İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümü öğretim üyesi ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Doç. Dr. Ozan Örmeci, 16 Aralık 2021 Perşembe günü İstanbul Kent Üniversitesi'nde düzenlenen Uluslararası Türkiye-Fransa İlişkileri Çalıştayı'nda "Macron Dönemi Türkiye-Fransa İlişkileri" başlıklı bir sunum yaptı. Açılış konuşmasını Fransa'nın Türkiye Büyükelçiliği'nde Bilim ve Akademik İş Birliği Ateşesi ve Campus France Türkiye Direktörü olarak görev yapan Martin Godon'un yaptığı etkinlik, iki oturum halinde gün boyu gerçekleştirilirken, etkinliğin moderatörlüğünü İstanbul Kent Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hasret Çomak üstlendi. Etkinlikte, konuşmacı olarak; İstanbul Kent Üniversitesi'nden Prof. Dr. Hasret Çomak, Doç. Dr. Ozan Örmeci ve Dr. Öğretim Üyesi Ahu Özmen Akalın, Galatasaray Üniversitesi'nden Doç. Dr. Ali Faik Demir ve Dr. Öğretim Üyesi Tolga Bilener, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi'nden Dr. Araştırma Görevlisi ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Koordinatörü ve yazarı Dr. Eren Alper Yılmaz, DEİK'ten ekonomi uzmanı Temmuz Yiğit Bezmez ve Türkiye uzmanı bağımsız Fransız araştırmacı Dr. Aurélien Denizeau yer aldılar. Bu yazıda, Doç. Dr. Ozan Örmeci'nin "Macron Dönemi Türkiye-Fransa İlişkileri" başlıklı konuşmasına yer verilecektir.
Çalıştay afişi
Doç. Dr. Ozan Örmeci'nin Konuşması: "Macron Dönemi Türkiye-Fransa İlişkileri"
Öncelikle, Ankara Antlaşması'nın 100. yıldönümünde bu etkinliği düzenleyen İstanbul Kent Üniversitesi'ni kutluyor ve etkinlikte emeği geçen herkese şükranlarımı sunuyorum. Şüphesiz ki, zaman zaman inişli-çıkışlı dönemlere sahne olsa da, Türkiye ile Fransa arasındaki ilişkiler tarihin hiçbir döneminde kopmamış ve günümüze kadar güçlenerek gelmiştir. Günümüzde de, ilişkilerin, hem Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) ve komşuları ile ilişkileri, hem de Avrupa güvenliği açısından kritik mahiyette olduğunu söylemek mümkündür. Bu bağlamda, ben, bugünkü 20 dakikalık konuşmamda, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un iktidara geldiği 2017 yılından günümüze Türk-Fransız ilişkilerinin nasıl geliştiğini birkaç alt başlık halinde size özetlemeye çalışacağım.
Temel tespit olarak şöyle başlayabiliriz; ilişkilerin kısmen düzeldiği ve Fransa'nın Türkiye'nin AB üyeliği konusunda bazı çekincelerini kaldırarak yeni müzakere başlıkları açılmasına izin verdiği François Hollande döneminden (2012-2017) sonra büyük umutlarla başlayan Emmanuel Macron dönemi (2017-), Türkiye-Fransa ilişkileri açısından henüz istenen sonuçları vermemiştir. Öyle ki, Macron, Türkiye'ye AB üyeliği konusunda hiç umut vermemiş ve Ankara'nın mevcut demokratik seviyesini yetersiz olarak gördüğünü açıkça belirterek, Türkiye'nin yeni bir üyelik başlığı açmasına yönelik umutları söndürmüştür. Bunun yanında, Macron döneminde, iki ülke lideri ve devlet yöneticileri arasında Nicolas Sarkozy (2007-2012) dönemine benzer şekilde karşılıklı polemikler artmış; dahası, iki ülkenin jeopolitik algılamaları ve bu algılara dayalı olarak oluşan çıkarları da Doğu Akdeniz ve Güney Kafkasya gibi bölgelerde desteklenen ülkeler ve güçler bağlamında farklılaşmaya başlamıştır. Fakat herşeye rağmen, birkaç ay sonra yapılacak olan 2022 Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikinci turda yeniden seçilmesi beklenen Macron'un, ikinci 5 yıllık döneminde ilişkileri geliştirmek için daha istekli ve atak olabileceğini iddia edebiliriz. Benzer şekilde, Türkiye de, Macron'un Fransa'daki siyasi geleceğine duyduğu güveni, onun ENA'dan (Ecole Nationale d’Administration) sınıf arkadaşı olan Ali Onaner'i yeni Paris Büyükelçisi olarak atayarak göstermiştir. Dolayısıyla, ilişkilerin her zaman sorunlar ve polemikler temelinde gelişmeyeceği ve iki ülkedeki seçimler sonrasında 2022 veya 2023'ten itibaren ilişkilerde yeni ve temiz bir sayfanın açılacağı umulabilir. Buradaki kritik unsurlar ise; Türkiye'nin Batı karşıtı olmayan demokratik bir hukuk devleti olduğu göstermesi, Fransa'nın da Türkiye'yi dengelenmesi gereken rakip bir güç olarak değerlendirmemesidir. Ayrıca son dönem Türkiye-Fransa ilişkileri araştırılırken şu da unutulmamalıdır ki, Fransa, kurulduğu dönemden beri AB'nin merkezi bir ülkesi ve Cumhurbaşkanı Macron da çok iyi bir AB destekçisidir. Dolayısıyla, günümüzde, Türkiye-Fransa ikili ilişkilerini, daha çok Türkiye-AB ilişkileri çerçevesinde değerlendirmek daha doğru olacaktır. Şimdi Macron dönemi Türkiye-Fransa ilişkilerini birkaç alt başlıkta inceleyelim.
