşi Michelle Obama'nın adaylıkları medyada sıklıkla gündeme getirilen bir konu. Ancak tıbbi bir gereklilik halinde adaylıktan vazgeçeceğini belirten Biden ise, adaylıktan vazgeçmeye kesinlikle istekli gözükmüyor. Bu nedenle, Biden'ın Trump'ın karşısına çıkacak Demokrat aday olacağı öngörülebilir.

Güncel anketler, Donald Trump'ın Joe Biden'ın yaklaşık 2 puan önünde favori aday olduğunu ortaya koyarken, bu anketlerin ülke genelindeki eğilimleri ölçtüğünü ve federal bir sistemde durumun farklı olabileceğini de belirtmek gerekiyor. Kendi geliştirdiği "13 Keys" (13 Kritik Konu) yöntemiyle ABD'deki son 10 Başkanlık seçiminin kazananını doğru bilmeyi başaran Amerikalı Siyaset Bilimi Profesörü Allan Lichtman ise, suikast öncesine kadar Demokrat aday ve mevcut Başkan Joe Biden'ın seçimi kazanma şansının düşük olmadığını, hatta Demokrat çevrelerin bile televizyon tartışmalarındaki kötü performansı nedeniyle şüpheyle baktıkları Biden yerine başka bir Demokrat adayın geçmesinin Demokratlara seçimi kaybettireceğini vurgulamasına karşın, suikast girişimi sonrasında durumun değişmiş olabileceğini kabul ediyor. Buna karşın, Lichtman, seçimin halen rekabetçi olacağını, ABD'de siyasal şiddet ve suikast girişimlerinin halkın aşina/alışık olduğu bir durum olduğunu ve bu nedenle Trump'a yönelik suikast girişimine karşın kazananı tahmin etmenin kolay olmayacağını söylüyor. ABD'deki iki turlu "Electoral College" (Seçmen Heyeti) sistemi nedeniyle, Biden'ın geleneksel olarak Demokratların ağır bastığı eyaletler ile her seçimde karar değiştirebilen bazı salıncak eyaletlerde (swing states) üstünlük kurarak hâlâ seçimi kazanması mümkün. Benim dışarıdan gözlemim ise, seçime katılım oranlarının ülkemize kıyasla oldukça düşük olduğu (yüzde 50-66 arası) ABD gibi bir ülkede, suikast girişimi ardından Trump'ın kendi seçmenlerindeki itibarı yükseleceği ve seçmenlerindeki seçime katılım isteği artacağı için, Donald Trump'ın bu seçimi kazanmasının çok yüksek ihtimalli olduğu yönünde. Ancak ne televizyon tartışmalarının, ne de Biden'ın yaşının seçmen davranışında büyük etkisinin olmadığı konusunda Allan Lichtman'ın görüşlerine ben de katılıyorum. Bu noktada Lichtman'ın seçim sonuçlarını istikrarlı bir şekilde doğru bilmesini sağlayan 13 kritik konuyu da belirtelim:

  1. ABD Kongresi'nde kimin çoğunluğunun olduğu (genelde Başkanlık seçimlerini kazanan partinin adayı ara seçimlerde Kongre çoğunluğu ele geçirmektedir),
  2. Adaylığın kolay olması (iktidar partisinin adayı Başkan olduğu için, genelde parti içerisinde seçmenleri de negatif etkileyen tartışmalar yaşanmamaktadır),
  3. Başkanlığın gücü (Başkanlığı elinde bulunduran aday, devlet gücü ve medya etkisiyle kazanmaya daha yakındır),
  4. Üçüncü aday ve başka bir partinin seçimi etkileyip etkilememesi (ABD'de üçüncü parti adayının başarılı olması 1992 Başkanlık seçimlerinde Reform Partisi adayı Ross Perot'un istisnai başarısı dışında hiç yaşanmamıştır),
  5. Kısa vadeli ekonomik durum (resesyon olup olmaması),
  6. Uzun vadeli ekonomik durum (ekonomik büyüme, enflasyon ve işsizlik oranları),
  7. Politika değişiklikleri (İktidarın ani bir politika değişikliği yapıp yapmaması),
  8. Sosyal kargaşa (Büyük toplumsal olayların yaşanıp yaşanmaması durumu),
  9. Skandallar (İktidarın skandal olaylara yıpratılması durumu, en bilinen örnek Watergate Skandalı'dır),
  10. Dış Politika/Askeri Başarısızlık (İktidarın bir savaş kaybetmesi veya dış politikada büyük bir başarısızlık yaşaması),
  11. Dış Politika/Askeri Başarı (İktidarın bir askeri veya dış politika konusunda üstün başarı göstermesi),
  12. Mevcut Başkan'ın karizması (Yeniden seçilmek isteyen Başkan'ın karizmatik nitelikleri),
  13. Rakip adayın karizması (Muhalefet partisinin adayının karizması).

