Sayfalar

30 Ekim 2024 Çarşamba

Doç. Dr. Senem Çevik Mülakatı: 2024 ABD Başkanlık Seçimleri ve Türk-Amerikan İlişkileri


Doç. Dr. Senem Çevik kamu diplomasisi ve stratejik iletişim alanında çalışmaktadır. Araştırmaları kimlik, iletişim ve politik psikoloji ekseninde olup, çalışmaları Middle East Critique, International Journal of Applied Psychoanalytical Studies, Caucasus Survey, Southeast European and Black Sea Studies, Global Media and Communication ve Turkish Studies gibi dergilerde yayınlanmıştır. Alanında ilk uluslararası yayın olan Turkey’s Public Diplomacy (Palgrave MacMillan, 2015) kitabının eş editörüdür. Kaliforniya Üniversitesi Irvine kampüsü ve Los Angeles kampüsünde uluslararası çalışmalar bölümünde ders vermiştir. Aynı zamanda Olive Tree Initiative adlı diyalog geliştirme programının University of California Los Angeles akademik koordinatörlüğünü üstlenmiştir. Halen Woodbury Üniversitesi media çalışmaları bölümünde öğretim görevlisidir ve toplumlararası çatışma çözümü projelerinde aktif olarak yer almakta, müzik ve gastro diplomasi alanlarında çeşitli projeler üretmektedir.

Prof. Dr. Ozan Örmeci'nin "Türkiye-Britain Relations: Two Hundred Years of an Intertwined Conflict and Cooperation" Kitabı Tanıtım Videosu

 

İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) Bölümü Başkanı ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Prof. Dr. Ozan Örmeci, Marmara Üniversitesi öğretim üyesi ve UPA uzmanı Doç. Dr. Oğuzhan Göksel ve Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi (ASBÜ) öğretim üyesi Prof. Dr. Gürol Baba ile birlikte editörlüğünü yaptığı ve Lexington Books tarafından yakında yayımlanacak olan Türkiye-Britain Relations: Two Hundred Years of an Intertwined Conflict and Cooperation (Türkiye-İngiltere İlişkileri: İç İçe Geçmiş Çatışma ve İşbirliğinin İki Yüzyılı) kitabını tanıtan bir video paylaştı.

Toplam 316 sayfadan oluşan kitap, Türk-İngiliz ilişkilerini tüm yönleriyle analiz etmektedir. Kitap, 3 bölüme ayrılmış ve 14 makaleden oluşmaktadır. İlk bölümde Türk-İngiliz ilişkilerinin tarihsel arka planı Nurcan Özkaplan Yurdakul, F. Begüm Yıldızeli, William Hale, Warren Dockter ve Gürol Baba tarafından kaleme alınan beş özgün bölümle incelenmiştir. Kitabın ikinci bölümü çağdaş Türk-İngiliz ilişkilerine ayrılmıştır. Bu bölüm, Ahmet Ceylan, Ozan Örmeci, Eren Alper Yılmaz, Matthew Weiss, Gökhan Ak ve Oğuzhan Göksel tarafından yazılmış dört özgün bölüm içermektedir. Kitabın üçüncü bölümü ise, Türkiye ile Birleşik Krallık arasındaki ilişkilerde kritik alanları ve konuları analiz etmektedir. Bu bölümde M. Cem Oğultürk, Özker Kocadal, Sina Kısacık, Cenk Özgen, Elnur İsmayıl, Hüseyin Bağcı ve Polat Üründül tarafından yazılan 5 farklı çalışma yer almaktadır. 

2024 BRICS+ Zirvesinden Satırbaşları

 

Giriş

22-24 Ekim 2024 tarihlerinde Rusya Federasyonu'nun Tataristan Cumhuriyeti'nin başkenti Kazan'da düzenlenen 16. BRICS+ Zirvesi, birçok yönüyle uluslararası ilişkiler tarihine geçecek önemli diplomatik gelişmelere sahne oldu. Bu yazıda, kısaca, 16. BRICZ Zirvesi'nin uluslararası politika ve diplomasi açısından önemini anlatacağım.

BRICS+ Kadrosu Oturuyor

İlk kez Brezilya, Rusya, Çin ve Hindistan tarafından 2009 yılında oluşturulan BRIC mekanizması, 2011 yılında Güney Afrika'nın da katılımıyla birlikte BRICS adını almıştır. 2024 Kazan Zirvesi ise, BRICS'in Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), İran İslam Cumhuriyeti (İran), Etiyopya ve Mısır'ın da üye sıfatıyla katılmaları nedeniyle ilk BRICS+ (BRICS artı) toplantısı olarak tarihe geçti. Bu şekilde, BRICS+'nın artık 9 tam üyesi olan önemli bir uluslararası platform haline geldiğini ve örgüt yapısının oturmaya başladığını söylemek mümkün. Ayrıca artan üyelik talepleri nedeniyle, ilerleyen yıllarda BRICS+'nın genişleme sürecinin devam edeceğini öngörmek de makul bir seçenek olarak gözüküyor.

'Ortak Devlet' Opsiyonu

Emin adımlarla kurumsallaşan ve ilerleyen BRICS+ yapılanması, örgüte katılım sağlamak isteyen ancak ABD (Amerika Birleşik Devletleri) başta olmak üzere Batılı ülkelerin yaptırım ve tehditlerinden endişe eden diğer devletler için, bu zirveyle birlikte "ortak devlet" (partner countries) statüsünü oluşturdu. Bu, BRICS+ üyeliği için bir aşama kabul edilebileceği gibi, kalıcı bir iş birliği formülü (statüsü) olarak da nitelendirilebilir. Bu bağlamda, 16. BRICS+ Zirvesi'nde örgütün ortak devlet statüsünü kabul ettiği 13 ülke şunlardır: Belarus (Beyaz Rusya), Bolivya, Cezayir, Endonezya, Kazakistan, Küba, Malezya, Nijerya, Özbekistan, Tayland, Türkiye, Uganda ve Vietnam. Bu şekilde, BRICS+, ilk kez NATO üyesi bir devleti (Türkiye) ortak statüsünde kuruluşa kabul ederken, ASEAN üyesi 3 devletin (Malezya, Tayland ve Vietnam) örgüte ortak statüsünde katılımı da kuruluşun ekonomik büyüklüğü ve etkisi bağlamında çok önemli bir jeopolitik gelişme olarak kabul edilebilir. Bilhassa bu 4 devletin tam üyelikleri halinde, BRICS+'nın artık ciddi bir küresel siyasi ve ekonomik kuruluş haline geleceğini öngörmek mümkündür.

Cumhurbaşkanı Erdoğan 16. BRICS+ Zirvesi'nde konuştu

Ayrıca Zirve'de Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bir konuşma yapması da bu ülkenin örgütle ilişkilere verdiği önemi ve üyelik istencini göstermektedir. Zirve ile eşzamanlı olarak Ankara'da TUSAŞ tesislerine yönelik olarak yapılan PKK kaynaklı terör saldırısı ise, Türkiye'nin çok boyutlu dış politikası karşısında bazı odakların terör kartını sahaya sürdükleri düşüncesini uyandırmıştır. Önemli bir Rusya uzmanı olan gazeteci ve siyaset yorumcusu Pepe Escobar, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın BRICS+ üyeliğinde çok ciddi olduğunu ve Türkiye'nin ilerleyen yıllarda kuruluşa tam üye olabileceğini düşünmektedir. Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) üyeliğinde ciddi bir ilerleme beklenmediği ve ABD ile de Suriye'deki PKK/YPG/PYD varlığı nedeniyle ilişkilerin çok zor bir konjonktürde olduğu düşünülürse, Türkiye'nin örgüte tam üyeliği bence de yakın gelecekte hiç şaşırtıcı bir gelişme olmaz. Zira Türkiye'nin BRICS+ üyesi ülkelerle ilişkileri devamlı gelişmektedir ki, kısa süre önce Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in Türkiye'ye resmi bir ziyaret için gelebileceği de T.C. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından yayınlanan bir haberde duyurulmuştur.

Rusya Diplomatik Açıdan İzole Edilemiyor

Rusya'da düzenlenen 16. BRICS+ Zirvesi'nin bir diğer önemli mesajı, Ukrayna politikası nedeniyle Batılı kurum ve kuruluşlardan dışlanan Rusya'nın diplomatik açıdan izole edilmesinin pek de mümkün olmadığının bir kez daha görülmesi oldu. Öyle ki, Zirve'ye 40 civarında (36) devletin çeşitli düzeyde temsilcileri iştirak ederken, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres'in de BRICS+ Zirvesi'ne katılması, kuruluşun meşruiyeti gösteren ama Rusya işgali altında yaşayan Ukrayna'nın tepkisini çeken bir gelişme oldu.

