Sayfalar

23 Haziran 2021 Çarşamba

2021 Bulgaristan Genel Seçimi: Hükümet Kurulamayınca Temmuz'da Yeni Seçim Kararı Alındı

 

Giriş

Yaklaşık 7 milyonluk nüfusu, Avrupa Birliği (AB) ve NATO üyeliği, Türkiye’ye komşu ve dost bir devlet olarak algılanması ve Türk kökenli Bulgarlara özgürce siyaset yapma hakkı tanıyan demokratik bir ülke olması sebebiyle son yıllarda ülkemizde olumlu bir algılamaya sahip olan Bulgaristan’da, 4 Nisan 2021 tarihinde yapılan genel seçim sonrasında yapılan hükümet kurma çabaları sonuçsuz kalınca, 11 Temmuz 2021 tarihinde yeniden bir genel seçim yapılmasına karar verildi.[1] Bu yazıda, Bulgaristan’da son dönemde yaşanan siyasi gelişmeleri özetleyerek, 2021 genel seçimleri hakkında yazılanları derleyeceğim.

Yakın Tarih

Komünist rejimin ardından 1989 yılından başlayarak demokratik bir siyasal yaşama yönelen Bulgaristan’da, son genel seçimler 26 Mart 2017 tarihinde yapılmış ve bu seçimi Başbakan Boyko Borisov’un lideri olduğu merkez sağ çizgideki Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişimi İçin Yurttaşlar Partisi (GERB) yüzde 32,65 oyla önde tamamlayarak -Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) bu seçimde yüzde 27,19 oyla ikinci olmuştur-, yüzde 9,07 oy alan milliyetçi sağ çizgideki Birleşik Vatanseverler (OP) ile bir koalisyon hükümeti kurmuştu. Böylelikle, Bulgaristan’ın dünyada en tanınmış politikacısı durumundaki Boyko Borisov da üçüncü defa hükümet kurarak[2] Başbakanlık koltuğuna oturmayı başarmıştı.

Boyko Borisov

Borisov Başbakanlığındaki Bulgaristan’da, geçtiğimiz 4 yıl içerisinde önemli bazı gelişmeler yaşandı. Borisov, koalisyon hükümetiyle koltuğunu korumayı başarırken, pandeminin tüm dünya ülkeleri gibi Bulgaristan’ı da vurduğu 2020 yılına kadar ekonomik büyümeyi sürdürmeyi başardı. 2017, 2018 ve 2019 yıllarında yüzde 3 ila 4 arasında değişen ekonomik büyüme oranları yakalayan Bulgaristan, pandeminin de etkisiyle 2020 yılında ise yüzde 4’e yakın bir ekonomik daralma yaşadı.[3] Buna karşın, 2000 yılında yaklaşık 6.400 dolar seviyesindeki kişi başına düşen milli gelirin Bulgaristan’da 2019 yılında 25.000 dolara yaklaştığını da belirtmek gerekiyor.[4] Avrupa Birliği’nin ortak para birimi euro’ya (avro) geçme hazırlıkları yapan ve Avrupa Döviz Kuru Mekanizması’na (ERM2) katılan Bulgaristan’ın ulusal para birimi levanın günümüzde 5,27 Türk lirası değerinde olduğunu da bu noktada hatırlatmak yerinde olacaktır. Bu anlamda, Bulgaristan’ın 1997’de NATO’ya, 2007’de de AB’ye üye olmasıyla birlikte ekonomisinde hızlı bir çıkış yapmayı başardığını not etmek gerekir. Buna rağmen, Bulgaristan, halen Avrupa’nın en geri kalmış ülkelerden birisi olarak gösterilmektedir.

Bulgaristan’da yıllardır Başbakanlık yapan Boyko Borisov’a karşı, 2020 yılı içerisinde ciddi protesto gösterilerinin düzenlenmesi de uluslararası basında yer alan önemli bir yakın tarihli gelişme olmuştur. Protestoların en temel argümanı hükümetin yolsuzluk ve mafyayla mücadelede yetersiz kalması olurken, bir diğer önemli sebep de AB üyeliği sonrasında Bulgaristan’ın tüm yetişmiş gençleri ve eğitimli nüfusunun diğer AB üyesi ülkelere kaçması nedeniyle halkın hükümete duyduğu tepki olarak özetlenebilir.[5] İşte bu ortamda, Bulgaristan’da genel seçim 4 Nisan 2021 tarihinde düzenlendi.

4 Nisan 2021 Genel Seçimi

4 Nisan 2021’de yapılan genel seçim sonucunda; Başbakan Borisov’un partisi Avrupalı Gelişimi İçin Yurttaşlar Partisi (GERB) yüzde 25,80 oyla yine birinci parti olurken, müzisyen ve televizyon spikeri Slavi Trifonov’un lideri olduğu AB yanlısı yeni bir popülist parti olan Böyle Bir Halk Var (ITN) partisi sürpriz bir çıkış yaparak yüzde 17,40 oyla ikinci sırayı aldı. Korneliya Ninova’nın lideri olduğu sosyal demokrat çizgideki Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) yüzde 14,79 oyla üçüncü, Mustafa Karadayı’nın lideri olduğu -Bulgaristan Türklerinin kurduğu- liberal çizgideki Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) yüzde 10,36 oyla dördüncü, Atanas Atanasov-Hristo Ivanov ikilisinin yönetimindeki merkez-merkez sağ çizgideki Demokratik Bulgaristan (DB) yüzde 9,31 oyla beşinci ve Maya Manolova-Nikolay Hadzhigenov ikilisinin liderliğindeki yolsuzluk ve mafya karşıtı ISMV (Ayağa kalk! Mafya, Defol!) partisi de yüzde 4,65 oyla beşinci oldu.

Parlamenter sistemin uygulandığı Bulgaristan’da 240 koltuklu Bulgaristan parlamentosunda hükümeti kurabilmek için 121 milletvekili sayısına ulaşmak gerekmektedir. Ancak geçmişte Başbakan Borisov ve GERB’in çok üstün başarı gösterdiği seçimlerde, 120’ye yakın milletvekili sayısına ulaşılması durumunda da muhalefet partilerinin desteğiyle azınlık hükümetleri kurulabilmiştir. Ancak bu seçim sonucunda, yaklaşık 20 koltuğu eksilen GERB’in sandalye sayısı 75’te kalmıştır. Seçim sonucunda, ITN 51, BSP 43, HÖH 30, DB 27 ve ISMV de 14 parlamento koltuğu elde etmiştir. Seçime katılım ise yüzde 47,5 düzeyinde olmuştur.[6]

Seçimin ardından koalisyon hükümeti kurma çalışmaları başlasa da, hem pandemi kaynaklı sokak gösterileri, hem de Borisov ve GERB karşıtı blokun ortak bir zeminde buluşamaması nedeniyle, hükümet kurma çabaları başarıyla sonuçlanmamıştır.[7] Bu nedenle, kısa süren girişimlerin ardından, Cumhurbaşkanı Rumen Radev, parlamentoyu 11 Mayıs’ta feshetti ve erken seçimin 11 Temmuz 2021’de yapılması kararlaştırıldı.[8]

11 Temmuz 2021 Genel Seçimi

11 Temmuz 2021 genel seçimi öncesindeki anketler, ülkede son genel seçimden bu yana seçmen nezdinde büyük bir değişiklik yaşanmadığını, ancak GERB’in oylarında erime yaşanırken, şovmen Slavi Trifonov liderliğindeki ITN’nin -bir dönem İtalya’daki Beş Yıldız Hareketi’ne benzer şekilde- oylarının istikrarlı bir şekilde yükseldiğini göstermektedir.[9] Bu anlamda, ITN ve Trifonov’un GERB ve Borisov’u geçmeleri ve birinci sıraya yükselmeleri durumunda, ülkede bir hükümet değişikliği yaşanmasını beklemek makul gözükmektedir. Buna karşın, muhalefetin dağınık ve birbirine benzemez yapıda oluşu, GERB ve Borisov’un şansının devam edebileceğini göstermektedir.

Slavi Trifonov

Seçimdeki en büyük yenilik ise, eski tip oylama yerine bu seçimde ilk defa yaygın olarak makine ile elektronik oy vermenin gerçekleştirilecek olması.[10] Bulgaristan Merkez Seçim Komisyonu, 31 Bölge Seçim Komisyonu’nda bulunan 12.000 sandıktan 9.401 seçim sandığında makineli oylamanın mümkün olacağını bildirdi. Böylelikle, Bulgaristan, demokratik seçimler tarihine makineyle oy verme yöntemini en yaygın şekilde kulanan ülkelerden biri olarak bir katkı sağlamış oldu.