Allan Lichtman

Bu bağlamda, Allan Lichtman, mevcut bir Başkan'ın seçimi kazanmak için 13 kritik konudan 7'sinde üstünlük sağlamasının seçim sonucunu belirlediğini iddia etmektedir ki, önceki 10 ABD Başkanlık seçimini de bu yöntemle hep doğru bilmeyi başarmıştır. Lichtman'ın yöntemini 2024 ABD Başkanlık seçimlerine uyarladığımızda ise şöyle bir tablo karşımıza çıkmaktadır:

  1. ABD Kongresi'nde hem Senato, hem de Temsilciler Meclisi'nde Cumhuriyetçilerin üstünlüğü vardır (Biden: -1),
  2. Biden'ın adaylığı garanti olmasına karşın, tartışmalar nedeniyle oldukça yıpranmış ve başka bir adayın seçilmesine yönelik tartışmalar yoğunlaşmıştır (Biden: -2),
  3. Biden, Başkanlık gücü ve karizmasına halen sahiptir ve bunu seçime kadar kullanacaktır (Biden: -1),
  4. Üçüncü bir partinin bu seçimde bir aday lehine veya aleyhine etkisi olmayacaktır (Biden: 0),
  5. Kısa vadeli ekonomik durum ABD'de iyidir (Biden: +1),
  6. Uzun vadeli ekonomik durum ABD'de iyiye yakındır (Biden: +2),
  7. İktidarın kendisine olumlu veya olumsuz etkisi olacak bir ani politika değişikliği olmamıştır (Biden: +3),
  8. Filistin-İsrail olayları kampüslerde etkili olsa da, ülke genelinde iktidarı yıpratan büyük bir toplumsal kargaşa yoktur (Biden +4),
  9. Hunter Biden tartışmalarına karşın, iktidarı yıpratan büyük bir skandal yaşanmamıştır (Biden: +5),
  10. ABD, Afganistan'dan çekilme fiyaskosuna ve Ukrayna'nın Rusya karşısında beklenildiği ölçüde başarılı olamamasına karşın, Biden döneminde büyük bir askeri veya dış politik hezimet yaşamamıştır (Biden: +6),
  11. ABD, Biden döneminde dış politika veya güvenlik alanında büyük bir başarı da kaydetmemiştir,
  12. Mevcut Başkan'ın karizması kendisine büyük avantaj sağlamamaktadır,
  13. Rakip aday Donald Trump'ın karizması, özellikle de suikast girişimi sonrasında çok artmıştır (Biden: +5).

Yani bu ölçek doğru kabul edilirse, Biden'ın gerekli olan 7 kritik konudan henüz 5'ini sağlayabildiği ve bu nedenle seçimi kazanmasının kolay olmadığı vurgulanabilir ki, anketler ve güncel siyasal atmosfer de bunu doğrulamaktadır. Ancak dış politikada sağlanabilecek bir başarı (Ukrayna'nın askeri alanda göstereceği bir başarı veya Obama döneminde Osama Bin Laden örneğinde olduğu gibi önemli bir teröristin etkisiz hale getirilmesi), Trump'ın hakkındaki davalar vs. gibi konularla yıpratılması veya Demokrat Parti içerisinde Biden'ın daha da güçlenmesi gibi gelişmelerin yaşanması durumunda, Biden'ın kazanma ihtimali de halen mevcut görünmektedir. Bu nedenle, henüz kesin sonucu söylemek için erkense de, benim görüşüme göre, rüzgâr, bu defa güçlü bir şekilde Donald Trump'ın arkasından esmektedir.