Antonio Guterres ve Vladimir Putin

Bu anlamda, Rusya'nın Batı'nın sıkı yaptırımlarına karşın ayakta kalabilmesinin iki önemli nedenini belirlemek gerekirse; 1-) Şimdilerde "küresel güney" (global south) olarak da adlandırılan gelişmekte olan "üçüncü dünya" ülkelerinin kolonyal döneme tepkilerin de etkisiyle Batı dünyasının Rusya karşıtı uygulama ve söylemlerine katılmakta istek göstermemeleri ve 2-) Rusya'nın muazzam enerji kaynakları ve çeşitli konulardaki Sovyet döneminden miras kalan üstün teknolojisi (savunma sanayii, nükleer enerji, uzak teknolojisi vs.) sayesinde gelişmekte olan ülkeler için çok cazip bir ortak olmasından söz edilebilir.

Suudi Arabistan'ın Kararı Bekleniyor

2024 Kazan Zirvesi'nde Suudi Arabistan'ı Dışişleri Bakanı Faysal bin Farhan Al-Saud temsil ederken, 2023 Johannesburg Zirvesi'nde üyeliğe davet edilen Suudi Arabistan'ın henüz üyelik sürecini tamamlamadığı ve kararının beklendiği ifade edildi.  Arjantin'in ise Javier Milei Başkanlığında üyelik sürecini askıya aldığı bu Zirve'de bir kez daha teyit edildi.

Ortak Para Birimi Tartışmaları

16. BRICS+ Zirvesi'nde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in misafirlerine dağıttığı sembolik para nedeniyle gündeme gelen ortak birimi tartışması, Zirve sonunda açıklanan bildiride ise hiç belirtilmemiş ve yalnızca yerel para birimlerinin karşılıklı ticarette kullanılmasının teşvik edileceği ifadesiyle yetinilmiştir (Madde 62, 63, 65, 67, 68). Bu bağlamda, BRICS+'nın dedolarizasyon çabalarının devam edeceğini ama ortak para birimi konusunda henüz bir atılım planlanmadığını söylemek mümkündür.

Çok Kutupluluk Vurgusu

Zirve sonunda açıklanan bildiride bilhassa çok kutupluluk (multipolarity) kavramına vurgu yapıldığı (Madde 6) görülmüştür. Bu şekilde, BRICS+, özellikle Rusya, Çin ve İran gibi devletlerce Batı-karşıtı bir pozisyona doğru yönlendirilse de, kuruluşa üye olan birçok devletin (Hindistan, Güney Afrika, BAE, Mısır vs.) Batı ile farklı konularda yakın ilişkilerini sürdürmek istedikleri bilinmektedir. Dahası, birçok Çinli için de ABD ve Batı dünyası ile yakın iş birliğini korumak bu ülkenin ekonomik ve siyasal gelişimi için faydalı olarak görülmeye devam etmektedir. Bu bağlamda, çok kutupluluk vurgusu ve beklentisi, Batı karşıtlığından ziyade, Batı hâkimiyetine bir eleştiri olarak da düşünülebilir.

Çin-Hindistan İlişkileri Isınıyor

16. BRICS+ Zirvesi'ne tarihi bir anlam katan bir diğer önemli jeopolitik gelişme ise, kuruluşun barışçıl amaçlarını da gösterircesine, 2020-2021 döneminde örgütün iki devasa nüfuslu üyesi Çin ile Hindistan arasında yaşanan Himalayalar bölgesindeki sınır çatışmalarının ardından iki ülke lideri Narendra Modi ve Şi Cinping'in Zirve'de yıllar sonra özel bir görüşme gerçekleştirmeleri oldu. Zirve kapsamında yapılan ikili heyet görüşmeleri sonucunda iki devletin sınır bölgeleri olan Depsang Ovası ve Demchok'ta devriye faaliyetlerini koordine etmeleri kararı alındı. Bu şekilde, Batı dünyasının kışkırtmalarına karşın Çin-Hindistan ilişkileri de BRICS+ platformu sayesinde belli bir düzene girmeye başladı. 

Sonuç

Sonuç olarak, Kazan'da düzenlenen 16. BRICS+ Zirvesi, daha şimdiden muazzam bir potansiyeli ve etkisi olan BRICS+'nın kurumsallaşması ve genişlemesi anlamında önemli bir dönüm noktası olmuş ve 'ortak devlet' statüsünün belirlenmesi, Rusya'nın Ukrayna politikası nedeniyle diplomatik dışlanmasına son verilmesi, Türkiye'nin örgüte ısındırılması ve Çin-Hindistan ilişkilerinde yeni bir sayfanın açılması gibi kritik gelişmelere sahne olmuştur. 

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

Kapak Fotoğrafı: BRICS+ tam üyesi 9 ülkenin Devlet Başkanları (soldan sağa sırayla): Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed Ali, Mısır Devlet Başkanı Abdülfettah es-Sisi, Güney Afrika Devlet Başkanı Cyril Ramaphosa, Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Şi Cinping, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin, Hindistan Başbakanı Narendra Modi, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Devlet Başkanı Muhammed bin Zayid en-Nehyan, İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan ve Brezilya Dışişleri Bakanı Mauro Vieira*.

* Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva, geçirdiği küçük bir kaza nedeniyle bu Zirve'ye katılamamıştır.

28 Ekim 2024 Pazartesi

Book Launch Talk: Türkiye-Britain Relations: Two Hundred Years of an Intertwined Conflict and Cooperation

 

Istanbul Kent University’s Political Science and Public Administration (English) department chair and International Political Academy (UPA) founder Prof. Ozan Örmeci, Marmara University staff and UPA expert Assoc. Prof. Oğuzhan Göksel, and Social Sciences University of Ankara staff Prof. Gürol Baba edited a new volume on Turkish-British (United Kingdom) relations. The book is published by famous international publisher Lexington Books and is entitled Türkiye-Britain Relations: Two Hundred Years of an Intertwined Conflict and Cooperation. While the book's back cover comment is written by Prof. Herbert Reginbogin from the Catholic University of America, the Introduction and Conclusion chapters are written by the editors of the work.

The book analyzes all aspects of Turkish-British relations. The book is divided into 3 parts and comprises 14 chapters. In the first part, the historical background of Turkish-British relations is studied with five original chapters written by Nurcan Özkaplan Yurdakul, F. Begüm Yıldızeli, William Hale, Warren Dockter, and Gürol Baba. The second part of the book is devoted to contemporary Turkish-British relations. It contains four original chapters written by Ahmet Ceylan, Ozan Örmeci, Eren Alper Yılmaz, Matthew Weiss, Gökhan Ak, and Oğuzhan Göksel. The book's third part analyzes key areas and issues in relations between the Türkiye and the United Kingdom. In this part, five different chapters are written by M. Cem Oğultürk, Özker Kocadal, Sina Kısacık, Cenk Özgen, Elnur İsmayıl, Hüseyin Bağcı, and Polat Üründül. The book also contains an index section and detailed information about the editors and contributors on the last pages.

Here's a video in which editors of the book share their views about the work:

27 Ekim 2024 Pazar

2024 Japonya Genel Seçimleri: LDP Güç Kaybetti

 

Eylül ayında Shigeru Ishiba'nın yeni Liberal Demokrat Parti (LDP) Genel Başkanı ve Başbakan olarak belirlendiği Japonya'da, 27 Ekim 2024 tarihinde halk yeni hükümet ve parlamento mensuplarını belirlemek için sandık başına gitmiştir. Henüz kesinleşmeyen seçim sonuçlarına göre, ülkenin son 70 yıllık siyasi hayatında yalnızca iki defa üçer sene süreyle iktidardan uzak kalan ve bu yönüyle Japonya'da hâkim (dominant/kartel) parti sisteminin kurumsallaşmasını sağlayan merkez sağ/merkez çizgideki LDP, kendisini destekleyen muhafazakâr/sağ Komeito Partisi ile birlikte seçimi önde tamamlamasına karşın, hükümeti kurabilmelerine olanak sağlayacak 233 milletvekili sayısının altında kalmıştır. Bu nedenle, LDP lideri Shigeru Ishiba'nın Japonya Başbakanı olarak görev yapmaya devam etmesi için, ilerleyen günlerde üçüncü bir partiyi daha iktidar koalisyonuna dahil olmaya ikna etmesi gerekmektedir. Bu yazıda, 2024 Japonya genel seçimleri kısaca değerlendirilecektir. 