Sonuç

Sonuç olarak, Balkanlar’daki önemli bir devlet olan Bulgaristan’da, hükümet belirsizliğinin bir an önce giderilmesi, pandemiyle mücadele açısından oldukça önemli ve gereklidir. Biz de, Türkiye olarak, komşu devlete seçiminde başarılar diliyoruz...

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

DİPNOTLAR

[1] TRT Haber (2021), “Bulgaristan'da erken seçim kararı”, 05.05.2021, Erişim Tarihi: 23.06.2021, Erişim Adresi: https://www.trthaber.com/haber/dunya/bulgaristanda-erken-secim-karari-578440.html.

[2] Boyko Borisov (1959-), daha önce ilk olarak 2009 genel seçimlerinde kazandığı büyük zaferin ardından 2009-2013 döneminde tek partili bir azınlık hükümeti kurmuş, daha sonra da 2014 genel seçimlerini kazanarak merkez sağ çizgideki Reformist Blok (RB) ve bağımsız milletvekilleriyle 2014-2017 döneminde ikinci defa Başbakanlık koltuğuna oturmuştu.

[3] Bakınız; https://www.statista.com/statistics/375184/gross-domestic-product-gdp-growth-rate-in-bulgaria/.

[4] Bakınız; https://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.PCAP.PP.CD?locations=BG.

[5] TRT Haber (2020), “Bulgaristan’da hükümet karşıtı protestolar 120. gününde”, 05.11.2020, Erişim Tarihi: 23.06.2021, Erişim Adresi: https://www.trthaber.com/haber/dunya/bulgaristanda-hukumet-karsiti-protestolar-120-gununde-528498.html.

[6] Habertürk (2021), “2021 Bulgaristan seçimlerini kim kazandı? Bulgaristan seçim sonuçları belli oldu!”, 06.04.2021, Erişim Tarihi : 23.06.2021, Erişim Adresi: https://www.haberturk.com/2021-bulgaristan-secimlerini-kim-kazandi-bulgaristan-secim-sonuclari-belli-oldu-3030133.

[7] Rafet Ulutürk (2021), “Bulgaristan’da Yeni Seçim 11 Temmuz 2021’de.”, 05.05.2021, İyigünler.net, Erişim Tarihi: 23.06.2021, Erişim Adresi: https://www.iyigunler.net/bulgaristanda-yeni-secim-11-temmuz-2021de-makale,2694.html.

[8] Ihvan Radoykov (2021), “Bulgaristan’daki erken genel seçimler için Türkiye’de 57 seçim merkezi kurulacak”, Anadolu Ajansı (AA), 19.05.2021, Erişim Tarihi: 23.06.2021, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/bulgaristan-daki-erken-genel-secimler-icin-turkiye-de-57-secim-merkezi-kurulacak/2247041.

[9] Bakınız;

[10] Bulgaristan Ulusal Radyosu (2021), “Seçimlerin organizasyonu, maliyeti ve beklentiler”, 23.06.2021, Erişim Tarihi: 23.06.2021, Erişim Adresi: https://bnr.bg/tr/post/101487707/secimlerin-organizasyonu-maliyeti-ve-beklentiler.


16 Haziran 2021 Çarşamba

Doç. Dr. Ozan Örmeci TV24 Kanalında "Brifing Saati" Programına Konuk Oldu

 

Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü ve İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölüm Başkanı Doç. Dr. Ozan Örmeci, 16 Haziran 2021 tarihinde Doç. Dr. Hasan Basri Yalçın'ın sunduğu TV24 kanalında yayınlanan "Brifing Saati" programına konuk oldu ve Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan güncel gelişmeleri yorumladı. Aşağıdaki linkten bu programı izleyebilirsiniz.

Programın kaydı



Doç. Dr. Ozan Örmeci Söyleşisi: "NATO Zirvesi ve Türkiye-ABD İlişkilerinin Geleceği"


Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü ve İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölüm Başkanı Doç. Dr. Ozan Örmeci, 16 Haziran 2021 tarihinde BİLGESAM düşünce kuruluşunun düzenlediği "NATO Zirvesi ve Türkiye-ABD İlişkilerinin Geleceği" başlıklı bir söyleşiye katıldı. Söyleşinin moderatörlüğünü BİLGESAM Başkanı Dr. Elnur İsmayıl yaptı. Aşağıdaki linkten bu söyleşiyi izleyebilirsiniz.

Söyleşinin kaydı



15 Haziran 2021 Salı

Erdoğan-Biden Görüşmesi: İlişkilerde Kopma Yok Ama Sorunlar Devam Ediyor!

 

Giriş

12. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile 46. ABD Başkanı Joe Biden’ın dünkü görüşmeleri, uluslararası kamuoyunda dün düzenlenen NATO Zirvesi'nin en önemli konu başlığı olarak dikkat çekti. Elbette, bu durum, iki ülkenin dünya siyasetindeki özgül ağırlıklarının somut bir göstergesi olduğu kadar, aynı zamanda Biden’ın Başkan seçilmesi öncesi ve ilk Başkanlık aylarında uyguladığı politikalar nedeniyle Türk-Amerikan ilişkilerinin son dönemde çok gerilmesi nedeniyle bu konuya duyulan merakı da yansıtan bir durumdu. Öyle ki, ABD’de daha çok sol seçmene hitap eden kendi partisi Demokrat Parti içerisinde başlarda favori bir aday durumunda olmayan Biden, seçim kampanyası sürecinde Amerikan kamuoyunda desteği yüksek olmayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştiren sert sözler kullanmış ve hatta onu demokratik yöntemlerle değiştirmek istediğini açıklamış[1]; Başkan seçildikten sonra da Erdoğan’ı aylarca aramamış ve 24 Nisan tarihinde 1915 Olayları’nı “soykırım” olarak değerlendirdiğini tüm dünyaya ilan etmişti[2]. Bu nedenle, Tütk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan yapısal sorunlara bir de önceden yakın arkadaş olan iki liderin yaşadıkları soğukluk eklenince, ilişkilerde bir kopma yaşanması olasılığı bile Türkiye ve dünya basınında konuşulmaya başlanmıştı.

Fakat dünkü temaslar ve açıklamalar da gösterdi ki, Türkiye’nin ABD ile ilişkileri ve genel olarak Batı dünyası ile ilişkilerinde herhangi bir kopuş riski bulunmuyor. Buna karşın, bu argümana şu da eklenmeli ki, ikili ilişkilerde yaşanan sorunlar halen devam ediyor ve bunların çözümü kısa vadede gerçekleşebilecek kolay bir iş olarak da değerlendirilmiyor. Bu nedenle, Türk-Amerikan ilişkilerindeki inişli-çıkışlı sürecin devam edeceğini, ancak bu zor durumda bile iki ülkenin yeni bazı işbirliği alanları bulmayı başardıklarını (Afganistan) belirtmek yerinde olacaktır. Bu yazıda, dünkü Biden-Erdoğan görüşmesinden yola çıkarak, Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan bazı önemli gelişmeleri mercek altına alacağım.

Yapısal Sorunları Hatırlamak

Türk-Amerikan ilişkileri, 2015 yılında Rusya’nın Suriye’ye askeri olarak müdahale etmesi ve sonrasında Türkiye-Rusya arasında yaşanan krizlerin (jet krizi, Andrei Karlov suikastı vs.) Türkiye’yi Rusya’ya daha da bağımlı hale getirmesi (S-400 satın alımı) ve özellikle 15 Temmuz 2016’da yaşanan başarısız askeri darbe girişimi nedeniyle Türkiye’deki siyasal elitin ABD’yi sorumlu tutması nedeniyle, son 5-6 yıldır oldukça gergin bir şekilde seyrediyordu. İki ülke, birçok konuda farklı düşünüyor ve pozisyonlarını -tarihsel müttefik olmalarına rağmen- bir türlü örtüştüremiyorlardı.