Kapak fotoğrafı: Trump ve Vance (https://www.axios.com/2024/07/16/trump-vance-rally-michigan-indoors)

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

16 Temmuz 2024 Salı

A Talk with Professor Herbert Reginbogin

 

Herbert Reginbogin is a Professor at the Catholic University of America Institute for Public Policy researching a new security architecture and American Foreign Policy. For over three decades, Professor Reginbogin has been involved in transatlantic relations, teaching at Potsdam University (Germany), Boğaziçi University (Turkey), European University of Lefke (North Cyprus), Çağ University (Turkey), and the U.S.-based Touro Law School as well as Guest Professor at several universities and law schools throughout the U.S., Europe, and East Asia. His work extends into multidisciplinary topics related to human and energy security, religious identity, freedom, and international law. Professor Reginbogin has written several books and articles on these topics, dealing with various political, economic, financial, and social issues facing Europe, Russia, the Middle East, and East Asia. In addition, Reginbogin has worked on several high-profile litigation cases and energy security issues in the Eastern Mediterranean, E.U., and the U.S. about international maritime law, international refugee issues, the destabilization of the international world order, and kleptocracy. He sits on the advisory board of the Institute for Peace (Vienna) and is the Acting President of the Turk Heritage Organization (Washington, DC). His books include Neutrals and Beyond the Cold (July 2022, contributed and edited with Pascal Lottaz and Heinz Gaertner), The Vatican and Permanent Neutrality (April 2022, edited with Marshall Breger), Permanent Neutrality. A Model for Peace, Security, and Justice (2020 edited with Pascal Lottaz), Notions of Neutralities (2019 edited with Pascal Lottaz), Financial Markets of Neutral Countries in World War II (2012 edited by Robert Vogler et al.), Faces of Neutrality (2009), Guerre et Neutralite, Les Neutres Face a Hitler (2008), Der Vergleich (2006), Nuremberg Trials: International Criminal Law Since 1945 (2006 edited with Christoph Safferling), and Hitler, der Westen und die Schweiz  (2001 co-authored with Walther Hofer) as well several articles in law reviews and academic journals.

International Political Academy (UPA) coordinator and Istanbul Kent University staff Assoc. Prof. Ozan Örmeci conducted a Zoom talk with Professor Herbert Reginbogin from American Catholic University of contemporary developments in the United States political life, Turkish-American relations, and Israeli-Hamas War. You can watch this interview from the link below.

15 Temmuz 2024 Pazartesi

Doç. Dr. Ozan Örmeci'nin TASS Haber Ajansı'na Verdiği Mülakatlar



İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) Bölümü Başkanı ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Doç. Dr. Ozan Örmeci, Türkiye-Rusya ilişkileri, Türk dış politikası, Türk-Amerikan ilişkileri ve Türkiye-NATO ilişkileri hakkında Temmuz ayında Rus haber ajansı TASS'a mülakatlar verdi. Aşağıdaki linklerden bu mülakatları okuyabilirsiniz.


13 Temmuz 2024 Cumartesi

Donald Trump'a Suikast Girişimi

 

13 Temmuz 2024 tarihinde Pensilvanya eyaletinin Butler şehrinde Başkanlık kampanyası için bir miting düzenleyen ABD eski Başkanı ve Cumhuriyetçi Parti Başkan adayı Donald Trump'a yönelik bir suikast eylemi gerçekleştirildi. ABD ve tüm dünyada şok etkisi yaratan olayın ardından sağ kulağının üst kısmından vurulduğu görülen Trump'ın herhangi bir hayati tehlikesinin olmadığı ve kısa tedavisinin ardından kaldırıldığı hastaneden ayrıldığı açıklanırken, suikast eyleminin Trump'ın Başkanlık kampanyasına yönelik desteğin daha da artmasına neden olacağı düşünülüyor. Amerikan iç güvenlik birimi FBI (Federal Soruşturma Bürosu), olayın gerçek bir suikast girişimi olduğunu açıklarken, öldürülen saldırganın 20 yaşında bir Amerikalı genç (Thomas Matthew Crooks) olduğu belirtildi. Crooks'u suikaste yönlendiren motivasyon hakkında ise henüz medyaya yansıyan net bir bilgiye ulaşılamadı. Şimdilik yalnızca Crooks'un beyaz ve Cumhuriyetçi Parti destekçisi olduğu biliniyor. 