Doç. Dr. Ozan Örmeci'nin konuşmasından bir kesit
1. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Fransa Ziyareti (Ocak 2018)
Macron döneminde Fransa-Türkiye ilişkileri adına yaşanan ilk ve belki de en önemli gelişme, Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın 2018 yılı başındaki Fransa gezisi olmuştur. Fransa ziyaretine büyük önem veren Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu ziyaret öncesinde merkez sağ çizgideki Le Figaro gazetesine özel bir makale yazarak, Türkiye ile Fransa’nın tarihi dostluklarına vurgu yapmış ve olumlu mesajlar vermiştir. Türkiye ve Fransa basınının büyük ilgi gösterdiği bu ziyaret kapsamında öne çıkan en önemli stratejik ve ekonomik konu, Fransa-İtalya ortaklığındaki savunma sanayi firması Eurosam ile Türk ortakları Aselsan ve Roketsan arasında uzun menzilli hava savunma ve füze projesi (Loramid) için bir ön sözleşme (iyi niyet beyanı) imzalanmasıdır. Samp/T (Samp-T) olarak da bilinen bu projenin hayata geçirilmesi halinde, Türkiye’nin, hayalet uçaklar, insansız hava araçları ve füzelerden kaynaklanan tehditlere karşı savunma imkânlarının arttırılması hedeflenmektedir. Dönemin Türkiye Cumhuriyeti Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli, Rusya’dan alınan S-400 hava savunma sisteminin ardından, bu anlaşmayla birlikte Türkiye’nin yerli ve milli imkânlarla hava savunma sisteminin oluşumuna büyük katkı sağlanacağını ve Türkiye’nin üst model füze sistemleri üretebilecek bir ülke haline geleceğini söylemiştir. Bu proje, kısa bir süre önce Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yeniden gündeme getirilmiş ve bu yönde girişimlerin devam ettiğinin altı çizilmiştir. Ayrıca, yine 2018 yılı Ocak ayındaki bu ziyaret kapsamında, Türkiye ile Fransa, Airbus ve Türk Hava Yolları (THY) arasında 20+5 adet opsiyonlu A350-900’ün satın alma görüşmelerine başlamak adına imzalanan mutabakat zaptı vesilesiyle, bir diğer önemli ticari hamle daha yapmışlardır. Bunlar, askeri ve ekonomik işbirliği anlamında çok olumlu gelişmeler olarak not edilmelidir.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyareti kapsamında Erdoğan’la birlikte düzenlediği basın toplantısında, çok açık bir şekilde Türkiye ile ilişkileri daha çok bölgesel bir güçle ilişkiler bağlamında değerlendirdiğini ve Türkiye’nin mevcut siyasal koşulları nedeniyle AB üyeliği konusunda bir ilerleme/iyileşme sağlanması, yani yeni bir başlık açılmasının beklenmemesi gerektiğini söylemiştir. Macron, bu konuda Avrupalı siyasetçilerin Türkiye’ye daha önce dürüst davranmamaları nedeniyle çeşitli sorunlar yaşandığını ve Türkiye’ye artık dürüst davranmaları gerektiğini de sözlerine eklemiştir. Bu bağlamda, Macron, Türkiye’ye Avrupalı bir ortaktan ziyade, ülkesinin tarihsel ilişkilerinin olduğu önemli bir “bölgesel güç” şeklinde yaklaşarak, Türkiye-Fransa ilişkilerinde bir değişikliğe yelken açmıştır. Merkez sol çizgideki Fransız gazetesi Le Monde, bu yeni yaklaşımı, okurlarına, “Macron Türkiye’ye AB’ye entegrasyon yerine partnerlik önerdi” başlığıyla duyurmuştur. Buna karşın, Fransa Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin AB çıpasına bağlı kalması gerektiğini de belirtmiş ve Türkiye’yi demokratikleşme konusunda cesaretlendirmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, Paris’te Türkiye’nin AB üyeliği konusunda gönülsüz mesajlar vermiş ve “Bu süreç bizi ciddi manada yorduğu gibi, milletimi de ciddi manada yoruyor. Bizi belki de bir karara doğru sürükleyecektir. ‘Ne olur artık bizi de alıverin’ diyecek halimiz yok.” şeklinde konuşmuştur. Ayrıca Erdoğan, ilerleyen aylarda verdiği bir demeçte, AB üyeliği konusunda Türkiye’de bir referandum düzenleyebileceklerini de söylemiştir. Bu konuda iki lider arasındaki uzlaşmış görüntüye karşın, Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanlığı, ilerleyen aylarda Fransa Cumhurbaşkanı’nı kınamış ve Macron tarafından AB karşıtı politikalar izlemekle suçlanan Türkiye’nin AB ile ilişkilerde tam üyelik dışında bir perspektifinin olmadığını ilan etmiştir.
Bunların yanı sıra, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Fransa ziyaretinde terörle mücadele konusunda Türkiye’ye açık biçimde destek vermiş ve Fransız gazetecilerin eleştirel soruları karşısında Erdoğan’ı bir anlamda korumuştur. Ancak aynı Macron, Fransa’yı doğrudan ilgilendiren konular olan yabancı gazetecilerin ve Frankofon eğitim kurumlarında çalışan akademisyenlerin durumu ve genel olarak Türkiye’deki insan hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü ve hukuk devleti gibi konularda, mevkidaşı Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı eleştirel bir tutum takınmıştır. Nitekim Macron’un “ifade özgürlüğü bir bütündür ve bölünemez” vurgusu basın toplantısından akıllarda kalmıştır. Macron, ilerleyen aylarda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı “Diktatör” olarak lanse eden Fransız dergisi Le Point’a da ifade özgürlüğü bağlamında destek vermiştir. Ayrıca Macron, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Fransa gezisi sırasında Ankara'ya laiklik konusunda herhangi bir eleştiri yapmamasına karşın, ilerleyen aylarda, “Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Türkiyesi Kemal'in (Atatürk'ün) Türkiyesi değil” diyerek, laiklik konusunda da bir çıkış yapmış ve Türkiye'yi eleştirmiştir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, ortak basın toplantısında Fransız gazetecilerden gelen sorular karşısında öfkelenmiş ve bu kişilere oldukça sert cevaplar vermiştir. İlk olarak, bir Fransız gazetecinin polis baskınıyla Suriye’ye silah sevkiyatı yaparken yakalanan tırların sorulması üzerine hiddetlenen Erdoğan, bu iddiaları reddetmiş ve ABD’nin Suriye’de PYD ve YPG gibi Kürt ayrılıkçısı terör gruplarına binlerce tırlık silah yardımı yaptığını hatırlatarak, Türkiye’nin pozisyonunu savunmuştur. Erdoğan, bu soruyu soran Fransız gazeteciyi Fethullah Gülen cemaatine veya 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasındaki ismiyle FETÖ terör örgütüne mensup olmakla da suçlamıştır. Ayrıca yine bir Fransız gazetecinin tutukluluğu devam eden işadamı ve sivil toplumcu Osman Kavala’yı sorması üzerine, Cumhurbaşkanı Erdoğan, öfkeli bir şekilde, Fransa’da avukatları olduğunu iddia ettiği Kavala’yı 2013 yılındaki Gezi Parkı Olayları’nı organize etmekle suçlamıştır.