Seçim sonuçları

Kaynak: The Japan Times

Japonya Meclisi Diet'in iki kamarasından biri olan Temsilciler Meclisi'nde 465 sandalye bulunmakta ve bu anlamda bir partinin veya farklı partilerden oluşan bir koalisyon hükümetinin kurulabilmesi en az 233 milletvekilinin desteğine ihtiyaç duyulmaktadır. 27 Ekim 2024 tarihli Japonya genel seçimleri sonucunda, ülkenin adeta "milli" partisi olan LDP, 191 milletvekili elde etmeyi başarmış ve ülkedeki en büyük parti olmuştur. Buna karşın, 2021 genel seçimlerinde LDP'nin 260 civarında milletvekili kazandığı da düşünülürse, partinin oy desteğindeki anlamlı düşüş, Japonya siyasetine dair önemli bir alarm sinyalidir. LDP'den sonra ülkedeki en etkili siyasal parti merkez-merkez sol çizgideki liberal bir parti olan Japonya Anayasal Demokrat Partisi (Rikken-minshutō veya CDP) olurken, eski DPJ’li Yoshihiko Noda liderliğindeki parti Temsilciler Meclisi'nde 148 sandalye kazanmayı başarmıştır. CDP, bu şekilde milletvekilliği sayısını önceki genel seçimde kazanılan 96'ya kıyasla hayli yükseltmeyi başarmış ve iktidar için iddiasını ortaya koymuştur. Nobuyuki Baba liderliğindeki ve milliyetçi-muhafazakâr çizgide siyaset yapan Japonya Yenilik Partisi (Nippon Ishin no Kai) 38 milletvekili çıkararak ülkedeki en büyük üçüncü parti olurken, oy oranı ve milletvekili sayısı önceki seçime göre kısmen azalmıştır. Yuichiro Tamaki liderliğindeki  2018 yılında kurulan merkez-merkez sağ çizgideki Halk İçin Demokrat Parti veya DPP/DPFP (Kokumin Minshu-tō) ise 28 milletvekilliği ile bu seçimle birlikte ülkedeki en büyük dördüncü siyasi parti olmayı başarmış ve beklentilerin çok üzerine çıkmıştır. Budist Soka Gakkai hareketinin partileşmesi sonucunda kurulmuş muhafazakâr sağ Komeito Partisi (NKP) 24 milletvekili kazanarak düşüş trendine girer ve ancak beşinci parti olabilirken, LDP ile Komeito'nun oyları birlikte ancak 215'i bulabilmiş ve hükümeti kurmak için gereken 233 sayısının epey altında kalmıştır. Tarō Yamamoto liderliğindeki sol popülist Reiwa Shinsengumi 9 ve kadın siyasetçi Tomoko Tamura liderliğindeki aşırı sol Japonya Komünist Partisi (JCP) ise 8 milletvekilliği kazanmıştır.

Bu sonuçların ardından, Başbakan Shigeru Ishiba, partisi LDP ve sadık destekçisi Komeito dışında bir diğer partiyi daha ikna ederek yeni hükümeti kurabilir. Şu an için akla en yatkın ihtimal bu olmakla birlikte, elbette başka ihtimaller de söz konusudur. Ancak şurası kesindir ki, The Japan Times'dan Francis Tang'in de belirttiği üzere, ekonomik kriz ve siyasal skandalların ortasındayken Başbakan Ishiba'nın erken seçime gitme stratejisi başarısız olmuş ve seçim sonucunda LDP'nin parlamento çoğunluğu azalmıştır. Japonya Anayasal Demokrat Partisi (CDP) bu seçimden güçlenerek çıkarken, Japonya'daki hâkim parti sisteminin çok partili sisteme dönüşmesi bağlamında yorum yapmak için bence henüz erkendir. Zira geçmişte de LDP'nin kısa süreli iktidardan düştüğü süreçler olsa da, parti, bürokrasi ve iş dünyasıyla geliştirdiği yakın ilişkiler sayesinde, hep bir şekilde iktidara dönmeyi başarmıştır.

DPP/DPFP lideri Yuichiro Tamaki, yeni koalisyon hükümeti için kritik kişi haline gelebilir

Seçim sonuçlarının netleşmeye başlamasının ardından CDP lideri Yoshihiko Noda, LDP-Komeito ikilisini iktidardan indirmek için görüşmelere açık olduklarını açıklarken, DPP/DPFP lideri Yuichiro Tamaki de LDP-Komeito ikilisine koalisyon ortağı olarak katılmak bağlamında olumsuz görüş açıklamıştır. Ishin lideri Nobuyuki Baba da koalisyon ihtimalini dışlarken, görüştüğüm bazı Japon siyaset bilimciler, Başbakan Ishiba'nın ilerleyen günlerde DPP/DPFP'yi ikna etmek için harekete geçebileceğini düşündüklerini belirttiler. Elbette, azınlık hükümeti de ihtimal dahilindeyken, parlamento aritmetiği gereği LDP'siz bir hükümet olanaklı gözükmemektedir.

Sonuç olarak, 2024 Japonya genel seçimleri, iktidardaki LDP'nin güç kaybettiği ve Japonya siyaseti adına daha istikrarsız günlerin habercisi olabilecek bir seçim olarak kayda geçmiştir. Bunun sebebi ise, ülkenin ABD ve Batı dünyası ile stratejik bağları nedeniyle bölgede artık fazla müttefik bulamaması ve en yakın ticari partnerlerinden olan Çin'le de ilişkilerini bozmaya yönelmesidir. Umuyoruz ki, dost ülke Japonya, bu zor durumları aşacak ve demokratik bir piyasa ekonomisi olarak güçlenmeye devam edecektir.

Kapak fotoğrafı: NBC News

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

Yeni Endeksli Makale: "U.S.-China Competition: A Power Transition"

İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) Bölümü Başkanı ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Prof. Dr. Ozan Örmeci ile Kıbrıs İlim Üniversitesi öğretim üyesi ve UPA uzmanı Dr. Sina Kısacık ve UPA araştırmacısı Dr. Gamze Helvacıköylü'nün birlikte yazdıkları "U.S.-China Competition: A Power Transition" adlı makale, uluslararası endeksli China Quarterly of International Strategic Studies dergisinin yeni sayısında yayımlandı. Aşağıdaki linklerden bu çalışmaya ulaşabilirsiniz.

25 Ekim 2024 Cuma

Prof. Dr. Ozan Örmeci'den Yeni Makale: "Fransa Siyasetinde Belirsizlikler Dönemi: İkinci Macron İktidarı ve Sonrasına Dair Bir Analiz"

 

İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) Bölümü Başkanı ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Prof. Dr. Ozan Örmeci'nin "Fransa Siyasetinde Belirsizlikler Dönemi: İkinci Macron İktidarı ve Sonrasına Dair Bir Analiz" adlı makalesi Florya Chronicles of Political Economy dergisinin 10. cilt 2 nolu 2024 Ekim sayısında yayımlandı. Aşağıdaki linkten bu makaleye erişebilirsiniz.

Book Launch Talk: Turkish-American Relations in the 21st Century

 

Istanbul Kent University’s Political Science and Public Administration (English) department chair and International Political Academy (UPA) founder Prof. Ozan Örmeci and Prof. Herbert Reginbogin from the Catholic University of America edited a new volume on Turkish-American relations. The book is published by famous international publisher Lexington Books and is entitled Turkish-American Relations in the 21st Century. While the book’s Foreword section is written by former American diplomat Matt Bryza, Professor Hasret Çomak, Professor Mustafa Aydın, and Soner Cagaptay wrote comments for the back cover of the book. In addition, the book's editors wrote the Introduction and Conclusion sections.

The book, which consists of 360 pages, analyzes all aspects of Turkish-American relations. The book is divided into 4 parts and comprises 17 chapters. In the first part, the historical background of Turkish-American relations is analyzed in 4 separate chapters written by Füsun Türkmen, Murat Kasapsaraçoğlu, Ozan Örmeci, and Helin Sarı Ertem. In the second part of the book, current problems are studied with 4 original chapters written by important experts including Herbert Reginbogin, Cansu Arısoy Gedik, Yavuz Türkgenci, and Gürol Baba. In the third part of the book, in 4 separate chapters, experts analyzed key areas and issues in bilateral relations. The authors of the part are Matus Jevcak, Elnur Ismayil, Özker Kocadal, and Oğuzhan Göksel. The last part of the book focuses on preparing a road map for the future of Turkish-American relations and consists of 5 original chapters. The authors who contributed to this part are Mark Meirowitz, Şebnem Udum, Güven Sak and Feride İnan, Alan Makovsky, and Richard Outzen. The book contains an index section and a section that provides detailed information about the editors and contributors in the last pages.

Here's a video in which Prof. Ozan Örmeci summarizes the content of the book: 