Olayın videosu

Olay, 2024 ABD Başkanlık seçimlerine gölge düşürürken, ABD Başkanı Joe Biden, "hastalıklı bir şiddet eylemi" olarak nitelendirdiği suikast girişimi kınadı. Biden'ın bu konuda ilerleyen saatlerde detaylı bir açıklama yapması da bekleniyor. Olayın duyulmasının ardından farklı ülke liderlerinden de Trump'a destek mesajları gelirken, olayın seçim sonuçlarını da doğrudan etkilemesi ve Trump'a yönelik desteği arttırması bekleniyor. Suikast girişiminin büyük bir komplonun parçası olmaktan ziyade, öfkeli bir gencin bireysel eylemi olduğu görüşü şimdilik ağır basarken, yine de güvenlik birimlerinin olayı dikkatli araştırmaları gerekiyor. Zira aykırı politikaları ve sivri diliyle birçok ülke ve çevrenin tepkisini çeken Trump'ın fanatik destekçileri kadar, kendisinden nefret eden toplumsal gruplar ve devletler de mevcut. ABD'de Trump'ı sevmeyen gruplar kadın hareketleri, göçmenler, Afrikalı Amerikalılar ve Müslümanlar olarak dikkat çekerken, Trump'ın içe kapanmacı ve bazı konularda saldırgan ve ölçüsüz dış politikasından endişe eden İran, Çin, Avrupa Birliği (AB) ve Trump'ın Rusya'ya karşı kendilerine vereceği ekonomik, siyasi ve askeri desteğin kesilmesinden endişe eden Ukrayna'dan da bu noktada Trump'ın potansiyel hasımları olarak bahsedilebilir. Ancak daha önce de belirttiğim üzere, olayın büyük ölçüde Şinzo Abe suikastına benzer şekilde bireysel bir girişim olduğu düşünülüyor. Yine de, 2016 Brexit referandumu öncesinde İşçi Partili milletvekili Jo Cox'un öldürülmesi ve geçtiğimiz aylarda Rusya ile yakın ilişkileri savunan Slovakya Başbakanı Robert Fico'ya yönelik suikast girişimi, son dönemde siyasi motifli şiddet/suikast eylemlerinin arttığını ve bu ihtimalin de dikkatle araştırılması gerektiğini ortaya koyuyor. Bir diğer husus ise, mitingde güvenlik önlemlerinin yetersiz kalmış olması. 

Suikast eylemini gerçekleştiren ve güvenlik güçlerince pasifize edilen Thomas Matthew Crooks

Bu tarz olayların genel bir değerlendirilmesi yapıldığında ise, Soğuk Savaş dönemine benzer şekilde Büyük Güçler arasındaki rekabetin ve silahlanmanın arttığı, iç politikada da farklı dış politik eğilimleri olan gruplar arasındaki polemik ve zıtlaşmanın nefret düzeyine vardığı dönemlerde bu tarz olayların yaşanabildiği bilinen bir gerçek. Yakın geçmişin bu bağlamda en önemli olayı ise, kuşkusuz, Soğuk Savaş koşullarında ABD eski Başkanı John F. Kennedy'nin öldürülmesi. ABD özelinde, ayrıca, yaygın silahlı bir toplumda ve silah satın almanın çok kolay olduğu ultra-liberal bir sistemde yaşanılması da bu tarz girişimleri çok kolaylaştırıyor. Bu bağlamda, demokratik ve güvenli bir rejimde yaşamak için, farklı gruplara karşı nefret fikrini aşılayan aşırı ideolojilerle mücadele edilmesi ve siyasal arenada nefret söylemleri ve dışlayıcı retoriklere yasal engeller getirilmesi akılcı bir gelişme olabilir. Zira bu olay nedeniyle mağdur olmasına ve bu olay sayesinde Başkanlık seçimini kazanması bence garantili hale gelmesine karşın, aşırı söylemleri ve eylemleriyle Donald Trump'ın da bu süreci tetiklediği söylenmeli. 