İlk olarak, Ankara, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi nedeniyle yıllardır ABD’de ikamet eden İslami cemaat lideri Fethullah Gülen’in iadesini talep ediyor, ABD ise buna Barack Obama, Donald Trump ve Joe Biden gibi üç farklı Başkan döneminde de aynı olumsuz yanıtı veriyordu. Bu durum, Türkiye’de halkta ve devlet katında darbenin ABD’nin inisiyatifi ve -darbe girişimi sonrası Türkiye tarafından FETÖ olarak adlandırılarak bir terör örgütü kabul edilen- Gülen Cemaati’nin eliyle gerçekleştirildiği düşüncesini doğruluyor ve Washington’a yönelik tepkileri arttırıyordu. Bu tepkiler, özellikle İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun açıklamalarıyla vücut buluyordu.

İkinci önemli mesele, Suriye politikası konusunda iki müttefikin yollarının ayrışmasıydı. Başta her iki ülke de Beşar Esad rejimine karşı muhalif grupları destekler ve hatta birlikte “Eğit-Donat” programları organize ederken, Obama’nın -George W. Bush döneminde yapılan ve dünyada çok tepki çeken Irak Savaşı benzeri uzun süreli bir çatışmaya girmekten çekinerek- Suriye’ye müdahale etmeye yanaşmaması nedeniyle (ki bu süreçte Obama’nın sivillere karşı kimyasal silah kullanılamayacağı yönündeki kırmızı çizgileri aşılmasına rağmen ABD Suriye’ye müdahale etmemiştir), zaman içerisinde iki ülkenin politikaları farklılaştı. 2015 yılı sonlarında Rusya’nın askeri müdahalesiyle Suriye’de düşmekte olan Esad rejimi yeniden ayağa kalkarken, ABD ile Türkiye arasındaki stratejik farklılaşma da daha net ortaya çıkmaya başladı. DEAŞ (IŞİD) terörü karşısında, Türkiye, “ılımlı muhalefet” adını verdiği Suriye Milli Ordusu veya Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) gibi grupları desteklemeye sürdürür ve 2016’dan itibaren kendi sınırına yakın bölgelerde -Rusya ve ABD’nin onayıyla- terör örgütlerine (IŞİD, El Nusra, El Kaide, PYD, YPG, PKK) karşı başarılı askeri operasyonlar düzenlerken, ABD de Suriye’de kendisine tek yakın grup olarak gördüğü, fakat Türkiye’nin terörist PKK’nın uzantısı olarak değerlendirdiği PYD-YPG gruplarına destek vermeyi ve silah göndermeyi sürdürüyordu. Bu konu, -FETÖ konusu ile birlikte- Türkiye’de Amerikan karşıtlığının yeniden hızla yükselmesine neden olurken, konunun özellikle iktidardaki sağcı-milliyetçi siyasi çevreler ve güvenlik bürokrasisi açısından büyük önem teşkil etmesi hasebiyle, müttefiklik ilişkilerinin sona erebileceği yorumları bile yapılmaya başlanmıştı.

Üçüncü olarak, Suriye’de ABD tarafından yeterli desteği almadığı düşünen ve son yıllarda Rusya’ya karşı Suriye, Ukrayna, Libya ve Dağlık Karabağ gibi birçok farklı bölgede tehlikeli meydan okuyuşlar içerisine giren Ankara, 2015 yılında Rusya ile yaşanan “jet krizi” ve 2016 yılında Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrei Karlov’un öldürülmesi sonrasında diplomatik açıdan zor duruma düşmüş ve bu nedenle Moskova ile ilişkilerini düzeltmeye yönelmişti. Jet krizi döneminde NATO ve ABD’den pek destek almadığını ve Büyükelçi suikastı nedeniyle uluslararası itibarının azaldığını gören Ankara, bu dönemde kendisine en uygun şartları sunan Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi satın alarak, Moskova ile ilişkilerini yeniden rayına sokmayı başarmıştı. Ancak Washington da, bu konuyu bir iç siyaset ve hatta yasal konu haline getirerek, Türkiye’yi S-400 alması nedeniyle cezalandırmış ve CAATSA yaptırımlarını -Donald Trump dönemi sonunda- devreye sokmuştu. Bu ise, Türkiye’nin savunma sanayisini (Savunma Sanayisi Başkanlığı) hedef alan ve Amerika’nın ancak düşmanlarına karşı uyguladığı cezalandırma yöntemini şimdilerde Ankara için tercih etmeye başladığını gösteren çok olumsuz bir gelişme olmuştu.

Dördüncü olarak, ABD, Türkiye’de rejimin 2013 Gezi Parkı Olayları’ndan beri demokratik gidişatını beğenmiyor ve Türkiye’nin Batılı değerlerden uzaklaştığı düşüncesiyle Türkiye’yi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sert şekilde eleştiriyordu. ABD Kongresi ve Amerikan medyasında dostlarının sayısı iyice azalan Türkiye ise, Ortadoğu’daki en anti-demokratik rejimlerin her daim kadim dostu olan ABD’nin neden kendisine karşı bu kadar eleştirel yaklaştığını anlamakta zorluk çekiyor ve ABD’nin eleştirilerini gözardı ediyordu. Bu durum, hiç şüphesiz, ABD siyaseti ve medyasındaki Türkiye karşıtı havayı daha da şiddetlendiriyor ve ilişkileri neredeyse onarılamaz hale getiriyordu. Donald Trump döneminde Başkan Trump’ın bu konuları görmezden gelmesiyle bu meseleler çok gündeme gelmese de, Biden’ın Başkan olmasıyla bu konuda da yapısal sorunlara yeniden dahil olmuştur.

Obama döneminde 8 yıl Başkan Yardımcısı olsrak görev yapan Demokrat aday Joe Biden’ın Başkan seçilmesiyle birlikte bu yapısal ve aşılması kolay olmayan sorunlara bir de Başkan Biden’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ısrarla telefonla aramak istememesi ve ilk telefon görüşmelerinde de ona 1915 Olayları’nı “Ermeni Soykırımı” olarak tanıyacağını ilan etmesi eklenmiş ve ilişkiler dip seviyesine gerilemişti.

NATO Zirvesi Sonrası Yapılan Açıklamalar: Satır Aralarını Okumak

14 Haziran 2021 tarihinde Brüksel’de düzenlenen NATO Zirvesi sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başkan Biden’ın açıklamalarına bakıldığında, Türk-Amerikan ilişkilerine dair yaptığım şu gözlemleri belirtmek isterim.

Erdoğan ile Biden samimi pozlar verdiler

Her iki lider de vurgulamıştır ki, 45 dakika kadar süren görüşme genel olarak iyi bir havada geçmiş[3] ve iki lider arasında bir tartışma ya da polemik yaşanmamıştır. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasına göre, Türkiye tarafında büyük üzüntü ve tepki yaratan soykırım suçlaması bu görüşmede gündeme bile gelmemiştir.[4] Her iki lider de, görüşme sonrasında sorunların aşılabilir olduğu yönünde pozitif mesajlar vermeye gayret etmişlerdir.[5] Bu, elbette diplomatik bir teammül olduğu kadar, iki ülkenin -sorunlara rağmen- ilişkilerde kopma yaşanmasını istemediklerini dair bir niyet beyanı olarak da değerlendirilmelidir.

Bu görüşme de teyit etmiştir ki, Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir işbirliği alanı olarak Afganistan konusunda bir yol haritası oluşmaya başlamıştır. Özellikle Kabil’deki Hamid Karzai Uluslararası Havaalanı'nın işletilmesi ve güvenliği konusunda Ankara'nın inisiyatif almak istediği ve Washington'ın da buna sıcak yaklaştığı anlaşılmaktadır. Ancak ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi durumunda tüm Afganistan’ı yeniden kontrolü altına alması beklenen Taliban’ın henüz bu sürece destek verdiğine dair bir açıklama yoktur. Hatta Taliban, kısa bir süre önce bu teklifi kabul etmediğini duyurmuştur.[6] Bu nedenle, Taliban’ın da oluru olmadan bu sürecin gerçekleştirilmesi kolay olmayabilir. Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan, yeni bir parametre olarak Pakistan ve Macaristan’ı da bu sürece katmak istediklerini açıklamıştır.[7] NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ise henüz bu konuda karara varamadıklarını açıklamıştır.[8] Bu şekilde, anlaşılan, Türkiye’ye Afganistan’da yeni bir güvenlik rolü çizilerek, Batı ittifakı içerisinde kalması amaçlanmaktadır. Son yıllarda Çin'in hızlı yükselişi nedeniyle tüm dikkatini Hint-Pasifik olarak adlandırmaya başladığı Asya-Pasifik’e çeviren ABD’nin neden bu kadar ısrarlı şekilde jeopolitik açıdan çok önemli bir konumu olan Afganistan’dan çıkmak istediği ise ayrı bir muammadır. Bir diğer sorun, siyasal çizgisi çok radikal bir örgüt olan Taliban’a ne derece güvenilebileceğidir. Dolayısıyla, Mehmetçik ve sivil Türk personel için Batı adına Afganistan’da tehlikeli bir görev üstlenmek seçeneği ilişkileri koparmamak adına tercih edilmiş olabilir.