24 Ekim 2024 Perşembe

Doç. Dr. Armağan Öztürk Mülakatı: Yeni Anayasa ve Açılım Tartışmaları

Armağan Öztürk, 1980 yılında doğdu. Lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde tamamladı. Önce Kocaeli Üniversitesi İİBF Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi, ardından da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde Araştırma Görevlisi olarak çalıştı. Aynı üniversitede 2014 yılında Siyaset Bilimi alanında doktorasını tamamlayan Öztürk’ün çalışmaları daha çok Siyaset Felsefesi, Siyaset Teorisi ve Siyaset Sosyolojisi gibi alanlarda somutlaşmıştır. Evli ve bir çocuk babası olan Öztürk, 2014 yılından beri Artvin Çoruh Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde Öğretim Üyesi olarak çalışmaktadır. Öztürk, 2017 yılından beri Siyasi Düşünceler Tarihi alanında Siyaset Bilimi Doçenti unvanına sahiptir. Yazarın akademik makaleleri Ankara SBF, İstanbul SBF, Doğu Batı, Düşünen Siyaset, Felsefe Tartışmaları, Felsefelogos, Liberal Düşünce, Muhafazakar Düşünce, Cogito ve Birikim gibi belli başlı dergilerde yayınladı. Ayrıca Radikal 2, Birgün, Cumhuriyet, Politikyol ve Gerçek Gündem’de çok sayıda güncel yazısı yayımlanan Öztürk’ün daha önce Dipnot Yayınları’ndan Toplumsal Üzerine Yeni Perspektifler, Phoenix Yayınları’ndan Yeni Sol Yeni Sağ ile Postyapısalcılık, Doğu Batı Yayınları’ndan Res Publica ve Kavramlar Tarihi: Özgürlük, Tekin Yayınları’ndan Güncel Sosyolojik Tartışmalar adıyla beş derleme kitabı basıldı. Öztürk’ün yüksek lisans tezi Doruk Yayınları’nca Liberal Adalet, doktora tezi yine Doruk Yayınlarınca Cumhuriyetçilik ve Liberalizm, makaleleri ise Lotus Yayınları’nca Prometheus Ateşi ismiyle kitaplaştırıldı. Öztürk’ün makalelerini birleştirdiği bir diğer kitabı 2019 yılında Doruk Yayınları’nca Siyaseti Düşünmek başlığıyla basıldı. Nomos Yayınları’nın Türkiye Tartışmaları serisinin editörlüğünü de üstlenen Öztürk, bu seri kapsamında Political Culture of Turkey in the Rule of the AKP, The Transformation of Publicity in Turkey ve Living Together kitaplarının editörlüğünü yaptı. Öztürk’ün son kitap çalışmaları Yurttaşlık ve Demokrasi başlığıyla Nika Yayınları ile Siyasal ve Sosyal Kuram adıyla Çizgi Yayınları’ndan basıldı.

Nouveaux développements dans la politique turque (octobre 2024)


Après la réélection du président Recep Tayyip Erdoğan en 2023, la vie politique turque devait être stable. Cependant, après l'extraordinaire succès du principal parti d'opposition - pro-laïque et pro-UE - le CHP (Parti républicain du peuple) aux élections locales de 2024, la concurrence entre les deux principaux blocs politiques, à savoir Cumhur İttifakı (l'Alliance du peuple/l'Alliance populaire) de l'AK Parti, composé du MHP-Parti d'action nationaliste, du BBP-Parti de la grande unité, HÜDAPAR-Parti de la Cause Libre, et DSP-Parti de la Gauche Démocratique et le principal parti d'opposition CHP et ses alliés ont atteint un nouveau niveau où l'opposition est devenue la première puissance politique du pays selon les résultats des élections locales et des sondages nationaux. L'ascension rapide de l'opposition avec son nouveau leader Özgür Özel a également été renforcée par des tendances conjoncturelles telles que les développements négatifs de l'économie turque, notamment la dévaluation rapide de la livre turque et, plus important encore, le taux d'inflation record.

Cependant, en tant que génie politique, le président Erdoğan et son équipe ont rapidement réagi aux progrès de l'opposition en utilisant les développements géopolitiques conjoncturels comme moyen d'atteindre de larges masses. Le président Erdoğan a d'abord utilisé l'agression israélienne à Gaza comme un instrument pour mobiliser les masses pieuses qui étaient offensées par les horribles séquences vidéo provenant de Gaza. Erdoğan a même affirmé qu'Israël avait l'intention d'attaquer également la Turquie à l'avenir afin de diaboliser Israël et de forcer le régime d'extrême droite de Tel-Aviv (Jérusalem) à accepter une solution à deux États fondée sur les Nations unies. En outre, le président Erdoğan a réussi à amener l'opposition à parler de certains sujets, comme l'élaboration d'une nouvelle constitution civile, plutôt que de la crise économique du pays ou de la détérioration des relations de la Turquie avec le monde occidental. Une autre tactique utilisée par Erdoğan et son ministre des affaires étrangères, Hakan Fidan, est de jouer la carte des BRICS+ et d'utiliser l'adhésion potentielle de la Turquie à cette nouvelle plateforme internationale comme moyen de contrebalancer les critiques occidentales et de la présenter comme un nouveau succès en matière de politique étrangère.

Parmi ces questions, l'adoption d'une nouvelle constitution civile est devenue récemment le thème politique le plus important du pays. Cela s'explique par le fait que le président Erdoğan en est à son deuxième mandat et qu'il ne pourrait normalement pas être à nouveau candidat en 2028. Selon mes observations, en tant que politicien né, Erdoğan cherchera à se faire réélire et un changement constitutionnel pourrait lui donner cette chance. Pour ce faire, étant donné que le bloc au pouvoir a besoin du soutien de l'opposition pour convoquer un référendum ou légiférer la constitution au sein de la Grande Assemblée nationale turque (TGNA), le président Erdoğan et son partenaire Devlet Bahçeli, leader du MHP, ont récemment tâté le terrain pour obtenir le soutien du parti pro-kurde DEM (Parti de l'égalité et de la démocratie du peuple). Bien que les forces politiques pro-kurdes du pays aient fait l'objet d'une attitude sévère depuis les événements de 2015, le dirigeant kurde Selahattin Demirtaş est en prison depuis de nombreuses années et de nombreux dirigeants politiques pro-kurdes ont été remplacés par des technocrates nommés par le ministère de l’Intérieur (kayyum) en raison de leurs affiliations politiques dans un passé récent. Cependant, plus récemment, l'allié politique de longue date du président Erdoğan, le dirigeant du MHP Devlet Bahçeli, qui représente les segments ultranationalistes et pan-turcs de la population, a serré la main des députés pro-kurdes du DEM lors de la cérémonie d'ouverture de la nouvelle année législative de la TGNA. Bahçeli est allé encore plus loin en invitant le leader emprisonné du PKK, Abdullah Öcalan, à prononcer un discours à la TGNA à condition d'appeler à la dissolution du PKK et de déposer les armes aux membres du PKK.

La nouvelle déclaration choquante de Bahçeli a fait sensation dans le pays. Certains nationalistes ont réagi à cette déclaration. Il faut ajouter que la Cour constitutionnelle turque a également rendu récemment un verdict inhabituel en décidant que crier « Biji Serok Apo » (Vive le Président Apo) fait partie de la liberté d'opinion et ne devrait pas être considéré comme un crime. Ces développements ont créé la perception que le gouvernement est prêt à initier une nouvelle ouverture kurde après de longues années de garantie du soutien du parti DEM pro-kurde et des électeurs kurdes à la nouvelle constitution élaborée par les civils. Le CHP, quant à lui, ne soutient pas l'élaboration d'une nouvelle constitution par le gouvernement actuel, son dirigeant Özgür Özel ayant déjà déclaré que si le gouvernement n'agit pas en conformité avec la constitution existante, il devrait d'abord s'assurer que le gouvernement respecte l'ordre constitutionnel existant dans le pays afin de collaborer avec le président Erdoğan. Dans ce sens, puisque le soutien du CHP à la nouvelle constitution semble moins probable, le président Erdoğan pourrait faire pression pour l'adoption d'une nouvelle constitution dans les mois à venir avec la collaboration du bloc gouvernemental, le parti DEM, et d'autres petits partis de droite au parlement, y compris le Nouveau Parti du bien-être (YRP), le Bon parti (İYİ Parti), le Parti de la Félicité (SP) et le parti DEVA.

Si nous regardons l'arithmétique actuelle de la TGNA, l'AK Parti a 266 députés, le MHP 50, HÜDAPAR 4, et le DSP 1, ce qui fait un total de 321 voix pour Cumhur İttifakı (l'Alliance populaire/l'Alliance du peuple). Comme le Président Erdoğan a besoin d'un minimum de 360 voix pour appeler à un référendum ou de 400 voix pour légiférer la nouvelle constitution au parlement sans vote populaire, il doit convaincre plus de partis pour atteindre ces nombres. Le parti DEM dispose de 57 sièges au sein de la TGNA, ce qui rend sa contribution au bloc gouvernemental très précieuse. Avec le soutien du DEM, le bloc de gouvernement pourrait facilement demander un référendum. En outre, d'autres partis de droite, dont İYİ (30 députés), SP-GP (le Parti de la Félicité et le Parti du futur) (20 députés), DEVA (15 députés) et YRP (4 députés), ont une présence parlementaire considérable. Le CHP, quant à lui, compte 128 députés. En ce sens, le bloc AK Parti et les autres partis de droite plus le DEM pourraient facilement atteindre le nombre de 400. Une autre option serait la collaboration entre le bloc AK Parti et le CHP.

En conclusion, il semble que le président Erdoğan veuille assurer la durabilité de sa carrière politique en légiférant sur une nouvelle constitution. Pour ce faire, Erdoğan a besoin du soutien des Kurdes. C'est pourquoi, dans les prochains jours, un processus de négociation et de marchandage pourrait avoir lieu entre les forces gouvernementales et les groupes pro-kurdes. La politique étant un art de la négociation, il s'agit là d'une bonne nouvelle. Au cours de ce processus de négociation, une ouverture kurde pourrait être inscrite à l'ordre du jour de la politique turque avec diverses politiques telles que l'assouplissement de la condition d'emprisonnement d'Öcalan, la libération du leader du DEM Selahattin Demirtaş, les droits culturels pour les Kurdes, etc. En attendant, la déclaration de Bahçeli doit être comprise comme faisant partie de cette stratégie, parallèlement aux plans d'Erdoğan visant à donner à Öcalan et aux forces pro-kurdes une chance d'examiner l'offre possible. Enfin, la mort de Fethullah Gülen pourrait également avoir influencé Bahçeli pour qu'il réagisse maintenant et tente de faire quelque chose alors qu'Öcalan est toujours en vie. Öcalan est sous le contrôle de l'État turc depuis plus de 25 ans et exerce toujours une influence considérable sur le mouvement pro-kurde. Étant donné que d'autres groupes pro-kurdes tels que le PYD/YPG, le PJAK, le groupe Qandil, etc. ne sont pas sous contrôle turc, la déclaration de Bahçeli peut sembler inhabituelle, mais elle est logique d'un point de vue stratégique pour accroître le contrôle d'Ankara sur l'organisation séparatiste.