ABD Başkan adayı Donald Trump'a ve Amerikan toplumuna bu olay nedeniyle geçmiş olsun dileklerimizi iletirken, ABD'nin demokratik ve özgür dünyanın lideri olan mühim bir devlet olarak kendisini toparlaması, demokratik düzenini koruması ve aşırılıklara savrulmaması, kurallara dayalı uluslararası düzeni ayakta tutacak sorumlu politikalar geliştirmesi ve siyasal sorunları ve çatışmaları savaş ve terörizm yerine diyalog, ekonomik yöntemler ve müzakere yöntemiyle çözmeye çalışmasını diliyoruz. Zira şurası bir gerçek ki, günümüzde dünyanın herhangi bir bölgesinde (Gazze, Ukrayna vs.) yaşanan büyük bir olay/sorun/haksızlık, kelebek etkisiyle, zamanla diğer bölgeleri/ülkeleri de göç, aşırı ideolojilerin güçlenmesi ve terörizm vs. gibi farklı şekillerde etkileyebiliyor. Bu nedenle, dünya düzenini Büyük Güçler ve tüm devletlerin katılımıyla adil, dengeli ve istikrarlı bir şekilde oluşturmak ve elimizdeki en iyi seçenek olan Birleşmiş Milletler düzenini geliştirmek bence en mantıklı politika seti olabilir.

Kapak fotoğrafı: https://www.france24.com/en/americas/20240714-%F0%9F%94%B4-live-trump-shooting-was-an-attempted-assassination-fbi-says

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

10 Temmuz 2024 Çarşamba

Doç. Dr. Ozan Örmeci 2024 Fransa Parlamento Seçimlerini Tvnet'te Yorumladı


İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) Bölümü Başkanı ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Doç. Dr. Ozan Örmeci, 2024 Fransa parlamento seçimleri ve Fransa’daki siyasal gelişmeleri 9 Temmuz 2024 tarihinde Tvnet kanalında yayınlanan "19. Saat" programında yorumladı. Aşağıdaki linkten bu programı izleyebilirsiniz.

UPA Podcast: 2024 Fransa Parlamento Seçimleri

 

İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) Bölümü Başkanı ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Doç. Dr. Ozan Örmeci, 2024 Fransa parlamento seçimleri ve Fransa'daki siyasal gelişmeleri UPA takipçileri için analiz etti. Aşağıdaki linkten bu yayını izleyebilirsiniz.

7 Temmuz 2024 Pazar

2024 Fransa Parlamento Seçimleri: Aşırı Sağ Tehlikesine Karşı Sol Güç Kazandı

Fransa'da 2024 Avrupa Parlamentosu seçimlerinin ardından, hatırlanacağı üzere, 2027 yılı Mayıs ayına kadar Cumhurbaşkanı olarak görev yapacak Emmanuel Macron, halkın güncel eğilimlerini Ulusal Meclis'e yansıtmak amacıyla parlamentoyu feshetmiş ve erken seçim kararı almıştı. 30 Haziran'da ilk turu yapılan genel seçimlerin ikinci turu ise dün (7 Temmuz) yapıldı. Bu yazıda, 2024 Fransa parlamento seçimlerini değerlendireceğim.

Hatırlanacağı üzere, 30 Haziran 2024 tarihinde yapılan ilk tur seçimlerinde, aşırı sağcı olarak değerlendirilen Ulusal Birlik (RN) partisi yüzde 33,4 oyla en yüksek oyu almış, bu partiyi sol blok Yeni Halkçı Cephe-NFP (Nouveau Front populaire) yüzde 27,9 oyla takip etmiş ve Cumhurbaşkanı Macron'un desteklediği merkez blok Ensemble (Birlikte) da yüzde 20,7 oyda kalmıştı. Aşırı sağ Ulusal Birlik (RN) partisinin son dönemdeki yükselişi nedeniyle ilk turda yüzde 66,71'lik Fransa için iyi bir seviyeye yükselen seçime katılım oranı, Ifop projeksiyonlarına göre ikinci turda yüzde 67,5 düzeyinde gerçekleşti. 68 milyonluk Fransa'daki yaklaşık 49,5 milyon seçmenden 43,3 milyonu (6 milyonu aşkın Fransız seçmen, ilk turda adayları yüzde 50'nin üzerinde bir oyla seçildiği için ikinci turda oy verme hakkına sahil değillerdi), sabah 09:00'dan itibaren farklı seçim bölgelerinde kurulan sandıklarda oy vermeye başladılar. Oy verme işlemi kırsal alanlarda akşam 18:00, büyük kentlerde ise 20:00'ye kadar devam etti. Oldukça gergin bir siyasi atmosferde gerçekleşen seçimler için 5.000'i başkent Paris'te olmak üzere tam 30.000 polis memuru görevlendirildi. 2022 parlamento seçimlerinde katılım oranının yüzde 50'nin altında kaldığı da düşünülürse, Cumhurbaşkanı Macron'un bu seçimle birlikte Cumhuriyet değerlerine karşıt olarak değerlendirdiği aşırı sağ tehlikesine karşı Fransız halkını biraz olsun motive etmeyi ve katılımı arttırmayı başardığı söylenebilir. Bu oran, saat 17:00 itibariyle, Fransız basınında, 1981 parlamento seçimlerinden beri en yüksek katılım oranı olarak da öne çıkarıldı. Seçimlerin yaz tatili döneminde gerçekleştirildiği de hesaba katılırsa, Fransız halkının son dönemde oldukça politize olduğu ve seçime yoğun katılım gösterdiği söylenebilir. Seçim sonuçları gece geç saatlerde netleşmeye başlarken, Fransız gazetelerinin internet siteleri ve televizyon kanalları, seçim sonuçları hakkında canlı yayınlar yapmaya devam ettiler.

