Sayfalar

18 Ağustos 2018 Cumartesi

Fransa'nın Avrupa Birliği Politikası


Giriş
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Fransız dış politikasının ana gündem maddelerinden birisini Avrupa bütünleşmesi (entegrasyonu) oluşturmuştur. Nitekim Fransa, Avrupa Birliği’nin öncüsü kabul edilen Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun kurucu 6 devletinden (original six-inner six) birisidir. Ünlü Amerikalı stratejist Zbigniew Brzezinski, AB projesi ve Avrupa entegrasyonunu tarihe geçen şöyle ilginç bir sözle ifade etmiştir: “Avrupa entegrasyonu projesiyle Fransa reenkarnasyon, Almanya ise günahlarının affedilmesini amaçlamıştır”.[1] Bu sözle anlatılmak istenen, savaş sonrasında küçülen Fransa’nın AB sayesinde yeniden büyük bir güç olarak dirilmeyi, Almanya’nın ise Nazi döneminin çağrıştırdığı olumsuzlukları atlatmayı amaçlamasıdır. Bu doğrultuda, AB projesi, her iki ülkeye ve genel olarak Avrupa’ya da yaramış ve 1945’ten sonra Avrupa’da bir daha savaş yaşanmamıştır.

AB’nin ekonomik devleri

Avrupa bütünleşmesinin öncül aktörlerinden birisi olan Fransa, 1950’lerden bu yana Avrupa entegrasyonu projesinin siyasi-diplomatik lideri olarak öne çıkmış, Almanya ise daha çok ekonomik alanda Avrupa’nın en büyük gücü olarak ilerleyen yıllarda kendisini kabul ettirmiştir. Fransa-Almanya ikilisi, zaman zaman yaşadıkları anlaşmazlıklara rağmen, uyumlu birlikteliklerini bugüne kadar sürdürmüş ve AB projesinin derinleşmesine ve AB’nin genişlemesine birlikte büyük katkıda bulunmuşlardır. Günümüzde dünyanın en gelişmiş demokrasileri ve en rekabetçi ve müreffeh ekonomilerinin çoğunun Avrupa kıtasında ve AB içerisinde olduğu da düşünülürse, Fransız-Alman tandeminin ve genel olarak AB projesinin başarısı ortadadır. Bu nedenle, Fransa’nın AB politikası iyi incelenmesi gereken bir konudur. Bu yazıda, Fransa’nın AB politikası kısaca özetlenmeye çalışılacaktır.

Fransa-AB İlişkileri Tarihi
Kıratlı’ya göre, AB liderliği için gerekli güce sahip ama iradesi eksik olan Almanya’nın aksine, Fransa’nın AB liderliği için iradesi tam ama gücü eksiktir.[2] Buna karşın, Fransa’nın gücü de BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinden birisi olması (nitekim Brexit sonrasında tüm AB’yi BM Güvenlik Konseyi’nde sadece Fransa temsil edecektir), kolonyal geçmişi nedeniyle birçok coğrafya ve ülkede siyasal, kültürel ve ekonomik etkisinin devam etmesi, nükleer enerji ve silahlara sahip olması ve yetişmiş insan gücü nedeniyle azımsanmayacak ölçüdedir. Fransa’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya siyaset sahnesinden çekilmesi, biraz da ABD ve SSCB gibi büyük güçlerin ortaya çıkışıyla alakalıdır. Neticede Fransa, nüfus ve yüzölçümü anlamında bakıldığında -Birleşik Krallık ve Almanya’ya benzer şekilde- aslında orta ölçek bir devlettir. Ancak siyasal, kültürel ve ekonomik etkileri, Paris’i yine de büyük bir güç haline getirmektedir. Ayrıca Fransa, AB sayesinde küresel siyaset ve ekonomide de etkili bir aktör haline gelmektedir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Fransa, Avrupa bütünleşmesi konusunda son derece istekli bir devlet olmuştur. Hatta Amerikalı akademisyen Craig Parsons’a göre, Fransa’nın Avrupa bütünleşmesine sadece desteği değil, inancından da söz etmek gerekir.[3] Bunun temel sebeplerinden birisi, Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı’na neden olan Alman militarizmini AB çatısı altında dizginleme güdüsüdür. Ayrıca Avrupa bütünleşmesinin felsefi ve siyasal temellerini siyasal tarihte Fransız İmparatoru Napolyon Bonapart’a[4], Üçüncü Cumhuriyet dönemi Fransız Başbakanlarından Aristide Briand’a[5] ve yakın tarihte Fransız konyak tüccarı Jean Monnet’ye[6] dayandıranlar da hayli fazladır. Hatta bu noktada AB projesinin dönüm noktalarında önemli roller oynayan -Schuman Planı’na adını veren ve Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun oluşmasını sağlayan- Lüksemburg doğumlu Fransız devlet adamı Robert Schuman ve -Avrupa Tek Senedi sürecinde siyasal liderliği üstlenen- Jacques Delors gibi başka etkili Fransızlardan da bahsedilebilir. Dolayısıyla, AB projesi herşeyden evvel bir Fransız projesi gibi algılanmaktadır.