Görüşmede gündeme gelen S-400 krizi ise henüz çözülebilmiş değildir ve bu konu anlaşılan daha uzun süre gündemde olacaktır. Ancak dünkü görüşmeden edindiğim intibaya göre, taraflar, bu konuyu şimdilik soğutma ve unutturma (gündemden düşürme) yöntemini tercih edeceklerdir. Zira bu konuda her iki taraf da kendisini haklı görmekte ve geri adım atmamaktadır. Nitekim özel olarak görüştüğüm Türk Silahlı Kuvvetleri’nden emekli üst düzey birçok asker, S-400’lerin F-35 sistemlerine nasıl zarar verebildikleri konusunda ikna olmadıklarını söylemektedirler. Ancak bu konu şimdilik soğumaya alınır ve Türkiye Rusya’dan yeni bir S-400 almadığı gibi, ilk S-400’leri de aktive etmezse, ABD Kongresi’nin onayladığı CAATSA yaptırımları henüz kaldırılamasa da, Türkiye’nin bazı silah alım-satımlarına yönelik Amerikan ambargosu fiili olarak uygulanmayarak yaptırımlar aşılabilir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarında iki ülke arasındaki ekonomik işbirliği vurgusu da önemlidir. Nitekim Erdoğan, bir süredir 100 milyar dolarlık ikili ticaret hacmi hedefinden söz etmektedir ve dünkü konuşmasında da bunu vurgulamıştır. Ancak bence bunları daha çok iyi niyet göstergesi olarak değerlendirmek lazımdır; çünkü ikili ticaret hacmini 4-5 katına çıkarmak, plan-program gerektiren oldukça zorlu ve uzun sürecek bir iştir.

Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD Başkanı’nı Türkiye’ye resmi ziyaret için davet de etmiş ve talebine olumsuz bir yanıt almadığını söylemiştir. Bu durumda, 2022 yılı içerisinde Başkan Biden’ın bir Türkiye ziyareti gerçekleştirmesi sürpriz olmayacaktır. Biden, Başkan Yardımcısı olduğu 2009-2017 döneminde de tam 4 defa Türkiye’ye gelmiş ve hatta geçirdiği bir ameliyat sonrası Erdoğan’ı evinde ziyaret ederek onunla kişisel dostluğu olduğunu da göstermiştir. Denilebilir ki, yapısal sorunlar nedeniyle kuşkusuz olası Biden ziyareti geçmişteki Bill Clinton ziyareti gibi çok başarılı olmayacaktır; ama yine de ikili ilişkilerde yumuşamaya neden olabilir.

Görüşmede FETÖ, PYD-YPG ve Sözde Ermeni Soykırımı gibi tartışmalı konular ise gündeme getirilmemiştir. Bu konular, heyetlerin temaslarıyla ve ancak zaman içerisinde aşılabilecek olan zor konulardır. Dolayısıyla, bu gibi hassas meseleleri zamana yaymak ve liderleri bu konularda tartıştırmamak bence de daha doğru bir strateji olmuştur. Bu sayede, genel olarak görüşme iyi geçmiş ve liderler arasında ciddi bir sürtüşme yaşanmamıştır. 

Sonuç

Sonuç olarak, dünkü Biden-Erdoğan görüşmesi göstermiştir ki, ne tüm sorunlara rağmen Türkiye NATO’dan çıkar, ne de Batı dünyası Türkiye’den tamamıyla vazgeçer. Yapısal sorunlara rağmen tarihsel müttefiklik ilişkileri bakidir ve dönemsel gerilimler ve yakınlaşmalar yaşanmaya devam edilecektir. Dünkü açıklamalarına bakılınca, ABD Başkanı Biden’ın yüzde 53 Başkanlık onayının olmasına olanak sağlayan aşılamadaki başarısının yanında, dış politikada da Batı blokunun lideri olan ülkesini yeniden dünya siyasetinde ön plana taşımak istediği ve NATO’yu da bu amaçla yeniden işlevsel hale getirmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Bu, Türkiye’nin de işine gelebilecek bir durum olsa da, temel işlevi Avrupa’yı Sovyetler Birliği ve komünizmden korumak olan NATO’nun Çin karşıtı bir askeri alyansa dönüştürülmesi girişimleri bence olumlu sonuç vermeyebilir. Zira hem kuruluşun amacı bu değildir, hem de NATO üyesi ülkelerden Çin’le yakın ekonomik ilişkileri olan ülkeler bulunmaktadır. Bu nedenle, radikal İslamcı terörist gruplar, sibergüvenlik, illegal göçle mücadele ve Rusya ile jeopolitik mücadele gibi konularda NATO’yu kullanmak daha doğru olacaktır.

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

[1] Bakınız; https://www.youtube.com/watch?v=77MLSqvzG_Y.

[2] Bakınız; https://www.whitehouse.gov/briefing-room/statements-releases/2021/04/24/statement-by-president-joe-biden-on-armenian-remembrance-day/.

[3] Bakınız; https://www.aa.com.tr/en/americas/biden-says-he-had-very-good-meeting-with-erdogan/2273901.

[4] https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-57465152.

[5] Bakınız; https://www.ntv.com.tr/dunya/son-dakika-haberi-bidendan-cumhurbaskani-erdoganla-yaptigi-gorusmeye-iliskin-yeni-aciklama,AOczsgW0P0GZLQ7XaUwVSg; https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-57465152.

[6] Bakınız; https://tr.euronews.com/2021/06/11/taliban-turkiye-nin-kabil-havaalan-n-n-guvenligini-saglama-teklifini-reddetti.

[7] Bakınız; https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-57471465.

[8] https://www.dw.com/tr/s-400-krizi-bitmedi-t%C3%BCrk-askerine-afganistan-g%C3%B6revi-yaz%C4%B1ld%C4%B1/a-57894206.


14 Haziran 2021 Pazartesi

EURO 2020'ye Siyasi Bir Bakış

 


Giriş

Şu sıralar Avrupa başta olmak üzere tüm dünyada futbolseverlerin odaklandığı ve Covid-19 (koronavirüs) pandemisi nedeniyle bir yıl gecikmeli olarak düzenlenen 2020 Avrupa Futbol Şampiyonası, yani EURO 2020, Sosyal Bilimciler için de oldukça ilginç gözlemler yapma fırsatı sunan çok büyük bir organizasyon olarak dikkat çekmektedir. Bir ilk olarak 11 farklı ülke (İngiltere, Almanya, Rusya, Hollanda, İtalya, İspanya, Danimarka, İskoçya, Macaristan, Romanya ve Azerbaycan) ve şehirde (Londra, Münih, Saint Petersburg, Amsterdam, Roma, Sevilla, Kopenhag, Glasgow, Budapeşte, Bükreş ve Bakü) düzenlenen organizasyon, 24 Avrupa veya Avrupa yönelimli devletin A milli futbol takımının katıldığı ve siyasi açıdan da önemli mesajlar içeren bir etkinlik olarak yakından analizi hak etmektedir.