 

Seçim sonuçlarına göre parti/blokların milletvekilliği sayıları

Kaynak: Le Monde

Fransa'daki parlamento seçimleri sonuçları, dünyanın ABD ile birlikte en eski ve köklü Cumhuriyetlerinden biri olan Fransa'da Cumhuriyetçi hassasiyetlerin halen güçlü olduğunu ve aşırı sağa karşı ittifak çağrılarının başarılı olduğunu ortaya koydu. Öyle ki, iki turlu parlamento seçimleri sonucunda birçok sol ve aşırı sol partinin (Boyun Eğmeyen Fransa/LFI, Sosyalist Parti/PS, Ekolojistler/LE ve birçok diğer küçük sol parti) katılımıyla oluşturulan Yeni Halkçı Cephe-NFP (Nouveau Front populaire) 182 milletvekilliği ile ilk sırayı alırken, Cumhurbaşkanı Macron ve Başbakan Gabriel Attal'ın destekledikleri liberal/merkez çizgideki "Ensemble" (Birlikte) ittifakı (Macron'un partisi Rönesans, MoDem, Horizons ve diğer küçük merkez partilerin destekledikleri) 168 sandalyede kaldı ve ikinci oldu. Jordan Bardella-Marine Le Pen ikilisinin liderliğindeki ve aşırı sağcı olarak nitelendirilen RN ise, ilk turda çok başarılı olmasına karşın, ancak ülkedeki üçüncü en büyük parti olmayı başardı ve yalnızca 143 milletvekilliği kazanarak, 2027 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde prestij kaybetti. Buna karşın, RN, La Réunion ve Mayotte gibi deniz aşırı topraklarda da başarı gösterip milletvekili çıkararak, artık Fransa'nın merkezi bir siyasi partisi haline gelmeyi başardığını ispatladı. Merkez sağ Cumhuriyetçiler (LR) partisi ise 45 milletvekilliği kazandı. Solun başarısı, uluslararası basında genelde "sürpriz" olarak yorumlandı.

Jean-Luc Mélenchon

Bu sonuçlar neticesinde hiçbir parti/blok 577 sandalyeli Ulusal Meclis'te kendi başına çoğunluğu sağlamak için gerekli olan 289 sandalyeye ulaşamazken, bu andan itibaren nasıl bir meclis çoğunluğu ve hükümet kurulacağı konusu önem kazanıyor. Bu noktada Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın farklı partilerden olacağı bir "kohabitasyon" (cohabitation) dönemi Fransa için artık kaçınılmaz gözükürken -ki yakın geçmişte François Mitterrand (1986-1988, 1993-1995) ve Jacques Chirac (1997-2002) dönemlerinde kohabitasyon sorunsuz işlemiştir-, Macron ve ekibinin yanıt vereceği temel mesele, nasıl bir koalisyon hükümeti ve Başbakan adayının seçileceği olacaktır. Bu bağlamda, seçimler sonrasında, Macron blokunun desteğiyle, sol ve merkez Cumhuriyetçi eğilimleri yansıtacak ılımlı solcu (sosyal demokrat) bir Başbakan (örneğin, PS lideri Olivier Faure, Kamusal Alan-Place Publique partisinden Avrupa Parlamentosu milletvekili Raphaël Glucksmann, Sosyalist Partili Boris Vallaud veya Ekolojisler Genel Sekreteri Marine Tondelier) veya aşırı sola daha yatkın bir Başbakan (örneğin, LFI lideri Jean-Luc Mélenchon) tercihi yapılabilir.