Robert Schuman

Ayrıca Fransız entelektüel hayatı ve siyaset felsefesinde de Avrupa bütünleşmesi genelde pozitif algılanan (milliyetçiliklerin ve din temelli düşüncelerin Avrupa siyasal tarihinde yol açtığı katliam ve savaşların da etkisiyle) bir husustur.[7] Buna karşın, Avrupa bütünleşmesine oldukça sınırlı ve daha seçici yaklaşan kültürel milliyetçi ulus-devlet anlayışı da Fransız Devrimi’nden başlayarak Fransız siyasal ve entelektüel geleneğinde oldukça güçlü bir cazibe merkezi oluşturmuştur. Dolayısıyla, Avrupa bütünleşmesi konusunda Fransa’da genelde olumlu bir irade söz konusu olsa da, “nasıl bir Avrupa Birliği olmalı” sorusuna farklı Fransız Cumhurbaşkanları değişik yanıtlar vermişlerdir. Örneğin, Beşinci Cumhuriyet’in kurucu Cumhurbaşkanı ve bir Fransız ulusal kahramanı olan Charles de Gaulle, İngiltere’yi Avrupa Topluluğu içerisinde görmek istememiş ve 1963 ve 1967’de üyeliğini iki kez engellemiştir.[8] De Gaulle, Anglo-Amerikan etkisini kırmak adına Fransa’yı NATO’nun askeri kanadından bile çekmiş ve ulusal bağımsızlığı dış politikasının ana ilkesi haline getirmiştir. Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına geri dönüşü ancak 2009 yılında Nicolas Sarkozy döneminde mümkün olabilmiştir. Bu anlamda, tarihsel olarak Fransa’nın AB politikasının temelinde ABD’nin ve ABD’nin “Truva atı” olarak görülen Birleşik Krallık’ın (İngiltere) AB içerisindeki etkisini kırmak düşüncesi ön plandadır. Ayrıca Charles de Gaulle’ün 1950’ler ve 1960’lardaki Avrupa entegrasyonu vizyonu ile günümüzdeki Avrupa Birliği projesini eş tutmak kolay değildir. Zira temel dış politika düsturu ulusal bağımsızlık olan de Gaulle, Avrupa bütünleşmesini daha çok devletlerarası bir düzlemde algılamış ve Soğuk Savaş koşullarında o dönemin uluslararası siyasal düzeni de daha derin bir bütünleşmeyi mümkün kılmamıştır.
Georges Pompidou döneminde (1969-1974), Fransa’nın Avrupa bütünleşmesi konusundaki çabaları artmıştır. Bunda iki temel faktör rol oynamıştır; de Gaulle sonrasında ulusal egemenlik fikri ve bağımsızlıkçı ve gururlu dış politika anlayışının demode olmaya başlaması ve 1973 OPEC petrol krizinin de etkisiyle Paris-Bonn (Federal Almanya) hattının önem kazanmaya başlaması. Ayrıca Pompidou, Almanya’yı dengelemek adına İngiltere’yi de birlik içerisinde istemiş ve 1973 yılında İrlanda ve Danimarka ile birlikte İngiltere’nin AT’ye girişine yeşil ışık yakmıştır. Ek olarak, bu dönemde ABD ile yaşanan zıtlaşmalar da Pompidou’yu Avrupa yardımlaşması ve Alman müttefikliği konusunda motive etmiştir.[9]