PS : L'attaque d'hier contre les installations stratégiques de TUSAŞ à Ankara montre que chaque fois que la Turquie tente quelque chose de pacifique et ouvre la voie à la diplomatie plutôt qu'aux méthodes militaires, une attaque mystérieuse se produit. En ce sens, la Turquie devrait continuer à promouvoir la négociation et le processus de paix afin de ne pas encourager les personnes malveillantes qui investissent dans le terrorisme et la politique de puissance plutôt que dans les méthodes civiles et démocratiques.

Prof. Ozan ÖRMECİ

23 Ekim 2024 Çarşamba

New Developments in Turkish Politics (October 2024)

 

Following President Recep Tayyip Erdoğan’s reelection in 2023, Turkish political life was expected to be stable. However, upon the extraordinary success of the main opposition party -pro-secular and pro-EU- CHP (Republican People’s Party) in the 2024 local elections, competition between two mainstream political blocks, namely, governing right-wing AK Parti’s Cumhur İttifakı (People’s Alliance) electoral coalition composed of ultranationalist MHP (Nationalist Action Party), ultranationalist/Islamist BBP (Great Unity Party), Kurdish nationalist/Islamist HÜDAPAR (Free Cause Party), and the center left DSP (Democratic Left Party) and the main opposition party CHP and its allies reached a new level at which the opposition became the leading political power in the country according to local electoral results and nationwide polls. The opposition’s rapid rise with its new leader Özgür Özel was also strengthened by conjunctural trends such as the negative developments in the Turkish economy including the rapid devaluation of the Turkish lira and more importantly the record-breaking inflation rate.

However, as a political mastermind, President Erdoğan and his team were quick to respond to the opposition’s progress by using conjunctural geopolitical developments as a means to reach large masses. President Erdoğan first used Israeli aggression in Gaza as an instrument to mobilize pious masses who were offended by the horrible video footage coming from Gaza. Erdoğan even claimed that Israel has the intention to attack Türkiye as well in the future[1] to further demonize Israel and force the far-right regime in Tel Aviv (Jerusalem) to accept a UN-backed two-state solution. In addition, President Erdoğan was able to force the opposition to talk about selected issues such as the making of a new and civilian constitution rather than the economic crisis in the country or Türkiye’s worsening relations with the Western world by using agenda setting method. Another tactic Erdoğan used together with his Foreign Minister Hakan Fidan is to play the BRICS+ card and use Türkiye’s potential membership to the newly developing international platform as a way to counterbalance Western criticism and portray this as a new success in foreign policy.

Devlet Bahçeli

Among these issues, the adoption of a new and civilian-made constitution has become the most important political theme in the country recently. This is because President Erdoğan is in his second term and normally he could not become a candidate once again in 2028. According to my observations, as a natural-born politician, Erdoğan will seek reelection and a constitutional change might give him such a chance. To do this, since the governing bloc needs the support of the opposition to call for a referendum or to legislate the new constitution within the Turkish Grand National Assembly (TGNA), President Erdoğan and his partner MHP leader Devlet Bahçeli have been recently testing the water to get pro-Kurdish DEM Party’s (The Peoples’ Equality and Democracy Party) support. While there has been a tough stance against pro-Kurdish political forces in the country since the 2015 Sur events, Kurdish leader Selahattin Demirtaş has been in jail for many years and many pro-Kurdish political leaders were replaced by trustees (kayyum) due to their political affiliations in the recent past. However, more recently, President Erdoğan’s long-time political ally MHP leader Devlet Bahçeli, who represents the ultranationalist and pan-Turkist large segments of the population, shook the hands of pro-Kurdish DEM deputies at the opening ceremony of the TGNA’s new legislation year.[2] Bahçeli went even further and invited imprisoned PKK leader Abdullah Öcalan to make a speech in the TGNA with the condition of calling for the dissolution of the PKK and laying down arms.[3]

Bahçeli’s shocking statement created a sensation in the country. Some nationalists reacted to this statement. It must be added that the Turkish Constitutional Court also gave an unusual verdict recently and decided that shouting “Biji Serok Apo” (Long Live President Apo) is part of freedom of opinion and should not be considered a crime.[4] These developments created the perception that the government is ready to initiate a new Kurdish opening process after long years in order to ensure pro-Kurdish DEM Party and Kurdish voters’ support for the new civilian-made constitution. CHP on the other hand does not support the making of a new constitution by the current government as their leader Özgür Özel already stated that while the government does not act in conformity with the existing constitution, they should first see the government’s compliance with the existing constitutional order in the country to collaborate with President Erdoğan.[5] In that sense, since CHP support for the new constitution seems less likely, President Erdoğan might push for the adoption of a new constitution in the coming months with the collaboration of the governing bloc, DEM Party, and other small right-wing parties in the parliament including Islamist New Welfare (YRP), Good Party (İYİ Parti), Felicity Party (SP), and DEVA Party.

If we look at the current arithmetic in the TGNA, the AK Parti has 266 deputies, MHP has 50, HÜDAPAR 4, and DSP 1 which makes a total of 321 votes for governing Cumhur İttifakı (People’s Alliance).[6] Since President Erdoğan needs a minimum of 360 votes to call for a referendum or 400 votes to legislate the new constitution in the parliament without a popular vote, he needs to convince more parties to reach these numbers. DEM Party has 57 seats in the TGNA, which makes their contribution to the governing bloc very valuable. With DEM’s support, the governing bloc could easily call for a referendum. In addition, other right-wing parties including İYİ (30 deputies), SP-GP (Future Party) (20 deputies), DEVA (15 deputies), and YRP (4 deputies) have a considerable parliamentary presence. CHP on the other hand has 128 deputies. In that sense, the AK Parti bloc and other right-wing parties plus the DEM could easily reach the number of 400. Another option would be the collaboration of the AK Parti bloc and the CHP to make a European type modern democratic constitution without a military coup.

To conclude, it seems like President Erdoğan wants to ensure the sustainability of his political career by legislating a new constitution. In doing this, Erdoğan needs Kurdish support. That is why, in the coming days a negotiation and bargaining process could take place between government forces and pro-Kurdish groups. Since politics is an art of negotiation, this should be considered a good development. During this negotiation process, a Kurdish opening could come to the agenda of Turkish politics with various policies such as easing the imprisonment condition of Öcalan, liberation of DEM leader Selahattin Demirtaş, cultural rights for Kurds etc. In the meantime, Bahçeli’s statement should be understood as part of this strategy alongside Erdoğan’s plans to give Öcalan and pro-Kurdish forces a chance to consider the possible offer. One last thing, the death of Fethullah Gülen might also have been influential for Bahçeli to react now and try to do something when Öcalan is still alive. Öcalan has been under the Turkish State’s control for more than 25 years and still has a considerable effect on the pro-Kurdish movement. Since other pro-Kurdish groups such as PYD/YPG, PJAK, Qandil group etc. are not under Turkish State's control, Bahçeli’s statement might seem unusual but makes sense strategically to increase Ankara’s control over the separatist organization.

PS: Today’s attack on Türkiye’s strategic TUSAŞ facilities in Ankara show that whenever Türkiye tries to do something peaceful and paves way for diplomacy rather than military methods, a mysterious attack is happening. In that sense, Türkiye should further push for the negotiation and peace process in order not to encourage malign people who are investing in terrorism and power politics rather than civilian and democratic methods.

Prof. Ozan ÖRMECİ

[1] https://www.bbc.com/turkce/articles/c5yjv357p7lo.

[2] https://www.politikyol.com/bahceliden-deme-el-sikisma-mesaji-beni-harekete-geciren-erdoganin-konusmasi.

[3] https://www.bbc.com/turkce/articles/c2kdk9581z0o.

[4] https://tr.euronews.com/2024/10/15/anayasa-mahkemesinden-biji-serok-apo-karari-ifade-ve-dusunce-ozgurlugu-kapsaminda.

[5] https://chp.org.tr/haberler/chp-lideri-ozgur-ozel-anayasayi-degistirecekseniz-once-uydugunuzu-gormemiz-lazim-anayasa-ayaklar-altinda.

[6] https://www.tbmm.gov.tr/sandalyedagilimi.