Jean-Luc Mélenchon'un seçim zaferi konuşması

İlk gelen haberlere göre, bu konuda NFP blokunu oluşturan sol unsurlar (milletvekilleri) içerisinde oylama yöntemiyle bir Başbakan adayı da seçilecektir. Aşırı sağın daha da güçlenmemesi adına, yeni hükümetin ekonomi politikalarında başarılı olması ise şarttır. Fransız basınında, 2024 Paris Yaz Olimpiyat Oyunları nedeniyle hükümet kurulması sürecinde Başbakan Gabriel Attal'ın geçici olarak görevine devam edebileceği de konuşulmaktadır. Ancak seçimden birinci parti olarak çıkan sol/aşırı sol blokun lideri Jean-Luc Mélenchon, Cumhurbaşkanı'nın Başbakanlık görevini kendilerine vermesi gerektiğini ifade ederek, hem Cumhurbaşkanı Macron, hem de aşırı sağın seçimlerde mağlup edildiğini söylemiştir. Seçim sonuçları belli olmaya başlayınca şairane ve coşkulu bir konuşma yapan yılların sol siyasetçisi Mélenchon, Başbakan Attal'ın görevine devam etmesi ihtimaline karşı çıkmış ve ülkelerini yönetmeye hazır olduklarını ilan etmiştir. Mélenchon'un sert konuşması, merkez sol ve merkezdeki aktörlerle birlikte kurulacak bir koalisyon hükümeti konusunda umutları ilk bakışta azaltsa da, zaman içerisinde siyasi müzakereler neticesinde Mélenchon'un daha makul davranması sağlanabilir. Seçimlerin ardından basına konuşan Başbakan Attal ise, medyada yer alan anketlerden çok daha başarılı olduklarını ve Ulusal Meclis'te aşırı sağ ve aşırı sol çoğunluğu tehditlerini başarıyla bertaraf ettiklerini söyleyerek, sabah Başbakanlıktan istifa edeceğini açıkladı. Ancak Başbakan Attal'ın istifası Cumhurbaşkanı Macron tarafından hemen kabul edilmeyebilir. Zira bu süreçte hem 2024 Paris Yaz Olimpiyat Oyunları hazırlıklarında sorunlar yaşanabilir, hem de yeni hükümetin kurulması için ciddi müzakere ve pazarlık süreçleri gerektiği ortada. 

Jordan Bardella

İlk turda birinci olmasına karşın seçimden üçüncü çıkan Jordan Bardella ve aşırı sağın hükümeti kurması ise bu andan itibaren pek de gerçekçi bir seçenek değildir. Ancak yeni hükümetin özellikle ekonomik alanda başarısız olması halinde, halen tek denenmemiş seçenek olarak kalan RN'nin 2027 Cumhurbaşkanlığı seçimleri için muhtemelen Marine Le Pen ile iddiası devam edecektir. Bu nedenle, aşırı sağ tehlikesinin tamamen atlatıldığı yorumunu yapmak için bence henüz erkendir. Sonuçların belli olmaya başlamasının ardından kameraların karşısına geçen Jordan Bardella, seçim öncesinde kendilerine yönelik medyadaki kara propaganda kampanyasına dikkat çekmiş ve buna karşın partisinin seçimlerden başarıyla çıktığını vurgulayarak, aşırı sol tehdidinin Fransa için artık öncelik hale geldiğini vurgulamıştır. Bardella, kendilerinin ülkedeki tek anlamlı siyasi seçenek olduklarının da altını çizerek, Cumhurbaşkanı Macron'u sert sözlerle eleştirmiştir. Bardella, bu şekilde ilerleyen yıllar için siyasi iddiasını ortaya koymuş ve Fransa'da her şeyin daha yeni başladığının altını çizmiştir.