Böylelikle, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2018 yılındaki Fransa gezisi, Macron dönemi Türkiye-Fransa ilişkilerine dair ilk önemli gelişme ve sorunlu gelişecek dönemin habercisi olmuştur. Cumhurbaşkanı Macron'un henüz bir Türkiye ziyareti yapmadığı ve bu konuda bir planlama olduğuna dair emarelerin bulunmadığı da bu noktada hatırlatılabilir. Ancak ilişkilerin önemini koruması nedeniyle, olası bir ikinci Macron döneminde, Fransız Cumhurbaşkanı'ndan resmi bir Türkiye ziyareti beklemek de kesinlikle hayalcilik olmayacaktır.
Doç. Dr. Ozan Örmeci kürsüdeyken
2. İki Lider ve İki Ülkenin Devlet Adamları Arasında Artan Polemikler
Emmanuel Macron döneminde, ne yazık ki, iki ülke Cumhurbaşkanları ve farklı düzeylerdeki devlet adamları arasında sert polemiklerin yaşanması dikkat çekmektedir. Örneğin, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un 2019 yılı Kasım ayında söylediği ve gündem yaratan "NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir” açıklamasına tepki olarak, "Önce sen kendi beyin ölümünü bir kontrol ettir. Bu ifadeler senin türündeki beyin ölümü gerçekleşmiş olanlara yakışır. NATO’ya karşı yerine getirmen gereken vecibelerini yerine getirmiyorsun.” diyerek sert bir cevap vermiştir. Erdoğan, ayrıca Macron’un Doğu Akdeniz konusunda Türkiye’ye yaptığı eleştirilere de, "Sen kimsin de kıyıdaş olmadığın Doğu Akdeniz’le ilgili açıklama yapıyorsun?” şeklinde cevap vermiştir. Erdoğan’ın, bu açıklamalarıyla, Fransa’nın kıyıdaş veya garantör olmadığı Kıbrıs’la ilgili politikalara müdahil olmasından rahatsızlık duyduğu anlaşılmıştır. Recep Tayyip Erdoğan, Macron’un Lübnan’daki büyük patlama sonrasında bu ülkeye yaptığı ziyaretleri ise "neokolonyalizm" (yeni-sömürgecilik) kapsamında değerlendirmiş ve Fransa’yı yine sert bir dille eleştirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da, Emmanuel Macron ve Fransa’yı son dönemde eleştiren bir kabine üyesi olarak sivrilmektedir. Örneğin, Fransa’nın Libya'daki General Halife Hafter'e destek politikasını "darbeciyi, korsanı desteklemek” olarak yorumlayan Çavuşoğlu, bu ülkeyi "dürüst ve şeffaf olmamak” bağlamında eleştirmiştir. Çavuşoğlu, ayrıca, Fransa’yı "ayakları pislik içinde gömülüyken öten horoza” benzetmiş ve Macron’un popülizme yenik düştüğünü iddia etmiştir. 2020 yılı Temmuz ayında Doğu Akdeniz tartışmalarının alevlenmesi üzerine, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy da Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Güney Kıbrıs Rum yönetimi lideri Nikos Anastasiades ile ortak basın toplantısında yaptığı açıklamaya ilişkin olarak, "Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un beyanlarının ülkemiz nezdinde kıymeti harbiyesi yoktur. Türkiye’yi yaptırım diliyle tehdit etmek kimsenin haddi değildir ve hiçbir sonucu olmayacaktır.” açıklamasını yapmıştır. Aksoy, Libya’daki gelişmeler üzerine de, "Fransa’nın Libya’yı kaosa sürüklemeye çalıştığını” belirtmiştir. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın da, Fransa’nın Libya politikasını eleştiren Türk devlet adamlarından birisidir. Somut bir örnek vermek gerekirse, Kalın, 2020 yılı içerisinde yaptığı bir açıklamada, Fransa’nın Libya’da General Hafter’i desteklemesinin NATO’nun güvenliğini zora soktuğunu belirterek, Fransa’nın "güvenilmez” bir ülke olduğunun altını çizmiştir.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Türkiye’ye yönelik ilk sert eleştirisi ise, 2018 yılı başında Le Figaro gazetesine verdiği röportajda, Türkiye’nin Suriye’deki askeri operasyonlarını kastederek, bu operasyonların "terörle mücadeleden çıkarak işgale dönüşmesi durumunda" Fransa için ciddi bir sorun olacağını açıklaması olmuştur. 