Tarihçe

Fransa Futbol Federasyonu Genel Sekreteri Henri Delaunay tarafından ilk kez 1927 yılında Avrupa ulusları arasında bir futbol turnuvası düzenlenmesi gerektiğinin belirtilmesiyle fikri temelleri atılan Avrupa Futbol Şampiyonası, ilk kez 1960 yılında Avrupa Uluslar Kupası (European Nations' Cup) adıyla Fransa'da düzenlenmiştir. Yalnızca 4 takımın katıldığı ve 1955'deki vefatı sonrasında Delaunay anısına düzenlenen bu ilk organizasyonu Sovyetler Birliği kazanmıştır. 1964 yılında yine 4 takımla İspanya'da düzenlenen ikinci turnuvayı ise ev sahibi İspanya kazanmıştır. 1968'deki üçüncü turnuva, ilk kez Avrupa Futbol Şampiyonası (UEFA European Football Championship-EURO 1968) adıyla İtalya'da düzenlenirken, yine 4 takımın katıldığı organizasyonu ev sahibi İtalya kazanmıştır. 1972'de Belçika'da 4 takımla düzenlenen dördüncü turnuvayı Batı Almanya (Federal Almanya) kazanırken, Yugoslavya'da yine 4 takımla düzenlenen beşinci turnuva olan EURO 1976'yı ise Çekoslovakya kazanmıştır. Altıncı turnuva olan EURO 1980 İtalya'da düzenlenirken, bu turnuvada ilk kez 8 takım yarışmıştır. Batı Almanya'nın (Federal Almanya) kazandığı turnuva, çok sayıda maçın yapılması nedeniyle Avrupa kamuoyunun daha çok ilgisini çekmeye başlamıştır. 1984'de 8 takımla Fransa'da düzenlenen yedinci turnuvayı tarihinde ilk kez ev sahibi Fransa kazanırken, 1988'de Batı Almanya'da düzenlenen 8 takımlı sekizinci turnuvayı Hollanda kazanmıştır. 1992'de İsveç'te son defa 8 takımlı olarak düzenlenen dokuzuncu turnuvayı, iç savaş yaşayan Yugoslavya yerine oyuncuları tatildeyken turnuvaya çağrılan Danimarka A milli futbol takımı hiç beklenmedik sürpriz bir şekilde kazanırken, 1996'da İngiltere'de düzenlenen onuncu turnuva, ilk kez 16 takımla oynanmıştır. "Futbol evine dönüyor" (Football's coming home) sloganıyla Birleşik Krallık'ın büyük bir organizasyona çevirdiği turnuvaya, Fatih Terim'in teknik direktörü olduğu Türkiye A milli futbol takımı da tarihinde ilk kez katılmayı başarmış ve Avrupa Futbol Şampiyonası heyecanının Türkiye'de de hissedilmesine olanak sağlamıştır. Turnuvayı Almanya kazanırken, Türkiye, bu ilk turnuvada grup aşamasında 3 yenilgi alarak gol bile atamadan elenmiş; ancak A milli futbolcu Alpay Özalan, sahada yaptığı sportmence hareket nedeniyle, UEFA tarafından "fair-play" ödülüyle onurlandırılmıştır. 2000 yılında Belçika-Hollanda ev sahipliğinde düzenlenen on birinci turnuva olan EURO 2000'de, Türkiye A milli futbol takımı tarihinde ikinci defa yer almış ve Mustafa Denizli antrenörlüğündeki takımımız 1 galibiyet, 1 beraberlik ve 1 yenilgi ile grubunda 4 puanla -İtalya'nın ardından- ikinci takım olarak çeyrek finale yükselmiş; ancak bu turda Portekiz'e 2-0 yenilerek elenmiştir. 16 takımla düzenlenen EURO 2000'i Fransa A milli futbol takımı kazanmıştır. 2004'te Portekiz'de düzenlenen ve 16 takımın katıldığı on ikinci turnuvayı tarihinde ilk kez Yunanistan kazanmıştır. 2008 yılında Avusturya ve İsviçre'de düzenlenen on üçüncü turnuvayı İspanya kazanırken, Fatih Terim antrenörlüğündeki Türkiye A milli futbol takımı turnuvaya üçüncü defa katılmayı başarmış ve burada yarı finale kadar yükselerek çok başarılı bir performans sergilemiştir. Grup maçlarında 1 yenilgi ve 2 galibiyet alarak Portekiz'in ardından grubunu ikinci sırada tamamlayan Türkiye, çeyrek finalde normal süresi 1-1 biten maçta Hırvatistan'ı penaltılarla elemiş; ancak yarı finalde Almanya'ya 3-2 yenilerek elenmiştir. 2012'de Polonya ve Ukrayna'da düzenlenen on dördüncü turnuvayı yine İspanya kazanırken, turnuva, son kez 16 takımla oynanmıştır. 2016'da Fransa'da düzenlenen on beşinci turnuvayı tarihinde ilk kez Portekiz kazanırken, Fatih Terim antrenörlüğündeki Türkiye, dördüncü kez katıldığı turnuvada 1 galibiyet, 2 yenilgi ile grup aşamasında elenmiştir. Bu turnuva, ayrıca ilk kez 24 takımın katıldığı organizasyon olarak da tarihe geçmiştir. Türkiye, yine 24 takımla düzenlenen EURO 2020'ye ise Şenol Güneş yönetiminde ve tarihinde beşinci defa katılmaktadır.

Avrupa Futbol Şampiyonlarına dair bazı sayısal (istatistiki) değerleri vermek gerekirse; 15 turnuvada tam 3'er şampiyonlukları bulunan İtalya ve Almanya'nın en başarılı takımlar olarak öne çıktıkları, Fransa'nın da 2 şampiyonlukla bu iki takımı takip ettiği görülmektedir. Diğer 7 şampiyon ülke ise; Sovyetler Birliği (Rusya), İtalya, Çekoslovakya (Çekya), Hollanda, Danimarka, Yunanistan ve Portekiz olarak sıralanmaktadır. Turnuvaya ev sahipliği açısından bakıldığında ise (ortak düzenlenen turnuvalarda tüm ev sahipleri sayılmaktadır); 15 turnuvada Fransa'ya 3, İtalya'ya 2, Belçika'ya 2, İspanya-Yugoslavya-Almanya-İsveç-İngiltere-Hollanda-Portekiz-Avusturya-İsviçre-Polonya-Ukrayna'ya ise 1'er defa ev sahipliği hakkı sunulduğu görülmektedir. Bu bağlamda, Türkiye ve Yunanistan gibi ülkelere ev sahipliğinin hiç verilmemesi oldukça düşündürücüdür. Oysa bu iki komşu ülke, birlikte bu organizasyonu çok iyi bir şekilde düzenleyebilirler. EURO 2020 için 11 farklı ülkenin tercih edilmesi ise, bu konuda yaşanan tartışmalara son vermek için UEFA'nın geliştirdiği bir formül olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bu uygulamanın da turnuva ev sahipliğini önemsiz hale getirdiği ve sporcuları sürekli seyahat etmek zorunda bıraktığı için eleştirildiğini belirtmek gerekir. Ayrıca turnuvanın giderek daha fazla ülkeyi kapsamak için sürekli geliştirilmesi/büyütülmesi de dikkat çekici bir gelişmedir. Öyle ki, ilk 5 turnuva 4 takımla oynanmış, daha sonraki 4 turnuvada 8'er takım yer almış, sonraki 5 turnuvada 16 takım mücadele etmiş; 2016'dan beri de takım sayısı 24'e yükseltilmiştir.

EURO 2020'ye Dair Bazı Tartışma ve Gözlemler

Birçok farklı ülkede düzenlenen EURO 2020, futbolun çoğu Avrupa ülkesinde en çok sevilen ve takip edilen spor branşı olması ve milli takımlar arasındaki mücadelelerin halklardaki milliyetçilik duygularını ve devletler arasındaki siyasi rekabeti tetiklemesi nedeniyle, çok büyük bir medya ilgisine neden olmakta ve adeta yapıldığı dönemde ilgili ülkelerin halklarını ekran başına kilitlemektedir. Bu bağlamda, EURO 2020'ye dair bazı ilginç gözlemler de yapılabilir. Öncelikle, Danimarka-Finlandiya maçında Danimarkalı ünlü futbolcu Christian Eriksen'in sahada kalp krizi geçirmesi ve oyunun uzun süre durması, tüm sporcu ve izleyicileri şok eden bir gelişme olarak not edilmelidir. Spor müsabakalarındaki rekabetin yol açtığı akıl almaz mücadeleci ruh, böyle anlarda oldukça anlamsız kalmakta ve insan hayatının ne kadar kırılgan olduğu ortaya çıkabilmektedir. Neyse ki Eriksen hayata döndürülmüş ve maç da kaldığı yerden devam ederek tamamlanabilmiştir. Ancak bu tarz olayların son yıllarda futbol sahalarında çok sık yaşanmaya başlaması (en bilinen örnek Marc-Vivien Foé'nin sahadaki vefatıdır), futbol oyununun zorluğu ve oyuncuların adeta "modern zaman gladyatörleri" oldukları yönündeki görüşü pekiştirmektedir.