Siyaset Bilimi açısından değerlendirildiğinde ise, Başkanlık ve parlamenter sistemlerin karışımı olarak nitelendirilebilecek yarı-Başkanlık sisteminin uygulandığı Fransa'da, Cumhurbaşkanı ile parlamento çoğunluğunun aynı partide olduğu dönemlerde sistem Başkanlık sistemine yaklaşırken, kohabitasyon dönemlerinde parlamenter sistem özelliği öne çıkmaktadır. Bu bağlamda, yeni dönemde Fransa'da Ulusal Meclis ve burada kurulacak hükümet önem kazanacak ve Cumhurbaşkanı'nın tekelindeki dış politika dışında birçok konuya (ekonomi politikası, göç politikası vs.) yön verebilecektir.

Bu konuda ilerleyen günlerde tablo netleşecek olup, Uluslararası Politika Akademisi (UPA) olarak analiz ve röportajlarımızla Fransa'daki gelişmeleri Türkiye kamuoyuna duyurmaya ve halkımızı bilgilendirmeye çalışacağız. Elbette Fransız halkının demokratik iradesine saygı duymakla birlikte, dileğimiz, Fransa'nın aşırılıklara savrulmaması ve demokratik ve laik Beşinci Cumhuriyet ilkelerine bağlı kalmasıdır. Nitekim sonuçlar, Birleşik Krallık'tan sonra Fransa'nın da aşırı sağ yerine sola dönüş yaptığını göstermektedir. Ek olarak, şunu da söylemeliyim ki, ilk tur sonuçlarının ardından Türkiye basınında yapılan ve Cumhurbaşkanı Macron'un seçim kararının tehlikeli, sorumsuz ve yanlış olduğunu iddia eden yorumlar da, bu sonuçlarla birlikte şimdilik geçersiz hale gelmiş ve aşırı sağ yerine Fransız halkı sol ve merkez güçlere daha yoğun destek vermiştir.

Sonsöz, Fransa'da aşırı sağın istikrarlı yükselişi gerçek bir vakadır ve halen devam etmektedir. Nitekim RN, merkez medyadaki tüm eleştirilere karşın, yine oyunu arttırmış ve önceki seçime (2022 parlamento seçimleri) göre epey yüksek sayıda (89'dan 143'e yükselmiştir) milletvekili çıkarmıştır. Üstelik RN, bloklar değil, partiler bazında bakıldığında, yeni dönemde Ulusal Meclis'teki en kalabalık ve en çok oy almış (9 milyon civarında) parti olacaktır. Buna karşın, aşırı sağ karşıtı Cumhuriyetçi blok da birlikte hareket etmeyi başardığında, halen aşırı sağa karşı rahatlıkla üstünlük sağlayabilmektedir. Bu seçimde, bunu, siyasi partiler değil, Fransız halkı yapmış ve kendi seçim çevrelerinde güçlü adayları destekleyerek RN'nin çoğunluk sağlamasını engellemişlerdir. Bu, 2027 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde de iyi bir test olmuştur. Eğer Fransa'da gerçekten aşırı sağın yükselişi durdurulmak isteniyorsa, halkın desteklediği ve ekonomik sorunlara çözüm bulabilen verimli ve popüler bir hükümetin kurulması şarttır. Bu konuda Cumhurbaşkanı Macron'un teknokratik yaklaşımları halkta yeterince karşılık bulmamaktadır. Bu nedenle, belki de Fransa'yı ekonomik krize sokmak pahasına, daha halkçı bir ekonomi politikasının uygulanması ve emeklilik yaşı, çalışma saatleri ve ücretler gibi konularda iyileştirmeler yapılması şarttr. Bir diğer kritik konu da bence Rusya ile ilişkilerin belli bir dengeye getirilmesidir. Rusya, Fransız kültür ve siyasetinde halen oldukça etkili bir ülkedir ve bu ülkeyle cepheden zıtlaşmak ve savaş riski yaşamak, Fransız halkının istediği bir gelişme değildir. Cumhurbaşkanı Macron ise, seçim yenilgisine karşın, bu süreci yönetecek ve koordine edecek kritik kişi olarak yine Fransa siyasetinde ön planda olacaktır.

Kapak fotoğrafı: Rambouillet

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