2019 yılı Haziran ayında Türkiye-Fransa A milli futbol takımları arasında oynanan maçta Fransız milli marşı La Marseillaise'in ıslıklanması sonrasında ise, Macron, "Milli marşımızın ıslıklanması kabul edilemez” yorumunu yaparken, dönemin Fransa İstanbul Başkonsolosu Bertrand Buchwalter da, Twitter hesabından, "Beni üzen şey milli marşımızın maçta yuhalanması” diyerek bu olaya tepki göstermiştir. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ilerleyen aylarda da, Suriye, Libya, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki gelişmelerle ilgili olarak birçok defa Türkiye’yi eleştiren ve suçlayan sert açıklamalar yapmıştır. Örneğin, Macron, Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanları ve münhasır ekonomik bölgeler konusunda bölge ülkeleri arasında henüz bir anlaşma olmamasına karşın, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hareketliliğini, "Yunan ve Kıbrıs Rum taraflarının egemenlik haklarının ihlal edilmesi” olarak yorumlamıştır. Türkiye’nin politikalarına tepki olarak Doğu Akdeniz’de askeri varlıklarını arttırmalarına ilişkin olarak ise, Macron, bölgede Türkiye’ye yönelik "kırmızı çizgi politikası” uyguladıklarını belirtmiş ve Ankara’nın "sözlerden değil, eylemlerden anladığını” iddia etmiştir. Macron, ayrıca, "Türkiye’nin AB sularındaki ihlalleri cezasız bırakılamaz” açıklamasını yaparak, AB’nin Türkiye’ye yönelik yaptırımlar uygulamasını da gündeme getirmiştir. Macron, Libya konusunda ise, Ankara’yı "tehlikeli bir oyun oynamak”la itham etmiş ve Türkiye’nin Libya’da Berlin Konferansı’ndaki angajmanlara uygun hareket etmediğini iddia ederek, Libya’daki gelişmeleri "Türkiye’nin tarihsel ve kriminel sorumluluğu” olarak yorumlamıştır. Macron, 2020 yılı Eylül ayı başında ise, Lugano Orta Doğu-Akdeniz Forumu’na gönderdiği görüntülü mesajda, Türkiye’yi "imparatorluk fantezisi kurmakla” itham etmiştir. Fransa AB ve Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian da son dönemde Türkiye’yi eleştiren bazı açıklamalar yapmıştır. Örneğin, Le Drian, Ayasofya’nın camiye çevrilmesinin ardından, modern ve laik Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli sembolik adımlarından birinin geri çevrildiğini belirterek, Ayasofya’nın çoğulculuğa ve diyalog ve hoşgörüye uygun şekilde düzenlenmesi gerektiğini kaydetmiştir. Fransa'nın Libya politikasına da daha çok Le Drian'ın yön verdiği düşünülmektedir.
Klasik diplomatik restleşme sınırlarını zorlayan bu tip karşılıklı açıklamalar, ilişkilerde sanki bir felaket yaşanıyor havası yaratsa da, aslında sorunların temelde farklı jeopolitik algılamalardan kaynaklandığı, ayrıca her iki liderin de birbiriyle zıtlaşarak iç kamuoyunda ve ulusal basında prim yapmaya çalıştıkları iddia edilebilir. Bu anlamda, "popülizm" ve seçim kaygısı, her iki lideri bu yönde sert açıklamalar yapmaya itmiş olabilir. Zira Türkiye, AB nezdinde ve Fransız halkı arasında son dönemde pek desteklenen bir ülke değilken, Fransa da Türkiye için artık eskisi gibi bir "model ülke" konumunda değildir. Üstelik, bu polemikler yaşanırken, Macron'un "Sarı Yelekliler" protestoları, Erdoğan'ın da Başkanlık sistemi eleştirileri ve ekonomik krizle uğraştığını hatırlamak gerekir. Bunun yanında, bir sonraki başlıkta açıklanacağı üzere, sansasyon ve rating peşinde koşan her iki ülkedeki medya kuruluşları da genelde bu rekabeti körükler çizgide yayın yapmaktadırlar. Son olarak, iki liderin 2021 yılı Mart ayı başındaki telekonferans görüşmeleri sonrasında sert açıklamaların dozunun düşürüldüğü de bu noktada belirtilebilir.
Değerli katılımcılar (birinci oturum)
3. Medya Kuruluşlarının Karşılıklı Olarak Birbirlerini Olumsuz Lanse Etme Çabası
Emmanuel Macron döneminde (2017-), Nicolas Sarkozy dönemine (2007-2012) benzer şekilde, her iki ülkede de medya kuruluşlarının karşılıklı olarak diğer tarafı olumsuz gösterme gayreti içerisinde olduğu da söylenebilir. Bu konuda çok sayıda örnek olmakla birlikte, birkaç somut örnek üzerinde durmak faydalı olabilir.