Valery Giscard d’Estaing döneminde (1974-1981), Pompidou döneminde başlayan Avrupacı eğilimler güçlenerek devam etmiştir. D’Estaing, Melek Fırat’a göre zaten iyi bir Avrupacıdır; ama ekonomik krizin (1973 OPEC krizi) devam eden etkileri ve Federal Alman Şansölyesi Helmut Schmidt’le yakaladığı uyum nedeniyle onun döneminde Avrupa bütünleşmesi fikri iyice güçlenmiştir.[10] Nitekim onun döneminde Avrupa Konseyi oluşturulmuş, Avrupa Parlamentosu’nun genel oyla seçilmesi ilkesi kabul edilmiş ve ilk AP seçimleri yapılmış (1979), Avrupa para sistemi yürürlüğe girmiş, Yunanistan AB üyesi olmuş ve İspanya ve Portekiz’in de üyeliklerinin yolu açılmıştır.[11] Dolayısıyla, AB bütünleşmesi konusunda d’Estaing dönemi en olumlu ve ilerleme sağlanan dönemlerden birisidir.

François Mitterrand döneminde (1981-1995), Fransa, Mitterrand’ın sosyalizmi çağrıştıran politikaları nedeniyle ilk başta ekonomik olarak çok zor bir sürece girmiştir. Sosyal hakları arttırmak isterken Fransa ekonomisini krize sokan Mitterrand’ın sosyalizan politikaları nedeniyle ülkede işsizlik artmış, Fransız firmalarının rekabet gücü azalmış ve ekonomik büyüme durmuştur.[12] Mitterrand, bu dönemde iki seçenekle karşı karşıya kalmıştır: ya eskiye dönüşü savunacak ve Avrupa bütünleşmesini duraklatacak, ya da daha fazla liberalizasyon yapacak ve AB’nin derinleşmesini sağlayacaktır. Neticede 1984 yılında liberal eğilimli Laurent Fabius’un hükümeti kurmasıyla Mitterrand ağırlığını liberallerden yana koymuş ve Avrupa bütünleşmesi onun döneminde hızlanarak devam etmiştir. Fransa, bu şekilde ekonomik krizden nispeten de olsa çıkabilmiş ve Mitterrand bir dönem daha Cumhurbaşkanı seçilmeyi başarmıştır. Mitterrand, ilk yıllarında daha kuşkucu bir Avrupa siyaseti takip etmiş ama ekonomik koşulların da zorlamasıyla sonradan iyi bir Avrupacı olmuştur. Alman Hıristiyan Demokrat lider Helmut Kohl’la uyumlu bir ikili olması da Mitterrand’ı bu konuda teşvik etmiştir.[13] 1985 Schengen Antlaşması, 1986 İber genişlemesi (İspanya ve Portekiz’in üyelikleri) ve 1988 Avrupa Tek Senedi gibi AB açısından önemli olaylar, hep Fransa-Almanya (Mitterrand-Kohl) işbirliği sonucunda gerçekleşen gelişmeler olmuştur.[14] Ancak Mitterrand, Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesi ve Sovyetler Birliği’nin yıkılması gibi konularda gelişmelerin bu kadar hızlı olabileceğini öngörememiş ve bu süreçte biraz hazırlıksız yakalanmıştır. Dolayısıyla, bu dönemden itibaren, Almanya, doğuya doğru etki alanını önce ekonomik, sonra da siyasal olarak genişleterek iyice güçlü bir aktör haline gelmiş ve AB liderliği konusunda öne çıkmaya başlamıştır. Bunun yanı sıra, Mitterrand döneminde Maastricht Antlaşması (1992) konusunda yapılan referandumda Fransız halkının yüzde 51’i bu sürece destek olmuş ve Avrupa bütünleşmesi ve derinleşmesine katkıda bulunmuştur.[15] Destek önemli olmakla birlikte, oy oranının sadece yüzde 51’de kalması Frexit ihtimalinin daha o yıllarda belirlemeye başladığına dair önemli bir göstergedir.