Avrupa Futbol Şampiyonları ve genel olarak popüler spor branşlarındaki milli maçlara dair bir diğer önemli gözlem, özellikle siyasal sorunları/ihtilafları olan ülkelerin birbirleriyle karşılaşmaları durumunda, bu durumun karşılıklı olarak milliyetçi duyguların kabarmasına neden olabilmesidir. Dünya Kupası tarihinde yer alan ve Batı Bloku ile Doğu Bloku arasında bir üstünlük mücadelesine dönüşen 1974 Batı Almanya-Doğu Almanya maçı (ilginçtir ki bu maçı Doğu Almanya kazanmış, ama turnuvayı da Batı Almanya şampiyon olarak tamamlamıştır), 1982 Falkland Savaşı sonrası Diego Armando Maradona'nın adeta İngiltere'den rövanşı aldığı ve bir golü de "Tanrı'nın Eli" olarak yorumlayacağı şekilde eliyle attığı -ki ikinci golde de neredeyse tüm İngiliz oyuncuları çalımlayarak tarihi bir gol atmıştır- maç ve 1998'de İran'ın ABD'yi yendiği siyasi açıdan çok gergin geçen maç, bu açıdan en önemli ve iyi bilinen örneklerdir. Türkiye futbol tarihinde de, 2000'lerde Yunanistan'la ve Ermenistan'la grup aşamasında yapılan maçlar, siyasi açıdan çok dikkat çeken müsabakalar olarak hatırlanabilir. Yine PKK terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan'ın İtalya'da bulunduğu dönemde gecikmeli olarak oynayan 1998 tarihli gergin Galatasaray-Juventus maçı da, saha kenarında bile yüzlerce polis korumasının olduğu istisnai bir futbol müsabakası olarak tarihe geçmiş ve siyasi açıdan çok ilginç bir deneyim olmuştur. Öyle ki, can güvenliğinden endişe eden Juventus futbolcuları, maç için sabah gelip, maç sonrasında da derhal Türkiye'yi terk etmişlerdir. 

Avrupalı ülkelerin İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa Birliği projesinin de etkisiyle birbirleriyle dostane ilişkiler kurmaları sayesinde Avrupa Futbol Şampiyonları tarihinde bu ölçüde gergin maçlar olmasa da, siyasi açıdan birbirlerini rakip olarak gören ve tarihsel rekabetlerini körükleyen sağcı-milliyetçi grupların etkisiyle bu tarz maçlarda milliyetçilik cereyanını yakından hisseden takımlar ve halklar olabilmektedir. Bu konuda aklıma gelen ilk örnek ise, EURO 1996'da Andreas Möller'in penaltısıyla penaltılarda ev sahibi İngiltere'yi eleyen Almanya'dır. Bu maçtaki üst düzey siyasi rekabet ve Möller'in galibiyeti getiren penaltısı sonrası yaptığı ilginç hareket, tarihe geçmiş önemli bir ayrıntı olarak hafızalarda yer etmiştir.

Bu şampiyonada da siyaseten bazı önemli gerginlik temaları olduğu söylenebilir. Öncelikle, Brexit süreciyle Avrupa Birliği'nden kısa süre önce ayrılan Birleşik Krallık'ın en önemli bileşeni olan İngiltere, Avrupa Şampiyonası'nda oynamaya devam ettiği için, AB üyesi Avrupalı devletlerle maçları oldukça dikkat çekici ve siyasi açıdan da manidar olabilmektedir. Zira AB'siz daha büyük bir devlet olabileceklerini iddia eden Avrupa-şüphecisi (Eurosceptic) İngiliz muhafazakârları için, bu turnuvada başarılı olmak elzem bir durum haline gelmiştir. Ne kadar ilginçtir ki, 1996'da Almanya'ya karşı penaltıyı kaçıran Gareth Southgate de şimdilerde İngiltere A milli futbol takımının antrenörüdür. AB ile ilişkileri her zaman gergin olan Rusya'nın turnuvada yer alması ve AB üyeliğini isteyen ama bu yolda birçok engelle karşılaşan ve halkının Avrupalı rakipler karşısında milliyetçilik damarı her zaman kabaran Türkiye'nin maçları da siyasi açıdan bazı önemli anlara neden olabilecektir. 

Spor Müsabakaları ve Milliyetçilik

Uluslararası spor müsabakalarının milliyetçilik duygu ve düşüncelerine etkisi farklı düzlemlerde olabilmektedir. Olaya vatandaşlık ve ülke sevgisi temelinde yaklaşan veya sporun siyaseten o kadar da anlamlı olmadığını düşünen kişiler için, bu, çok da önemli bir veri değildir. Zira ülkelerin gelişmişlik seviyelerini ölçen Birleşmiş Milletler Kalkınma Ajansı İnsani Gelişmişlik Endeksi (UNDP Human Development Index) ile ekonomik verileri ortaya koyan toplam gayrisafi milli hasıla (GDP) ve kişi başına düşen toplam gayrisafi milli hasıla (GDP per capita) gibi çok daha önemli istatistiki veriler bulunmaktadır. Ancak elbette, bu tarz verilerden ziyade hayatı olağan akışında ve çok da dışarıdaki ülkelerdeki gelişmelerle ilgilenmeden geçiren halkların büyük ilgi gösterdiği bu tarz spor müsabakalarında yaşanan başarılar, hem milli morali yükseltmekte, hem de halkların ülkeleri ve devletleriyle gurur duymalarına ve büyüklük duyguları hissetmelerine yol açabilmektedir.

Hatta öyle ki, ünlü akademisyen Benedict Anderson, Imagined Communities (Hayali Cemaatler) adlı eserinde, ulusların oluşum/yaratım sürecinde farklı kökenlerden gelen halkları birlik-beraberlik duygusuna yönlendiren "eşzamanlılık" ve "türdeşlik" duygusunun yeşermesine ve bu duygunun oluşumunda gazete ve kitaplar gibi "print capitalism" adını verdiği olgunun önemine dikkat çeker. Bu tarz kitlesel ilgi gören spor müsabakaları da, aslında bir nevi yeni türdeşlik ve eşzamanlılık yaratma kaynakları olarak değerlendirilebilir. Politik Psikoloji branşında sıklıkla kullanılan "seçilmiş zafer" ve "seçilmiş travma" gibi olgular da, bu tarz popüler spor müsabakalarında yaşanan ve çok iz bırakan olaylar için bir açıklama yöntemi olarak kullanılabilir. Nitekim önceki bölümlerde verdiğim bazı spor müsabakası örnekleri, o ülkelerdeki bazı nesiller için çok büyük anlamlar ifade edebilir. Futbolun inanılmaz popülaritesi ve etkisi de zaten bundan kaynaklanmaktadır. Siyaset kurumu ile futbol dünyası arasında birçok ülkede (İtalya, Brezilya, Arjantin, Türkiye vs.) çok yakın ilişkilerin olması da, tam da bu sebepten tesadüfi değildir. 

Sonuç

Sonuç olarak, EURO 2020'de yaşadığımız ve yaşayacağımız olaylar, Avrupa merkezli olarak milyonlarca insanı etkileyen çok önemli gelişmeler olarak Sosyal Bilimcileri de ilgilendirmektedir. Ancak bu tarz spor müsabakalarını bir milliyetçilik-hamaset aracı olarak değil, halkların kardeşliği-dostluğunu pekiştirmek için kullanmak da mümkündür. Zira sonuçta, televizyon veya tribünlerden izlediğimiz şey -şans faktörünün de fazlasıyla etkili olduğu- bir oyundur ve temel amacı insanları mutlu etmektir. Son olarak, A milli futbol takımımıza bu vesileyle başarılar dilerim...

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


3 Haziran 2021 Perşembe

İsrail'in Yeni Cumhurbaşkanı ve Başbakanı Belli Oldu!


Giriş

Son iki yıl içerisinde tam 4 seçim gerçekleştiren İsrail’de, bu hafta içerisinde ülkenin yeni Cumhurbaşkanı ve yeni Başbakanı ile birlikte yeni hükümeti belli oldu. Böylelikle, 2009’dan bu yana kesintisiz olarak Başbakan olarak görev yapan Benyamin Netanyahu’nun iktidarı da son bulmuş oldu. İsrail’in 11. Cumhurbaşkanı sol kökenli bir siyasetçi olarak dikkat çeken Isaac Herzog olurken, ülkenin yeni Başbakanı da aşırı sağcı genç siyasetçi Naftali Bennett oldu. Bu yazıda, İsrail’de bu hafta içerisinde gerçekleşen önemli siyasal gelişmeleri değerlendireceğim.