Türkiye medyasından başlamak gerekirse; Habertürk gazetesi muhabiri ve köşe yazarı Çetiner Çetin’in 7 Eylül 2020 tarihli yazısı, Türk medyasında Fransa’daki Emmanuel Macron yönetimine olan olumsuz bakışı ve ortalama görüşü yansıtan önemli bir yazı olarak örnek verilebilir. "Küçük Napolyon Macron’un Türkiye karşıtlığı” başlıklı yazıda, Macron döneminde Fransa’nın Lübnan, Libya ve Doğu Akdeniz’de yeni bir aktivizme yöneldiğini belirten yazar, bu aktivizmin Türkiye karşıtlığı üzerine inşa edilmesini eleştirmekte ve Macron’u "Küçük Napolyon” olarak tanımlamaktadır. Türkiye'de yapılan birçok başka gazete ve internet sitesi haberinde de, Macron için "Napolyon" benzetmesinin eleştirel bir şekilde yapıldığı söylenebilir. 30 Ağustos 2020 tarihli Haber7 haberi de, son dönemde Türkiye’de ortaya çıkan Fransa algısına dair önemli bir referans olarak belirtilebilir. Haberde, Fransa’nın Doğu Akdeniz’de artan Türkiye-Yunanistan ve Türkiye-Güney Kıbrıs Rum Kesimi gerginliklerine cevaben donanmasını bölgeye göndermesine dair Cumhurbaşkanı Macron’un yapmış olduğu "Bu bir kırmızı çizgi politikasıdır. Orantılıydı. Oraya donanmanın tümünü yollamadık.” açıklaması eleştirilmekte ve bu açıklama "küstahlık” olarak değerlendirilmektedir. 28 Ağustos 2020 tarihli Sözcü gazetesi haberi de, bir öncekine benzer olumsuz algılamaları yansıtan ve güçlendiren bir haber niteliğindedir. Haberde, Cumhurbaşkanı Macron’un "Türkler sadece eyleme dönüşen sözlere saygı duyar” açıklamasına tepki olarak, "Macron haddini aştı!” başlığı kullanılmış ve Fransa Cumhurbaşkanı eleştirilmiştir. Betül Usta imzalı ve 16 Ağustos 2020 tarihli ve "Macron’un Türkiye hazımsızlığı” başlıklı Sabah gazetesi haberinde ise, Fransa’daki Macron yönetimin Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin güçlenmesinden rahatsız olduğu, Cumhurbaşkanı Macron’un Türkiye karşıtlığıyla iç politikada Fransız halkından destek aradığı ve yine Macron’un NATO içerisindeki çatlakları derinleştirerek Avrupa Ordusu hayaline destek bulmaya çalıştığı yorumları yapılmıştır. YeniÇağ gazetesinin 13 Ağustos tarihli "Macron’dan Türkiye’ye tehdit” başlıklı haberinde, Cumhurbaşkanı Macron’un Twitter hesabından yaptığı "Doğu Akdeniz’deki durum endişe verici. Türkiye’nin petrol arama konusundaki tek taraflı kararları gerginliğe neden oluyor. Komşu ülkeler ve NATO içindeki müttefikler arasında barışçı bir diyaloğa izin vermek için bunların sona ermesi gerekir.” ve "Aralarında Yunanistan’ın olduğu Avrupalı ortaklarımızın da işbirliği ile gelecek günlerde Doğu Akdeniz’deki Fransız askeri varlığını geçici olarak güçlendirmeye karar verdim." açıklamaları Türkiye’ye yönelik bir tehdit olarak lanse edilmiştir. Son olarak, 2015 yılındaki Charlie Hébdo Baskını'ndan itibaren, Fransa'da son yıllarda İslam motifli terör saldırılarının artması nedeniyle ülkede gündeme gelen "İslamcı ayrılıkçılıkla mücadele" yasası hakkında, Takvim gazetesi, 2 Ekim 2020 tarihli haberinde Cumhurbaşkanı Macron'un İslam dinini hedef aldığını iddia ederek, haberinde, "Fransa Cumhurbaşkanı Macron'dan küstah sözler! İslam'ı hedef aldı..." başlığını kullanmıştır.
Fransız medyasından örnek vermek gerekirse; Nathalie Guibert ve Jean-Pierre Stroobants imzalı ve 18 Haziran 2020 tarihli Le Monde gazetesi haberinde, Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Libya’daki askeri hareketliliğinin "NATO’yu zehirlediği” yönünde bir başlık kullanılmış ve "Courbet hadisesi" olarak bilinen olay gündeme getirilerek, Türkiye’nin NATO üyesi bir devlete yakışan şekilde hareket etmediği ve bunun Avrupalı ülkelerce kınandığını vurgulanmıştır. Le Figaro gazetesinde 2 Temmuz 2020 tarihinden yayınlanan Isabelle Lasserre imzalı "Erdogan sème la zizanie au sein de l’Otan” başlıklı haberde, Türkiye’nin NATO içerisindeki tutumu eleştirilmiş ve müttefiklerin Ankara’ya karşı tavır alabileceği iddia edilmiştir. France24 adlı medya kuruluşunun internet sitesinde Tom Wheeldon imzasıyla 3 Temmuz 2020 tarihinde yayınlanan "Turkey challenges allies and enemies alike in quest for ‘larger role on world stage’” adlı haberde ise, Türkiye’nin son dönemde dış politikada şahin bir tavır benimsediği belirtilerek, Ankara’nın hem düşmanları, hem de müttefiklerine karşı Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da sert politikalar uyguladığı iddia edilmiştir. Son olarak, France 5 televizyon kanalında yayınlanan « C dans l’air » adlı haber tartışma programında, 23 Mart 2021 tarihinde, "Erdogan : le sultan qui défie l’Europe" (Erdoğan: Avrupa’ya Meydan Okuyan Sultan) başlıklı bir belgesel yayınlanmış ve bu belgeselde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın hayatı incelendiği gibi, siyasi kariyerinde yaptığı bazı hamleler de eleştirilmiştir.
Görüldüğü üzere, her iki ülkede de medyada karşı tarafa yönelik olumlu bir algı yoktur. Bu durum ise, kuşkusuz, her iki ülkede de önemli konumda bulunan siyasetçilerin birbirlerine yönelik olumsuz tavırlarından ve bazı alanlarda yaşanan çıkar çatışmalarından kaynaklanmaktadır. Ancak medyanın da her iki ülkede de tamamen tarafsız/apolitik bir dil kullanmadıkları ve milliyetçi hamasi duyguları harekete geçirecek şekilde yayın yaptıkları belirtilebilir. Yeni dönemde medyanın daha yapıcı bir dil ve üslup benimsemesi, kuşkusuz Türkiye-Fransa ilişkilerine de olumlu yansıyacaktır. Burada unutulmaması gereken husus, medyanın evrensel bir iş yaptığı ve sadece ülke çıkarlarını korumakla görevli olmayarak, kamuoyunu bilgilendirme amacı taşıdığıdır.