22 Ekim 2024 Salı

Prof. Dr. Ozan Örmeci'nin "Turkish-American Relations in the 21st Century" Kitabı Tanıtımı

 

İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) Bölümü Başkanı ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Prof. Dr. Ozan Örmeci, Amerikan Katolik Üniversitesi'nden Prof. Dr. Herbert Reginbogin ile birlikte editörlüğünü yaptığı ve yakında yayımlanacak olan Turkish-American Relations in the 21st Century (21. Yüzyılda Türk-Amerikan İlişkileri) kitabı hakkında bir tanıtım videosu paylaştı.

18 Ekim 2024 Cuma

2024 Moldova Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve AB Referandumu

 

Giriş

Balkanlar'da "landlocked" (deniz kapalı) statüde bir devlet olan Moldova Cumhuriyeti veya kısaca Moldova, Ukrayna ile Romanya arasında kalan görece küçük ama kendisine özgü bazı önemli özellikleri bulunan bir devlettir. Bu yazıda, 20 Ekim 2024 tarihinde düzenlenecek Moldova Cumhurbaşkanlığı seçimi ve bu seçimle eşzamanlı olarak sandıkta Moldovalı seçmenlerinin önüne koyulacak olan Avrupa Birliği (AB) referandumu analiz edilecektir.

Dünya haritasında Moldova

Moldova'nın Kısa Siyasi Tarihi ve Siyasal Sistemi

Tarihsel süreçte daha çok Besarabya ve Boğdan gibi isimlerle bilinen Moldova, Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı Romanya Prensliği'nin kontrolündeki bir bölge olarak üç asır kadar Türk hâkimiyetinde kalmıştır. Ancak 1812 tarihli Bükreş Antlaşması ile Romanya'nın Moldova'yı da içeren bir bölümü Rus Çarlığı'nın kontrolüne geçmiştir. 1917 Bolşevik Devrimi sırasında Moldova Demokratik Cumhuriyeti adıyla kısa bir özerklik deneyimi yaşayan Moldova, daha sonra ise sık sık Romanya ile Rusya (o dönemdeki adıyla Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) arasında el değiştirmiş; ancak 1947'den itibaren tamamen Rusya'nın kontrolüne geçerek Moldova Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti (Moldovya SSC) olarak SSCB'nin bir parçası haline gelmiştir.

Mircea Snegur

SSCB'nin yıkılmasını müteakip 1991 yılında bağımsızlığını kazanan Moldova, günümüzde yarı-Başkanlık sistemiyle yönetilen bağımsız, egemen ve üniter bir Cumhuriyettir (1994'ten beri). 1994 tarihli Moldova anayasasına göre, 101 sandalyeli Moldova parlamentosu yasamadan sorumluyken, yürütme erki Cumhurbaşkanı ve meclis içerisinde oluşturulan ve başında Başbakan'ın olduğu Moldova hükümeti arasında paylaşılmaktadır. 1991'de ilk kez düzenlenen Moldova Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan Mircea Snegur, ülke tarihinin ilk Cumhurbaşkanı olurken, 1996 tarihindeki seçimleri kazanan bağımsız aday Petru Lucinschi de ikinci Cumhurbaşkanı olarak tarihe geçmiştir.

1991 ve 1996 seçimlerinde doğrudan halk oylaması yöntemiyle Cumhurbaşkanı'nı seçen Moldova, 2001'de ise, anayasa değişikliği sonrasında, üçüncü Cumhurbaşkanı -Moldova Cumhuriyeti Komünistler Partisi (PCRM) adayı ve Genel Başkanı- Vladimir Voronin'i parlamentoda yapılan oylama sonucunda seçmiştir. 2005 yılında SSCB'nin yıkılması sonrasında demokratik yolla iktidara gelen ilk siyasal parti olan PCRM'nin adayı Voronin bir kez daha parlamentoda yapılan oylama sonucunda Cumhurbaşkanı seçilirken, 2009-2010 döneminde Cumhurbaşkanlığı seçimi ülkede büyük bir krize neden olmuş ve 61 oya ulaşılamadığı için bu dönemde bir süre Cumhurbaşkanı seçilemediği için geçici süreyle görev yapan Cumhurbaşkanı olmuştur. 2011-2012'de yapılan seçimlerde ise, bağımsız aday Nicolae Timofti, Moldova'nın 4. Cumhurbaşkanı seçilmiştir.

İgor Dodon

2016 Cumhurbaşkanlığı seçimleri, Anayasa Mahkemesi'nin Cumhurbaşkanı'nı parlamentonun seçmesini öngören anayasa kararını iptal etmesi nedeniyle yeniden doğrudan halk oyuyla yapılmış ve bu seçimi kazanan demokratik sosyalist ve Rusya yanlısı çizgideki Moldova Cumhuriyeti Sosyalist Partisi (PSRM) adayı İgor Dodon, ülkesinin 5. Cumhurbaşkanı seçilmiştir. 2016'da seçimi Dodon'a karşı kaybeden liberal-merkez sağ çizgideki ve AB yanlısı Eylem ve Dayanışma Partisi (PAS) adayı Maia Sandu, 2020 seçimlerini ise Dodon karşısında kazanmış ve Moldova'nın 6. Cumhurbaşkanı olarak günümüze kadar görev yapmıştır.

Maia Sandu

Bu bağlamda, Moldova, son yıllarda, Rusya ile AB yanlısı güçler arasında yaşanan rekabet sonucunda Cumhurbaşkanlarının sırayla iki kamp arasında el değiştirdiği bölünmüş bir ülke olarak dikkat çekmiştir. Zaten ülkenin bir bölümünde tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan eden ve bir anlamda Avrupa'daki son komünist devlet olan özerk Transdinyester Moldova Cumhuriyeti de -Rusya desteği sayesinde- Moldova toprakları üzerinde kendi başına hareket edebilen bir yapıdadır. Moldova Transdinyester'i kendisi bağlı özerk bir cumhuriyet kapsamında değerlendirirken, Rus askeri güçlerinin koruduğ ve neredeyse tamamı Rusya vatandaşlığı alan Transdinyester halkı ise, Prinistrovya Cumhuriyeti adıyla kendilerini bağımsız bir devlet olarak değerlendirmekte, ancak Güney Osetya ve Abhazya dışında hiçbir devlet tarafından tanınmamaktadırlar. Moldova'nın idari yapısı gereği, ülkede Transdinyester dışında Türk kökenli Gagavuzların yaşadığı Gagavuzya da özerk cumhuriyet statüsündedir. Trandinyester ve Gagavuzya gibi Rusya'nın çok etkili olduğu bölgelerdeki durum sayesinde, Moldova, dış politikasında Rusya yörüngesinden çıkmaya cesaret edemeyen bir ülke halindedir. Buna karşın, artan ekonomik ilişkiler ve Rusya'nın dış politikasındaki gelişmelerin halkta tepki yaratması nedeniyle, Moldova, 2022 yılında AB üyeliğine başvurmuş ve aynı yıl içerisinde Brüksel tarafından tam üyeliğe aday bir ülke olarak ilan edilmiştir. 2023 yılında ise, AB tarafından Moldova ile tam üyelik müzakerelerine başlanmasına karar verilmiştir. Bu şekilde, ülke, giderek Rusya'nın hâkimiyetinden çıkarak AB'ye yönelim halindedir.

Moldova haritası

Moldova'nın yaşadığı diplomatik, siyasi ve ekonomik sorunlar, geçtiğimiz asırlarda ve on yıllarda bu ülkenin kendi kendini yönetme tecrübesinin sınırlı olması ve kumanda ekonomisinden piyasa ekonomisine geçişte yaşanılan zorluklar nedeniyle ülkenin ekonomik gelişmişlik düzeyinin oldukça düşük olmasıyla da yakından alakalıdır. Nitekim 3 milyon 600 bin civarında nüfuslu denize kapalı ve küçük bir devlet olan Moldova, 40 milyar doları aşmayan ekonomik hacmiyle ekonomik açıdan dış etkiye fazlasıyla açık durumdadır. Ülkenin etnik yapısı ise, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı verilerine göre; yüzde 75 Moldovanlar (Moldovalılar), yüzde 6,6 Ukraynalılar, yüzde 4,6 -Türk kökenli Ortodoks bir halk olan- Gaga(v)uzlar veya Gökoğuzlar, yüzde 4,1 Ruslar ve yüzde 1,8 Bulgarlardan oluşmaktadır.

Moldova'nın idari bölgeleri

Diplomatik arenada Birleşmiş Milletler'in yanı sıra Avrupa Konseyi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü (KEİ), Demokrasi ve Ekonomik Kalkınma Örgütü (GUAM) ve Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci üyesi olan Moldova, ekonomik olarak daha çok Rusya, Romanya, Ukrayna, İtalya ve Türkiye gibi ülkelerle yakın ilişkiler içerisindedir. Ancak son yıllarda özellikle hizmet sektöründeki gelişimle birlikte gelişmiş Avrupa ülkeleriyle olan ekonomik bağlar artmakta ve bu da Moldova'nın Brüksel yönelimini ivmelendirmektedir. Rusya ise, eski tip büyük güç refleksleriyle, daha ziyade siyasi/diplomatik sorunları kullanarak yönetme tarzıyla Moldova'yı kontrolünde tutmaya gayret etmektedir.