Jacques Chirac döneminde (1995-2007), Fransa, dış politikasının ana unsurlarını oluşturan Transatlantikçilik-Avrupacılık-Gaullizm çelişkilerini yaşamaya devam etmiştir. Başlarda daha Amerikancı olarak görülen Chirac, zamanla tek kutuplu dünyanın Fransa ve Avrupa’nın çıkarına olmadığını düşünerek, güçlü ve ABD’den bağımsız bir Avrupa fikrini desteklemeye başlamıştır. Batı dünyası içerisinde yaşanan bu çelişkiler, Fransa-Almanya ikilisinin Irak Savaşı’na (2003) karşı geliştirdikleri şiddetli tepkiden de anlaşılabilir. Bu dönemde ayrıca 2002 yılında para birimi olarak frank bırakılmış ve avroya geçilmiş[16] ve 1995 yılında (Avusturya-Finlandiya-İsveç) ve 2004 yılında (Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti-Çekya, Slovakya, Slovenya, Letonya, Litvanya, Estonya, Malta, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi) iki büyük genişleme süreci başarıyla gerçekleştirilmiştir. Chirac, sağ görüşlü bir lider olmasına karşın, Türkiye'nin AB üyeliğine de destek vermiş ve tarihe geçen "Hepimiz Bizans'ın çocuklarıyız" sözüyle Türklerin Avrupa ile olan yakın bağlarına vurgu yapmıştır. Chirac döneminde ayrıca Akdeniz’de Fransa’nın etkisini arttırmak için Barcelona Süreci (1995) ile yeni bir açılım denenmiş ve Gaullist güdüler de tatmin edilmeye çalışılmıştır. Ancak sonradan iyi bir Avrupacı olan Chirac’ın aksine, bu dönemden başlayarak bazı Fransız siyasal seçkinleri ve halkının bilinçaltında şöyle bir kuşku da hâkim olmaya başlamıştır: Avrupa bütünleşmesi acaba -Almanya’nın birleşmesinin ardından- Fransa’nın merkezi rolünü tehdit etmeye ve Almanya’nın yararına gelişmeye mi başladı? Hatta 2000 yılında düzenlenen Nice Zirvesi’nde Fransa’nın Almanya ile eşit oy hakkı konusunda ısrar etmesi, bunun somut bir göstergesi olarak algılanmıştır. Zira şu bir gerçektir ki, Sovyetler Birliği’nin yıkılması sonrasında AB’nin doğuya doğru genişlemesinden en çok Alman sanayisi kâr elde etmiş ve AB genişleme süreci adeta yeni bir “drang nach osten” (doğuya doğru yürüme) politikası olmaya başlamıştır. Hatta Almanya’nın AB sayesinde büyük bir ekonomik güç ve siyasal nüfuz elde etmesini “Berlin’in kazara yeni bir imparatorluk kurması”na benzetenler bile olmuştur.[17] Nitekim bu korkuların da etkisiyle, Chirac döneminde 2005 yılında yapılan AB anayasası referandumunda Fransız halkının yüzde 54,67’si olumsuz oy kullanmış ve AB’nin derinleşme sürecinde Fransız halkının bazı tepkilerinin olduğu ortaya çıkmıştır.[18] Ayrıca AB’nin ekonomik politikalarının (CAP adıyla bilinen AB’nin Ortak Tarım Politikası) ziraat (tarım) sektörü hala çok önemli bir ülke olan Fransa’da zaman zaman çiftçilerin aleyhine bir unsur haline gelmesi de Fransız çekincelerinin artmasında etkili olmuştur.[19] Hatta bir dönem, Fransız köylü lideri José Bové, AB’ye ve küreselleşmeye karşıt çıkışlarıyla “Fransa’nın yeni Asteriks’i[20]” olarak ünlenmiş ve sembol bir isim haline gelmiştir.[21]