Değerli katılımcılar (ikinci oturum)
4. Doğu Akdeniz Sorunu ve Jeopolitik Rekabet Algısı
Türkiye-Fransa ilişkilerinde Macron dönemine dair en olumsuz gelişme ise, kuşkusuz, iki ülkenin Doğu Akdeniz'de giderek bir jeopolitik rekabet içerisine girmeleri, bu yönde keskin adımlar atmaları ve en üst makamlardan sert demeçler vermeleri olmuştur. Fransız uzman Dorothée Schmid'e göre, Fransa'nın Doğu Akdeniz politikası, daha çok güç ve sahiplenmeye dayalı "Mare Nostrum" (Bizim Akdeniz) hayali ile Akdeniz İçin Birlik (AiB) girişiminde görülen "büyük Akdeniz ailesi" (la grande famille méditerranéenne) çizgisi arasında gidip gelmektedir. Akdeniz İçin Birlik girişimi konusunda Sarkozy ve Hollande dönemlerinde ne AB üyeleri, ne de kıyıdaş ülkelerden yeterince destek alamayan Paris, bu nedenle son dönemde güç eksenli politikalara ağırlık vermeye başlamıştır. Bu bağlamda, Fransa, kendi çıkarlarını korumak için, bölgede Güney Kıbrıs Rum Kesimi (resmi adıyla Kıbrıs Cumhuriyeti) ve Yunanistan gibi aktörlerle yakın ilişkiler geliştirmekte ve bölgedeki yüksek tansiyon ve gerginlikleri kullanarak bölgeye silah satışları gerçekleştirmek istemektedir. Örneğin, Fransa, son olarak Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile, bu ülkeye 80 adet Rafale savaş uçağı ve 12 adet Caracal askeri nakliye helikopteri satmak için 17 milyar avroluk dev bir anlaşma yapmıştır. Bu anlaşma öncesinde de, Hindistan, Katar, Suudi Arabistan, Mısır, BAE ve Kuveyt gibi ülkelerle savunma sanayisi alanında güçlü işbirliğinin ve yoğun satışların olduğu belirtilebilir. Türkiye de, son dönemde İHA ve SİHA satışlarıyla dikkat çeken bir ülke olup, iki ülke, Doğu Akdeniz'deki jeopolitik rekabet algısı temelinde, savunma sanayilerini güçlendirmek istiyor da olabilirler.
İki ülke arasında Doğu Akdeniz'de yaşanan gerginliğin birkaç farklı cephesi bulunmaktadır. Öncelikle, Fransa, Doğu Akdeniz'de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları doğrultusunda, Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nin tezlerine destek vermekte ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni (KKTC) tanımamaktadır. Fransız donanması, son dönemde Güney Kıbrıs'ta Mari'deki Evangelos Florakis Deniz Üssü'nü kullanma hakkını kazanmış ve Fransa, Güney Kıbrıs'la ilişkilerini savunma iş birliği düzeyine de taşımıştır. Ayrıca Güney Kıbrıs Rum hükümetinin ada çevresinde yetkilendirdiği enerji şirketleri arasında Fransız enerji devi TOTAL'ın bulunduğunu da belirtmek gerekir. Fransa, 2020 yılı içerisinde, KKTC ve Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki hak iddialarına karşın, Yunanistan, İtalya ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile ortak bir askeri tatbikat da düzenlemiştir. Türkiye ve KKTC de bu tatbikata başka bir tatbikatla karşılık vermiştir. Bu kapsamda, Fransız gemisi Courbet ile bir Türk gemisi arasında NATO misyonu "Sea Guardian" (Deniz Muhafızı) sırasında ciddi bir gerginlik de yaşanmış ve Fransa, neticede, NATO'nun bu misyonundan çekilmiştir. Fransa, bölgeye Charles de Gaulle uçak gemisini göndermek gibi Türkiye'ye mesaj vermeyi amaçlayan bazı sembolik adımlar da atmıştır. Fakat Türkiye kamuoyunda sürekli hedef gösterilmesine karşın, Fransa, aslında bu konuda bağımsız hareket etmemekte ve AB çatısı altında diğer Avrupa ülkeleri ile birlikte Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi'ni desteklemek amacıyla PESCO gibi çeşitli girişimlerde bulunmaktadır. Dolayısıyla, esasında, Doğu Akdeniz'de Türkiye ile Fransa değil, Türkiye ile AB karşı karşıyadır.
Türkiye ile Fransa arasındaki Doğu Akdeniz rekabetinin ikinci önemli cephesi Libya'dır. Libya iç savaşı sürecinde Türkiye Müslüman Kardeşler'in desteklediği Fayiz es-Sarrac hükümetini desteklerken, Fransa, General Halife Hafter ve güçlerini desteklemiştir. Türkiye, Sarrac hükümetiyle deniz yetki alanları konusunda bir anlaşma imzalayarak, Doğu Akdeniz'deki egemenlik iddialarına da dayanak sağlamıştır. Fransa ise, Hafter güçlerine destek vererek bölgedeki İslamcı gruplara karşı mücadele verdiğini iddia etmekte ve politikasını böyle izah etmektedir. Böylelikle, iki NATO üyesi ülke, Libya'da farklı cephelerde yer almışlardır. Ancak Libya'da bir mutabakat hükümetinin kurulmasından sonra, Berlin Konferansı uyarınca Türk askeri unsurlarının bölgeden çekilmesi temelinde bir uzlaşma söz konusudur. Lakin Türkiye, bunun için tüm yabancı güçlerin ülkeden çekilmesini talep etmekte, bu da Fransa'nın tepkisini çekmektedir. Dolayısıyla, bu konudaki kriz pek konuşulmasa da, henüz tam anlamıyla sonuca ulaşılmış değildir. Fransa'nın Libya politikası ise, AB politikasından ziyade ikili ilişkiler bağlamında değerlendirilebilecek bir husustur.