İsrail’in 11. Cumhurbaşkanı Isaac Herzog oldu

120 koltıklu İsrail parlamentosu Knesset’de 2 Haziran 2021 tarihinde yapılan oylamada, 1960 doğumlu İsrail İşçi Partisi eski Genel Başkanı, milletvekili ve bir dönem Bakanlık da yapan Yahudi Ajansı Başkanı Isaac Herzog (Yitzak Hertzog), görev süresi Temmuz ayında dolacak olan 10. Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin yerine 87 oyla İsrail’in 11. Cumhurbaşkanı seçildi. Herzog karşısında yarışan kadın siyasetçi Miriam Peretz ise 27 oyda kaldı.[1] Bir defa ve 7 yıl süreyle bu makama seçilen Herzog, 2028 yılına kadar ülkesinin Cumhurbaşkanı olarak görev yapacak. Parlamenter sistemin geçerli olduğu İsrail’de Cumhurbaşkanı’nın yetkileri daha çok sembolik düzeyde kalmasına karşın[2], İsrail Cumhurbaşkanlığına soldan gelen bir siyasetçinin seçilmesi, son yıllarda giderek aşırı sağ çizgiye kayan İsrail siyaseti ve demokrasisi adına olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Nitekim ABD Başkanı Joe Biden da göreve seçilmesinin hemen sonrasında İsrail’in yeni Cumhurbaşkanı Herzog’u arayarak kendisine tebriklerini iletmiştir.[3]

Isaac Herzog

Netanyahu’yu yerinden eden büyük koalisyon zorlukla kuruldu

Bilindiği üzere, İsrail’de 23 Mart 2021 tarihinde yapılan genel seçimlerden birinci olarak çıkan merkez sağcı Likud partisi lideri Başbakan Benyamin Netanyahu, seçim sonrasında koalisyon hükümeti kurma çabalarında başarılı olamamış ve hükümeti kurma görevini Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin’e teslim etmişti. Netanyahu ve Likud’un beklentisi, önceki dönemlerde olduğu gibi, muhalefet partilerinin de kendi aralarında birliği sağlayamamaları ve 5. defa sandığa gidilmesi yönündeydi. Geçtiğimiz haftalarda İsrail’de yaşanan büyük olaylar ve Mescid-i Aksa’da yaşanan yangına bağlı olarak gelişen kutuplaşma da, Netanyahu ve partisinin yeni bir seçimde oy artışı yapmasına olanak sağlayabilecek gibi gözüküyordu. Ancak İsrail’de beklenmeyen oldu ve birbirine hiç benzemeyen ve siyasi fikir ve programları birbirine taban tabana zıt olarak kabul edilebilecek bazı partilerden oluşan ve tam 8 partinin dahil olduğu geniş tabanlı koalisyon, ülkedeki ikinci büyük parti durumundaki liberal çizgideki Yesh Atid (Gelecek Partisi veya Gelecek Var) partisi lideri Yair Lapid’in çabaları sayesinde kurulabildi. Böylelikle, aşırı sağcı Yamina partisi lideri 1972 doğumlu genç siyasetçi Naftali Bennett, İsrail’in yeni Başbakanı seçildi. Ancak koalisyon anlaşması gereği, Bennett 2023 Ağustos’a kadar Başbakan olarak görev yaptıktan sonra, görevi koalisyonun mimarı olan Yair Lapid’e bırakacak.

İsrail’in yeni koalisyon hükümeti tam 8 partiden oluşuyor. Koalisyonunun en büyük partisi 17 Knesset koltuğu olan merkez çizgideki Yesh Atid olurken, Benny Gantz liderliğindeki 8 koltuğu bulunan merkez-merkez sağ çizgideki Mavi Beyaz ittifak (Kahol Lavan), 7 sandalyeli Avidgor Lieberman liderliğindeki sağcı İsrail Evimiz (Yisrael Beiteinu), 7 sandalyeli bir diğer parti olan Merav Michaeli liderliğindeki sosyal demokrat çizgideki İsrail İşçi Partisi (HaAvoda), yine 7 sandalyesi olan yeni Başbakan Naftali Bennett liderliğindeki aşırı sağcı Yamina, 6 sandalyesi olan ve Likud’dan ayrılan Gideon Sa’ar’ın kurduğu merkez sağ Yeni Umut (Tikva Hadasha), 6 meclis koltuğuna sahip olan Nitzan Horowitz liderliğindeki sosyal demokrat Meretz ve 4 koltuğu bulunan -Birleşik Arap Listesi olarak da bilinen- İsrailli Arap siyasetçi Mansur Abbas liderliğindeki İslamcı Arapların partisi Ra’am partileri koalisyonun diğer bileşenlerini oluşturuyorlar.[4] Böylelikle, koalisyonun Knesset’deki koltuk sayısı 62'yi buluyor ve hükümeti kurmak için gerekli olan 61 sayısına ulaşılıyor. Ancak elbette Knesset'deki oylama sonuçlanmadan yeni hükümetin kesin olarak kurulduğunu söylemek doğru olmaz. Yine de, koalisyon ortakları arasında bu konuda anlaşma yapılması, beklenmedik sürpriz bir sonucun oluşma ihtimalinin olmadığını gösteriyor.

Koalisyonun mimarı: Yair Lapid

Sağ, aşırı sağ, merkez, merkez sol ve Arap partilerinden oluşan çok geniş bir koalisyon olarak değerlendirilebilecek olan bu hükümetin kurulması, kuşkusuz çok büyük bir siyasi başarıya işaret ediyor ve eski bir televizyon sunucusu olan 1963 doğumlu ve merkezde siyaset yapan Yair Lapid’in maharetine dayanıyor. Zira siyasi fikirleri Netanyahu’dan bile daha sert olan Naftali Bennett ve İsrailli Arapların durumu konusunda hiç de yumuşak fikirleri olmayan Avigdor Lieberman ile İslami çizgide siyaset yapan ve İsrailli Arapların yaşam koşullarının geliştirilmesini ve Filistin Sorunu’nu öncelikli siyasi gündem maddesi haline getiren Ra’am partisini bir araya getirebilmek kuşkusuz Lapid’in büyük gayretlerine ve müzakere yeteneklerine dayanıyor. Hatta partisinin açık farkla koalisyon blokundaki en büyük parti olmasına rağmen, Lapid’in Başbakanlığı bile iki yıl gecikmeli süreyle üstlenmeyi kabul ettiği ve bu sayede Naftali Bennett’i yeni bir seçime gitmemeye ikna edebildiği anlaşılıyor. Dolayısıyla, Netanyahu’yu yıkan koalisyonun mimarı olarak Yair Lapid ismi ön plana çıkıyor. Ancak koalisyon hükümetinin uyumlu çalışması pek de mümkün gözükmediği için, Lapid’in iki sene sonra Başbakanlığı üstlenmekten daha ziyade, bu süreçte sorun çözücü ve uzlaştırıcı bir isim olarak İsrail siyasetinde ön plana çıkmaya çalıştığı da düşünülebilir.

Yair Lapid

Yeni Başbakan Naftali Bennett

İsrail’in yeni Başbakanı Naftali Bennett de kuşkusuz bir diğer çok önemli isim. Bennett, 2013 yılından beri ülkesinde Ekonomi Bakanlığı (2013-2015), Dini Hizmetler Bakanlığı (2013-2015), Diyaspora İşleri Bakanlığı (2013-2019), Eğitim Bakanlığı (2015-2019) ve Savunma Bakanlığı (2019-2020) gibi önemli görevlerde bulunmuş genç ama tecrübeli bir isim. Önceleri Netanyahu'nun özel kalem müdürü olarak görev yapan, sonrasında ise Yahudi Evi (HaBayit HaYehudi) partisinde siyaset yapan Bennett, bir dönem Yeni Sağ Parti’de (Hayamin Hehadash) siyaset yaptıktan sonra Yamina partisine katılmış ve bu partinin lideri olmuştu. Amerikalı göçmen ve çok zengin bir aileden gelen Bennett, ülkesinde özel kuvvetlerde komando olarak görev yapmış (aynı Netanyahu gibi) aşırı milliyetçi ve çok dindar bir isim. İsrail’in Yahudi Devleti olmasını destekleyen Bennett, Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Golan Tepeleri’nin de İsrail’in tarihsel hakkı olarak kendilerinin toprağı olması gerektiğini savunarak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları ve uluslararası hukuk kurallarını hiçe saydığını açıkça belirtiyor.[5] Bu nedenle, Naftali Bennett için “İsrail’in Donald Trump’ı” veya “Yeni Netanyahu” demek uygun gözüküyor. Her konuda sertlik yanlısı bir isim olan Bennett, iki devletli çözüme karşı çıkıyor ve İsrail’deki Araplara karşı tutuklama ve yargılama gibi yöntemlerden ziyade idam ve öldürme yöntemlerini tercih ettiğini belirtiyor.[6] Dolayısıyla, Bennett’in Başbakanlığı döneminde Filistin Sorunu’nda veya Türkiye ile ilişkilerde herhangi olumlu bir gelişme beklemek pek de gerçekçi gözükmüyor. Öyle ki, Bennett, tüm Filistin’in İsrail toprağı olduğunu savunuyor ve Filistinlilerin devleti olarak Ürdün’ü işaret ediyor.[7] 2013 yılında “Ben birçok Arabı öldürdüm ve bunda bir problem görmüyorum” diye tepki çeken bir açıklama da yapan Bennett[8], ABD’deki Biden yönetimiyle de uyumlu çalışması zor gözüken bir isim. Bu nedenle, İsrail’de yeni kurulan geniş koalisyon hükümetinin başarı şansı çok da yüksek gözükmüyor.