2024 Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve AB Referandumu

2024 Moldova Cumhurbaşkanlığı seçiminde, 2016 ve 2020'ye benzer şekilde yine Avrupacı ve Rusya'ya yakın siyasi güçler arasında bir mücadele yaşanmakta olup, AB üyeliği yanlısı ylem ve Dayanışma Partisi-PAS adayı mevcut (6.) Cumhurbaşkanı Maia Sandu, güncel bazı anketlere göre seçimin ağır favorisi durumundadır. Nitekim ilk turda yüzde 30-35 arasında bir oy alması öngörülen Sandu'nun ikinci turda seçimi kazanmasına kesin gözüyle bakılmaktadır. Sandu, Dünya Bankası'nda çalışmış olması ve ekonomiyi bilmesi nedeniyle, Moldovalıların yaşam standartlarını yükseltebileceğine inandıkları genç bir kadın siyasetçidir.

Sandu'yu seçimde bir nebze olsun zorlayabilecek adaylar ise Rusya yanlısı Moldova Cumhuriyeti Sosyalist Partisi (PSRM) adayı Alexandr Stoianoglo ile yine Rusya'ya yakın popülist bir sağ parti olan Bizim Parti (Partidul Nostru/PN) adayı Renato Usatîi'dir. Ancak bu iki adayın oy oranlarının yüzde 10'ları geçmesi pek beklenmemektedir. Seçimin geçerli olabilmesi için yüzde 33 katılım oranı gerekmesinin yanı sıra, Moldovalı yetkililer, Rusya'ya bağlı güçlerin seçimleri destabilize ettiği yönünde çeşitli iddialarda bulunmaktadırlar.

AB Komisyonu Başkanı Ursulan von der Leyen ile Moldova Cumhurbaşkanı Maia Sandu

Seçimin yanı sıra, Moldovalılar, bu defa sandık başına AB üyeliğini de oylamak için gideceklerdir. Bu konuda oldukça fakir bir devlet olan Moldova'da AB üyeliği çok avantajlı ve cazip bir faktör olarak görülürken, Rus kökenli veya siyaseten/kültürel olarak Rusya'ya yakın gruplar da AB karşıtı güçlere oy verme eğilimindedirler. Hemen hemen aynı tarihlerde benzer bir AB-Rusya ikilemi yaşayan Gürcistan'da da parlamento seçimlerinin düzenlendiği düşünüldüğünde, Moskova ile Brüksel arasında bu ülkelerdeki hâkimiyet konusunda adeta bir bilek güreşinin yaşandığını söylemek mümkündür. Ancak seçimde özgür irade söz konusu olduğu ve ekonomik kaynak açısından AB çok daha güçlü olduğu için, özellikle Moldova'da AB yanlısı güçlerin zaferi akla daha yakın bir ihtimaldir.

Buna karşın, Ukrayna'nın maceracı Batı yöneliminin Rusya gibi yerleşik bir büyük güç tarafından nasıl ezildiği hesaba katılırsa, Moldova'nın Transdinyester ve Gagavuzya gibi Rusya yanlısı vatandaşların yoğun yaşadığı bölgeleri AB üyeliği sürecinde elinde tutması zor hale gelebilir. Zira Ukrayna ve Suriye'de askeri açıdan büyük kayıplar vermesine karşın, BRICS ve Doğu blokunun desteğiyle, Rusya, Moldova'nın da toprak bütünlüğünü bozabilecek jeopolitik hamlelere kolaylıkla girişebilir. Ancak Rusya'nın da NATO üyesi olmayan ve anayasasının 11. maddesinde tarafsızlığı ilke olarak benimseyen Moldova üzerinden Avrupa pazarına erişebileceğini öngörerek, Moldova'nın gerçekleşmesi henüz kesin olmayan AB üyeliğine büyük bir engel çıkarmayacağı da düşünülebilir. Nitekim Rus etkisinin yoğun olduğu Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nin (resmi adıyla Kıbrıs Cumhuriyeti) yıllardır bir AB üyesi olması, bu konuda önemli bir örnek oluşturmaktadır. Bu nedenle, Rusya karşıtlığına yönelmeyen AB üyeliği yolunda adımlar atan bir Moldova, Moskova'nın elinde bazı siyasi kozlar olduğu sürece doğrudan bir çatışma sebebi de olmayabilir. Elbette bu konuda bölge uzmanlarının görüşlerine başvurmak gereklidir.

Sonuç

Sonuç olarak, Batı basın-yayın organlarına yansıdığı kadarıyla, 2024 Moldova Cumhurbaşkanlığı seçimi ve AB üyeliği referandumunu Batıcı güçler (Maia Sandu) kazanacaktır. Ancak küçük devletlerde seçime müdahaleler çok etkili olabildiği gibi, Rusya'nın da Moldova üzerinden AB pazarına erişmek bağlamında bu sürece henüz çok sert tepki vermeyeceği düşünülebilir. Zira daha önce de bahsedildiği üzere, Moskova, Transdinyester ve Gagavuzya gibi meseleler üzerinden Moldova karşısında büyük kozlara sahiptir ve Moldova'nın Batıcı yönelimi Moskova karşıtı ve NATO yanlısı bir hâl alırsa, Rusya'nın müdahale yapma imkânları ve kapasitesi mevcuttur.

Kapak fotoğrafı: https://www.eunews.it/en/2024/04/17/moldova-to-hold-eu-membership-referendum-with-presidential-elections-on-october-20/

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

Dr. Aurelien Denizeau Mülakatı: Fransa Siyaseti ve Dış Politikasındaki Güncel Gelişmeler


Dr. Aurélien Denizeau, Fransız Uluslararası İlişkiler Enstitüsü-IFRI'ye bağlı bir Türkiye uzmanı araştırmacıdır. Paris Sciences Po Üniversitesi'nin Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünden doktora derecesi olan Denizeau, birçok farklı Fransız üniversitesi Jeopolitika ve Tarih alanlarında ders vermektedir. Denizeau'nun uzmanlık alanları ise; Türkiye siyaseti ve Türk dış politikası, Akdeniz jeopolitiği ve Fransa-Türkiye ilişkileridir.

17 Ekim 2024 Perşembe

Doç. Dr. Muhittin Tolga Özsağlam Mülakatı: Kıbrıs Gündemi ve Türk Dış Politikası

 

Muhittin Tolga Özsağlam 1974 yılında Lefkoşa’da doğdu. Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Uluslararası İlişkiler bölümünden 1997’de mezun oldu. Hacettepe Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler yüksek lisansı yaptı. Doktora eğitimini Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler anabilim dalında aldı. Doç. Dr. Muhittin Tolga Özsağlam, KKTC'de Lefke Avrupa Üniversitesi (LAÜ) Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesidir. 2013’ten beri Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) PM üyesidir. İngilizce, Rusça ve orta düzeyde Yunanca bilmektedir. Partide MYK Yerel Yönetimler Sekreteri olarak görevine devam etmektedir.

Doç. Dr. Ali Oğuz Diriöz Mülakatı: Türk Dış Politikasında Yeni Açılımlar

Doç. Dr. Ali Oğuz Diriöz, Uluslararası İlişkiler Doçentidir, Ankara'da TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Uluslararası Girişimcilik bölümünde tam zamanlı öğretim üyesidir. Araştırma alanları arasında Uluslararası Politik Ekonomi, Küreselleşme, Enerji ve Su Güvenliği bulunmaktadır. Diriöz'ün çok sayıda ulusal ve uluslararası bilimsel yayını bulunmaktadır.

15 Ekim 2024 Salı

2024 Tunus Cumhurbaşkanlığı Seçimi: Kays Said Dönemi Devam Ediyor

Giriş

Hatırlanacağı üzere, Arap Baharı sürecinde gerçekleştirdiği "Yasemin Devrimi" ile Müslüman dünyasındaki monarşik ve despotik yönetimlere rağmen gençlerin ve kadınların desteğiyle demokratik bir rejim kurma gayretleri sayesinde bir anda dünyada ilgiyle takip edilen ve sevilen bir ülke haline gelen ve hatta 2015 yılında Tunus Ulusal Diyalog Dörtlüsü ile Nobel Barış Ödülü’nü kazanmayı başaran Tunus, ne yazık ki radikal İslamcılık temelli hareketlerin yarattığı risklere dayalı konjonktürel gelişmeler ve bölgedeki statükonun bozulmasından endişe eden Batılı ve Doğulu büyük güçlerin demokratik rejimlere öncelik vermemesi nedeniyle zamanla daha otoriter bir sisteme doğru evrimleşmiştir. Bu yazıda, mevcut Cumhurbaşkanı Kays Said’in (Kais Saied) rekor oyla yeniden seçildiği 2024 Tunus Cumhurbaşkanlığı seçimi analiz edilecektir.