Türkiye ile Fransa arasındaki Doğu Akdeniz rekabetinin üçüncü önemli ayağı ise Yunanistan'dır. Fransa, Macron döneminde Yunanistan'ın adaların egemenlik yetkisini destekleyen tezlerine destek vermekte ve bu nedenle Türkiye'nin tepkisini çekmektedir. Bu, Fransa'nın Manş Denizi'nde Birleşik Krallık'a karşı savunduğu tezlerin ise tam zıttı durumundadır. Öyle ki, Manş Denizi'nde İngiltere'ye ait adaların ana kara gibi kıta sahanlığı olamayacağını savunarak uluslararası tahkim mahkemesine giden ve davayı kazanan Fransa, Doğu Akdeniz'de bunun aksini iddia ederek, kendi kendisiyle de çelişmektedir. "Sevilla Haritası" adı verilen maksimalist Yunan taleplerini yansıtan görüşe karşı, Türkiye de, son dönemde "Mavi Vatan" adlı bir doktrin geliştirmiştir. Cem Gürdeniz ve Cihat Yaycı gibi iki emekli komutan tarafından geliştirilen bu doktrin, Türkiye'nin tezlerine dayanak kazandırmaya çalışmaktadır. Fransa, son dönemde Yunanistan'a savunma sanayisi anlamında yaptığı satışlarla da gündeme gelmektedir. Nitekim Atina, Paris'ten 24 adet Rafale jeti ve 3 adet fırkateyn satın alacak ve bölgedeki askeri rekabette Türkiye karşısında avantajlı konuma geçmeye çalışacaktır. Bu şekilde, Türkiye, AB-İsrail-Mısır ekseni karşısında bölgede yalnızlaştırılmakta ve yalnızca tanınmayan KKTC ve bölünmüş Libya ile kendisine müttefik bulabilmektedir. Fransa'nın Yunanistan politikası AB politikalarıyla uyumlu olsa da, bu konuda Paris'in çok atak olması dikkat çekicidir. Örneğin, bir diğer AB lider ülkesi olan Almanya, bu konuda daha mutedil davranmaktadır.
Doğu Akdeniz sorunları, Türkiye-Fransa ilişkileri açısından varoluşsal bir mesele değildir. Ancak sorun şudur ki, her iki ülkede de son dönemde jeopolitik düşünce ağır basmakta ve bu düşünce sistematiğinde iki ülke farklı kamplarda yer almaktadırlar. Yine de, son dönemde Türkiye'nin AB baskısıyla bölgedeki tansiyonu düşürme çabalarına Yunanistan tarafından da karşılık verilirse, statükonun devamı temelinde bölgede büyük bir kriz çıkması kolaylıkla engellenebilecektir. Yine Kıbrıs Sorunu'nun çözümü yönünde ılımlı bir havanın esmesi de ilişkileri yumuşatabilecektir.
Doç. Dr. Ozan Örmeci ve Dr. Aurélien Denizeau
5. Karabağ Meselesi
Fransa ile Türkiye arasında Macron döneminde yaşanan bir diğer olumsuz jeopolitik konu ise, iki ülkenin Güney Kafkasya'daki gelişmeler konusunda da farklı siyasi tutum takınmaları olmuştur. Türkiye, en başından beri Azerbaycan'ın uluslararası hukuka uygun şekilde topraklarını savunması ve geri kazanması için güce başvurmasını desteklerken, Fransa tarafı, sorunun yıllardır devam ettiği üzere AGİT Minsk Grubu aracılığıyla ve müzakereler yoluyla çözülmesini savunmuştur. Ancak 2020 yılı sonunda yaşanan İkinci Karabağ Savaşı veya 44 Gün Savaşı'nı Azerbaycan'ın kazanmasıyla, bu sorun büyük ölçüde çözülmüştür. Fakat bu durumu kabullenmeyen Fransa'da, Fransız Senatosu sözde Dağlık Karabağ Cumhuriyeti'ni tanımak ve Cumhurbaşkanı Macron da Azerbaycan'ın zaferinde Suriyeli cihatçıların rol oynadığını iddia etmek gibi Türkiye ve Azerbaycan'ı kızdıran bazı girişimlerde bulunmuştur. Bu bağlamda, iki ülke arasında 1915 Olayları'na yaklaşım farklılıkların da halen devam ettiği; Fransız kamuoyunun büyük ölçüde bu olayları bir "soykırım", Türkiye ve Azerbaycan kamuoyunun ise "vatan savunması" ve "tehcir" olarak değerlendirdiği bilinmektedir.
6. Suriye İç Savaşı ve PYD-YPG Sorunu
Suriye iç savaşında başlarda birbirlerine paralel politikalar geliştiren ve Beşar Esad yönetimine karşı olan muhalif gruplara destek veren Türkiye ve Fransa'nın politikaları, zaman içerisinde farklılaşmaya başlamıştır. Fransa, IŞİD teröründen doğrudan etkilenen bir ülke haline gelince ve IŞİD vahşeti uluslararası kamuoyunda büyük tepki yaratınca, Esad karşıtı olan gruplardan yalnızca seküler kimliği ön planda olan Kürtlere destek vermeyi sürdürmüş ve Beşar Esad'a yönelik muhalefetine son vermiştir. Türkiye ise, IŞİD ve radikal dinci grupların yanı sıra, Fransa ve ABD gibi Batılı ülkelerin destek verdikleri PYD/YPG gibi Kürt gruplara da olası bir Kürt devleti veya özerkliği nedeniyle karşı durmuş, Özgür Suriye Ordusu'na desteğini sürdürmüş ve Beşar Esad'a yönelik muhalif duruşunu da henüz tam anlamıyla sona erdirmemiştir. François Hollande döneminde PYD/YPG temsilcilerini Elize Sarayı'nda ağırlayan Fransa, bu uygulamaya Macron döneminde de devam etmiş ve bu grupları terör örgütü PKK'nın Suriye kolu olarak gören Türkiye'nin tepkisini çekmiştir. Dolayısıyla, PYD-YPG sorunu, kronikleşen Kürt Sorunu'nun bir bileşeni olarak Türkiye-Fransa ilişkilerini Macron döneminde de germeye devam etmiştir. Ayrıca, Macron, Esad’ın iktidardan uzaklaşmasının Suriye'de siyasal çözüm için bir ön koşul olmaması gerektiğini ifade ederken, Türkiye'den bu konuda birincil ağızlardan herhangi bir açıklama gelmemiş ve yalnızca istihbarat servislerinin görüştüğü açıklanmıştır.