Naftali Bennett

Kral Atayıcı Mansur Abbas

Koalisyonun bir diğer kritik bileşeni ise İslamcı Arapların desteklediği Birleşik Arap Listesi veya Ra’am olacak. Bu nedenle, bu partinin lideri olan 1974 doğumlu olan Mansur Abbas ismi İsrail siyasetinde giderek önem kazanacak gibi gözüküyor. Hatta bu sebeple, Abbas için “Kingmaker” (Kral atayıcı) ifadesi bile kullanılıyor. Seçim sonrasında Netanyahu ile bir koalisyona yeşil ışık yakacağı yönünde eleştiriler alan Abbas, koalisyonun mimarı olan Yair Lapid’in çalışmaları sonrasında koalisyon hükümeti için ikna edilebildi. Asıl mesleği diş doktorluğu olan Abbas’ın siyasi istekleri ise şöyle özetlenebilir: İsrailli Arap toplumuna yönelik dışlama ve ötekileştirmenin sona erdirilmesi, Arap toplumunda artan suç oranının düşürülmesi, İsrailli Araplar için konut sorununun sona erdirilmesi, Filistin Sorunu’nda çözüm yöntemlerinin denenmesi ve Yahudi Devleti yasasının gündemden kaldırılması.[9] Abbas’ın Naftali Bennett’in Başbakan olduğu bir hükümette görev yapacağı da hesaba katılırsa, koalisyon hükümetinin başarı şansının ne derece zor olduğu daha da iyi ortaya çıkıyor.

Mansur Abbas

Sonuç

Sonuç olarak, İsrail’de yeni kurulan hükümetin Netanyahu döneminin sona ermesi yolunda çok önemli bir adım olduğu söylenebilecek olmasına karşın, bu hükümetin de çok uzun ömürlü olmayacağı öngörülebilir. Zira koalisyon ortakları arasında siyaseten hiçbir uyum yoktur ve Yair Lapid’in uzlaştırıcı tarzına karşın, Naftali Bennett ve Avigdor Lieberman gibi aşırı sağcı politikacılarla Mansur Abbas ve İsrailli Arapların uzlaştırılması neredeyse imkânsız düzeyinde zor bir iştir. Bu nedenle, Netanyahu ve Likud için iktidar şansı tamamen kapanmıştır da denemez. Netanyahu’nun kendisine yönelik yolsuzluk suçlamalarından kurtulması veya bu suçlamalardan hüküm giymemesi durumunda, yakın bir gelecekte gerçekleşebilecek olan beşinci seçimde yeniden iktidara dönme şansı da bence halen vardır. Ancak bunun için kuşkusuz koalisyon hükümeti döneminde İsrail siyasetinde olumsuz gelişmelerin ağır basması ve halkın geniş koalisyona yönelik umutlarını yitirmesi gerekmektedir. Bu süreçten güçlenerek çıkması muhtemel bir diğer isim ise Yair Lapid’dir ve uzlaştırıcı kişiliği ve tarzıyla İsrail siyasetinde önemli bir kişi haline geldiği artık tartışılmaz bir gerçektir.

Kapak fotoğrafı: Naftali Bennett ve Yair Lapid

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

[1] Gil Hoffman (2021), “Isaac Herzog elected 11th President of the State of Israel by wide margin”, The Jerusalem Post, 03.06.2021, Erişim Tarihi: 03.06.2021, Erişim Adresi: https://www.jpost.com/israel-news/voting-begins-in-race-for-president-watch-669876.

[2] İsrail Cumhurbaşkanlığı, ülkenin birliğini temsil eden daha çok sembolik bir makam olarak dikkat çekmektedir. İsrail Cumhurbaşkanı’nın yetkileri, İsrail anayasasında şöyle belirtilmiştir:

  • İsrail ve yurtdışındaki resmi ziyaretlerde ve törenlerde İsrail Devleti’ni temsil etmek,
  • İsrail’in yurtdışına atadığı Büyükelçileri ve diğer diplomatik görevlileri onaylamak,
  • İsrail’de görev yapacak yabancı diplomatik temsilcileri onaylamak,
  • Knesset’in ilk oturumuna katılmak,
  • Adalet Bakanlığı’nın önerisiyle mahkumların affedilmesi veya cezalarının azaltılmasına karar vermek,
  • Yargıç Atama Komitesi’nin tavsiyesi üzerine yargıçları atamak, parlamento seçimleri sonrasında hükümeti kurma şansı yüksek olan (teamül gereği en çok oy alan) lidere ve başarısız olunması durumunda sonraki aday ve adaylara hükümet kurma yetkisini vermek
  • Parlamentonun dağıtılması öncesinde Başbakan tarafından danışılmak.

Bakınız; “Constitution for Israel”, Knesset, Erişim Tarihi: 03.06.2021, Erişim Adresi: https://knesset.gov.il/constitution/ConstMGovt.htm.

[3] Sözcü (2021), “ABD Başkanı Biden’dan İsrail’in yeni Cumhurbaşkanı Herzog’a tebrik”, 03.06.2021, Erişim Tarihi: 03.06.2021, Erişim Adresi: https://www.sozcu.com.tr/2021/dunya/abd-baskani-bidendan-israilin-yeni-cumhurbaskani-herzoga-tebrik-6466252/.

[4] BBC Türkçe (2021), “İsrail'de muhalefet, koalisyon hükümeti için anlaştı”, 02.06.2021, Erişim Tarihi: 03.06.2021, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-57330489.

[5] BBC Türkçe (2021), “Naftali Bennett: İsrail Başbakanı olmaya hazırlanan aşırı sağcı milyoner”, 01.06.2021, Erişim Tarihi: 03.06.2021, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-57309797.

[6] Nada AlTaher (2021), “Israeli PM-in-waiting Naftali Bennett's most controversial remarks”, The National News, 31.05.2021, Erişim Tarihi: 03.06.2021, Erişim Adresi: https://www.thenationalnews.com/mena/israeli-pm-in-waiting-naftali-bennett-s-most-controversial-remarks-1.1232820.

[7] Jawad Anani (2019), “An encounter with Naftali Bennett”, The Jordan Times, 11.03.2019, Erişim Tarihi: 03.06.2021, Erişim Adresi: https://www.jordantimes.com/opinion/jawad-anani/encounter-naftali-bennett.

[8] Sabah (2021), “Koltuğu Netanyahu’dan devralacak: İsrail’in yeni ırkçı başbakanı Naftali Bennett”, 03.06.2021, Erişim Tarihi: 03.06.2021, Erişim Adresi: https://www.sabah.com.tr/dunya/2021/06/03/koltugu-netanyahudan-devralacak-israilin-yeni-irkci-basbakani-naftali-bennett?paging=2.

[9] Esat Fırat & Abdel Ra'ouf D. A. R. Arnaout (2021), “İsrail'de beklenmedik şekilde meclise giren Ra'am'ın Başkanı Abbas: Ne sağ ne sol blokun cebindeyiz”. Anadolu Ajansı, 31.03.2021, Erişim Tarihi: 03.06.2021, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/tr/dunya/israilde-beklenmedik-sekilde-meclise-giren-raamin-baskani-abbas-ne-sag-ne-sol-blokun-cebindeyiz/2194200.