Tunus’un Otoriter Siyasi Evrimi

Tunus’un ekonomik sorunların pençesinde Arap Baharı sürecinde oluşturduğu demokratik rejimi bölgede demokrasinin yayılmasından korkan monarşik ve despotik yönetimlerin de baskılarıyla giderek zayıflattığı bir dönemde yapılan 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimini, Nabil Karou karşısında birçokları için beklenmedik bir şekilde kazanan ve İslamcı Ennahda hareketi tarafından da desteklenen bir Hukuk Profesörü olan bağımsız aday Kays Said, 2021 yılında ise ülkedeki yönetim krizini gerekçe göstererek meclisi feshetmiş ve ülkesinde önce yarı-Başkanlık, daha sonra da Başkanlık sistemine dayalı yeni bir rejim inşa etmiştir. Bazı konularda muhafazakâr ve otoriter köşeli tavırlar ve söylemler benimseyen Said, buna karşın Tunuslu kadın akademisyen Necla Buden’i yeni hükümeti kurması için görevlendirmiş ve Tunus’un ve Arap dünyasının ilk kadın Başbakanını atayarak dikkat çekmiş ve övgü almıştır.[1]

Cumhurbaşkanı Said, 2022 yılı Haziran ayında da ülkesini Başkanlık sistemine geçirmek için bir referandum düzenlemiş ve yalnızca yüzde 30,5 katılımın olduğu referandumundan yüzde 94,6 oyla aradığı desteği sağlamayı başarmıştır. Bu anayasa değişikliği sonucunda ülkede Başkanlık sistemine dayalı yeni bir sistem oluşturulurken, önceden anayasada yer alan “Tunus’un resmi dini İslam’dır” maddesi anayasadan çıkarılarak, yerine laikliğe daha yakın olarak algılanabilecek “Tunus, İslam ulusunun bir parçasıdır” ifadesi[2] eklenmiştir. Ülkede 2022 yılı sonu ve 2023 yılı başlarında parlamento seçimleri de yapılırken, seçimlere katılımın düşük kalması ve birçok önemli siyasi partinin seçimi boykot etmesi[3], Said’in kurduğu yeni rejimin meşruiyetinin azalmasına neden olmuştur.

Buna karşın, Said’in ülkede kurduğu yeni rejim güçlü bir şekilde ayakta kalmaya devam etmiştir. Öyle ki, Said, ülkede yönetim krizi ve ekonomik sorunları çözmek adına güçlü merkezi liderliğine destek isterken, siyasal muhaliflerini de cezalandırmak ve engellemek gibi bir yöntem tercih etmiştir. Bu bağlamda, 17 potansiyel Cumhurbaşkanı adayından birçokları elenirken, Zuheyr el-Mağzavi ve Ayaşi Zamal’ın adaylıkları onaylanmıştır.[4] Ülkedeki tanınmış siyasetçilerden İslamcı Ennahda lideri Raşid Gannuşi ile İslamcılık karşıtı bir sağcı olan Abir Musa’nın hapiste tutulmaları ise, seçim öncesinde Said’in herhangi bir sürprize izin vermemek istemesi olarak yorumlanmıştı.

2024 Tunus Cumhurbaşkanlığı Seçimi

6 Ekim 2024 tarihinde yapılan Tunus Cumhurbaşkanlığı seçiminde, mevcut Cumhurbaşkanı Kays Said, eski Tunus Temsilciler Meclisi üyesi Ayachi Zammel karşısında rahat bir zafer kazanmış ve toplam oyların 90,69’unu alarak yeniden seçilmiştir. Zammel’in oy oranı yüzde 7,3 düzeyinde kalırken, seçime katılım oranının yalnızca yüzde 28,8’de kalması[5], halkın seçimlere duyduğu ilgisizliği ve yeni rejime yönelik tepkiyi göstermesi açısından önemlidir.[6] Ayrıca üçüncü aday Zuheyr el-Mağzavi’nin oy oranı yüzde 1,9 olarak ilan edilmiştir. Seçimlere özellikle gençlerin katılmadığı Fransız basınında ifade edilirken, Said’in tek ciddi rakibi olan Ayachi Zammel’in seçim öncesinde tutuklanması ve seçim sonrasında cezasının kesinleşerek hapse atılması, ülkedeki siyasi baskının boyutunu göstermektedir.[7]

Nitekim New York merkezli İnsan Hakları İzleme Örgütü-HRW’ye göre, ülkede 170 kadar siyasi muhalif tutuklu durumdadır.[8] Diğer İslam ve Arap devletleriyle kıyaslandığında bu çok kötü bir gösterge değilse de, gidişatın negatif olduğu ortadadır. Freedom House’a göre de, Tunus, geçmişte daha iyi performanslarına karşın, günümüzde 51/100 puanla “kısmen özgür” (partly free) bir devlet durumundadır.[9] Ülkede özellikle siyasi özgürlükler kısıtlanmış olup, diğer haklarda ise daha iyi bir durum söz konusudur. Bu, eleştirilecek bir durum olmakla birlikte, İslam dünyasının lider ülkesi Türkiye’nin dahi 33/100 puanla[10] Tunus’un çok gerisinde kaldığı ve Tunus’un Magrep bölgesindeki komşularının da bu ülkeden çok daha sert (otoriter) rejimlere sahip oldukları düşünüldüğünde, bunun dönemin ruhuna dair de bizlere bir şeyler anlatıyor olması gerekir.

Sonuç

Sonuç olarak, Kuzey Afrika’nın önemli devletlerinden olan Tunus, 2024 Cumhurbaşkanlığı seçimini sorunsuz atlatmış olsa da, ülkedeki demokratik gerileme devam etmektedir. Bunun temel sebepleri kuşkusuz bölgede demokrasinin yeşermesi ve gelişmesi için uygun koşulların; yani ekonomik refah, laiklik, kadın hakları ve güvenlik vs. gibi kritik unsurların sağlanmasında ciddi sorunlar yaşanmasıdır. Bunlar için ise kuşkusuz bölgedeki devletlerden Libya’nın bir an önce istikrara kavuşması ve dindar Müslüman grupları radikalleştiren Filistin Sorunu’nun çözümlenmesi gerekmektedir.

Kapak fotoğrafı: https://www.lemonde.fr/en/le-monde-africa/article/2024/10/07/tunisian-president-kais-saied-wins-second-term-in-landslide-victory_6728532_124.html

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

DİPNOTLAR

[1] Sürecin detayları için bakınız; Ozan Örmeci (2023), “Arap Baharı Süreci ve Sonrasında Tunus”, Uluslararası Politika Akademisi, 17.06.2023, Erişim Tarihi: 15.10.2024, Erişim Adresi: https://politikaakademisi.org/2023/06/17/arap-bahari-sureci-ve-sonrasinda-tunus/.

[2] Bakınız; “La Tunisie constitue une partie de la nation islamique”. Constitution de la République Tunisienne 2022 (2022), “Chapitre premier- Disposition générales”, Erişim Tarihi: 15.10.2024, Erişim Adresi: https://www.jurisitetunisie.com/tunisie/codes/Constitution_2022/const1005p.htm.

[3] Ozan Örmeci (2022), “2022-2023 Tunus Parlamento Seçimleri”, Uluslararası Politika Akademisi, 26.12.2022, Erişim Tarihi: 15.10.2024, Erişim Adresi: https://politikaakademisi.org/2022/12/26/2022-2023-tunus-parlamento-secimleri/.

[4] Euronews (2024), “Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said'in yeniden seçilmesi mümkün mü?”, 06.10.2024, Erişim Tarihi: 15.10.2024, Erişim Adresi: https://tr.euronews.com/2024/10/06/tunus-cumhurbaskani-kays-saidin-yeniden-secilmesi-mumkun-mu.

[5] Mehmet Akif Turan (2024), “Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said, yüzde 90,69 oyla tekrar seçildi”, Anadolu Ajansı, 07.10.2024, Erişim Tarihi: 15.10.2024, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/tr/dunya/tunus-cumhurbaskani-kays-said-yuzde-90-69-oyla-tekrar-secildi/3354580.

[6] Le Monde (2024), “Tunisian President Kais Saied wins second term in landslide victory”, 07.10.2024, Erişim Tarihi: 15.10.2024, Erişim Adresi: https://www.lemonde.fr/en/le-monde-africa/article/2024/10/07/tunisian-president-kais-saied-wins-second-term-in-landslide-victory_6728532_124.html.

[7] Gazete Duvar (2024), “Tunus cumhurbaşkanı adayı Ayachi Zammel'e 6 yıl 8 ay hapis cezası”, 11.10.2024, Erişim Tarihi: 15.10.2024, Erişim Adresi: https://www.gazeteduvar.com.tr/tunus-cumhurbaskani-adayi-ayachi-zammele-6-yil-8-ay-hapis-cezasi-haber-1727027.

[8] Le Monde (2024), “Tunisian President Kais Saied wins second term in landslide victory”, 07.10.2024, Erişim Tarihi: 15.10.2024, Erişim Adresi: https://www.lemonde.fr/en/le-monde-africa/article/2024/10/07/tunisian-president-kais-saied-wins-second-term-in-landslide-victory_6728532_124.html.

[9] Bakınız; Freedom House (2024), “Tunisia”, Erişim Tarihi: 15.10.2024, Erişim Adresi: https://freedomhouse.org/country/tunisia/freedom-world/2024.

[10] Bakınız; Freedom House (2024), “Türkiye, Erişim Tarihi: 15.10.2024, Erişim Adresi: https://freedomhouse.org/country/turkey/freedom-world/2024.