Göç konusunda ise Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian, Türkiye'yi Suriyeli mültecilerle ilgili Avrupa'ya "şantaj" yapmakla suçlamıştır. Macron ise, “Sığınmacı konusunun Türkiye tarafından bir baskı unsuru olarak kullanılıyor. Bu baskılara boyun eğilmemeli.” demiştir. Ayrıca, Türkiye 4 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapmasına ve bu konuda AB'den söz verilen destekleri tam olarak alamamasına karşın, Fransa hükümeti yalnızca nitelikli ve eğitimli Suriyelileri ülkeye alıp, düzensiz yollarla ülkeye giriş yapan Suriyelileri direkt olarak Türkiye’ye göndermektedir. Fransa, bugüne kadar yalnızca birkaç bin Suriyeliye sınırlarını açmış ve bu konuda sorumluluğu Türkiye ve Almanya'nın üzerine bırakmıştır.
7. Galatasaray Üniversitesi'ndeki Fransız Akademisyenlerin Türkçe Dil Yeterliliği Konusu,
Macron döneminde Türkiye ile Fransa arasında yaşanan bir diğer gerginlik konusu ise, Fransız hükümetince Fransa'daki üniversitelere ve ortaöğretim kurumlarına gönderilen Türkçe okutmanları ve din görevlilerinden B2 düzeyinde Fransızca istenmesi üzerine, Türkiye'de yüksek öğretimi düzenleyen Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) tarafından Galatasaray Üniversitesi'ndeki Fransa vatandaşı akademisyenlerin oturma ve çalışma izinlerinin yenilenmesi için "B2 düzeyinde Türkçe" şartı getirilmesi olmuştur. Yekta Saraç'ın YÖK Başkanı olduğu dönemde yapılan uygulama, neredeyse tamamen Fransızca eğitim müfredatına sahip özel statülü bir devlet üniversitesi olan Galatasaray Üniversitesi'ndeki Fransız akademisyenleri endişelendirirken, bu durumdan rahatsız olan Fransız öğretim üyeleri, "Fransa ve Türkiye kavga eden çocuklar gibi davranıyor, biz ise diplomatik bir savaşta rehin alındığımız hissindeyiz" şeklinde açıklamalar yaparak durumu kınamışlardır. Ancak iki ülke Devlet Başkanı Emmanuel Macron ve Recep Tayyip Erdoğan'ın 2021 yılı Mart ayı başındaki telekonferans görüşmeleri sonrasında, bu kural YÖK tarafından kaldırılmış ve kriz çözülmüştür.
8. Ekonomik İlişkiler
2021 Nisan tarihli DEİK Bilgi Notu'na göre, Fransa, Macron döneminde son 5 senede ortalama yüzde 1,6 oranında bir ekonomik büyüme oranı yakalamıştır. Ancak 2020 yılında, koronavirüs (Covid-19) pandemisi nedeniyle ülke ekonomisi yüzde 9,8 oranında küçülmüştür. 2021 yılında ise yüzde 6'lık bir büyüme öngörülmektedir. Türkiye-Fransa ilişkileri ise son yıllarda Türkiye lehine gelişmektedir. Nitekim 2002-2018 döneminde Fransa ile yaptığı ticarette net ithalatçı olan Türkiye, son iki yıldır ise net ihracatçı konumuna gelmiştir. Fransa, Türkiye'nin dış ticaretinde ihracatta 6., ithalatta ise 8. sırada yer almaktadır. 2020 yılında Fransa'ya ihracat pandeminin de etkisiyle yüzde 9,4 azalarak 7,2 milyar dolara gerilerken, ithalat ise yüzde 3,4 artarak, 7 milyar dolara yükselmiştir. Dolayısıyla, dış ticarette günümüzde son derece dengeli bir tablo söz konusudur. TÜİK verilerine göre, 2021 yılında ihracat ilk 9 ayda 7,3 milyar dolara yükselmiş, ithalat da 6,5 milyar doları aşmıştır. İki ülke arasındaki ticaret hacminin yıllardır istikrarlı bir şekilde 14-15 milyar dolar bandında olduğu ve Macron döneminde de pandemiye rağmen bu konuda olumsuz bir gelişme yaşanmadığını söylemek mümkündür. Ancak elbette piyasa yanlısı bir lider olarak, Macron döneminde, ticarette daha hızlı bir ilerleme yaşanması beklenebilirdi. Burada temel sorunlar ise; Fransa'nın kronikleşen düşük büyüme oranları, pandemi etkisi ve Türkiye ile yaşanan siyasal polemiklerin ekonomiye de kısmi etkisi olarak belirtilebilir. Ancak yine de, Macron döneminde yaşanan siyasi polemiklerin Sarkozy dönemindeki gibi ekonomiyi makro ölçekte olumsuz etkileyen bir yapıda gelişmediğini de vurgulamak gerekir.
Sonuç
Sonuç olarak, büyük umutlarla başlayan Emmanuel Macron döneminde Türkiye-Fransa ilişkilerinin genel olarak gergin bir çizgide seyrettiği, iki ülke arasında jeopolitik rekabet algısının güçlendiği, liderler ve üst düzey devlet görevlileri düzeyinde sert polemiklerin yaşandığı ve karşılıklı olarak toplumsal destek ve sempatinin azaldığı söylenebilir. Buna karşın, iki ülke arasında kesinlikle varoluşsal bir sorunun olmadığı, sorunların genelde farklı jeopolitik algılamalardan kaynaklandığı, bunların zaman içerisinde değişebileceği ve bu konularda orta yol bulunabileceği, Macron'un yeniden seçilmesi sonrasında seçim kaygısı olmadan daha net bir Türkiye politikası belirleyebileceği, Türkiye'nin yeniden AB çıpasına bağlı kalarak reformist politikalara yönelebileceği, karşılıklı resmi ziyaretlerin gerçekleşebileceği ve sorunların yumuşatılabileceği iddia edilebilir. Bunların hepsi, karşılıklı çaba ve özveriyle mümkündür. Zira iki ülke arasında tarihsel bir dostluk ve çok yoğun siyasi-diplomatik, ekonomik, kültürel-toplumsal ilişkiler bulunmaktadır ve ilişkilerde yeniden bir çıkış yakalamak, karşılıklı istek olması halinde, son derece kolay olacaktır.
Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