José Bové

Nicolas Sarkozy döneminde (2007-2012), Fransa, yine Atlantikçilik-Avrupacılık-Gaullizm dengesi ve ikilemlerini yansıtan hassas ve karmaşık bir dış politika sürdürmüştür. NATO’nun askeri kanadına geri dönerek ABD’nin desteğini sağlayan Sarkozy, AB projesine Angela Merkel’le uyumlu bir ikili olarak katkı sunmuş, ayrıca Gaullist desteği de Akdeniz İçin Birlik-Akdeniz Birliği projesiyle sağlamaya çalışmıştır. Önceden denenen ama atıl kalan Barcelona Süreci’nin daha kapsamlı bir şekilde devamı niteliğindeki Akdeniz Birliği-Akdeniz İçin Birlik, Sarkozy’nin 2007 yılında seçim öncesinde bir koz olarak gündeme getirdiği ve halktan da epey ilgi gören bir proje olarak, Fransa’nın liderliğinde Akdeniz ülkelerinin AB ile uyumlu birlikteliğini öngörmekteydi.[22] Sarkozy, bu şekilde, AB içerisinde ekonomik olarak çok güçlenen Almanya’nın etkisini dengelemek ve Türkiye’ye de AB üyeliği dışında bir alternatif sunmak istiyordu. Ancak Almanya ve AB Komisyonu’nun Fransız etkisinin artmasından endişe duymaları nedeniyle bu proje ilerletilemedi. Ayrıca Sarkozy’nin Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine karşıt tavrı ve ukala üslubu da Ankara tarafından çok olumsuz algılandı ve bu nedenle Avrupa dışından gelen siyasi destekleri sınırlı kaldı. Ek olarak, bu dönemde Romanya ve Bulgaristan 2007 yılında AB üyesi oldular.

François Hollande döneminde (2012-2017) ise, Fransa, yine dengeli bir dış politika anlayışı sürdürmeye gayret etmiş, ama bu yıllarda -Hollande’ın iç kamuoyunda düşen popülaritesinin de etkisiyle- hayli cüretkâr bazı girişimlerde de bulunulmuştur. AB içerisinde kalmak konusunda herhangi bir tereddüt göstermeyen Hollande, ABD, İngiltere ve Türkiye ile birlikte Arap Baharı sürecinde Orta Doğu’da daha etkin bir rol oynamaya gayret etmiş ve Afrika’ya askeri müdahaleleriyle de dikkat çekmiştir. Bu dönemde Türkiye’nin AB üyeliği sürecinde başlarda bazı olumlu gelişmeler yaşansa da[23], çok büyük bir ilerleme kaydedilememiştir. Ayrıca bu dönemden itibaren AB’nin liderliği konusunda uluslararası kamuoyunda Almanya’ya yönelik bakış ön plana geçmiştir. Ancak bu durum Hollande’ın başarısızlığından ziyade, Almanya’nın büyük ekonomik gücü sayesinde Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi gibi ekonomik kriz yaşayan ülkeleri kurtarması nedeniyle olmuştur. Ayrıca bu dönemde, Hırvatistan, 2013 yılında AB üyesi olmuştur.

Avrupacılar vs. Atlantikçiler
Kıratlı’ya göre, AB içerisinde daima iki büyük fay hattı var olmuştur.[24] Bunlardan ilki, AB içerisinde Avrupacılarla Atlantikçiler arasındaki tatlı rekabettir. İngiltere (Birleşik Krallık) gibi bazı ülkeler, AB’nin daha gevşek bir birlik olarak ve ulus-devletler Avrupa’sı olarak yoluna devam etmesini ve Avrupa güvenliğinin de tamamen NATO tarafından sağlanmasını savunurken, Avrupacılar (Karolenj Grubu) AB’nin Avrupa Birleşik Devletleri şeklinde daha da derinleşmesini ve güvenliğini de zaman içerisinde kendisi sağlayabilir hale gelmesini desteklemektedir. İngiltere’nin Brexit süreciyle AB’den ayrılacak olması, bu noktada AB içerisindeki ikinci grubun nihai zaferi olarak değerlendirilebilir. Ancak unutulmamalıdır ki, Fransa, tarihsel olarak ikinci akıma daha yakın dursa da, bu yönde çok cüretkâr adımlar atmaktan da her daim kaçınmış ve Almanya’nın çok güçlenmesi konusunda hep dikkatli davranmıştır. Fransa, bağımsızlıkçı de Gaulle sonrasında aslında hep Avrupacı Cumhurbaşkanlarınca yönetilmiştir. Ancak dış politikada Transatlantikçi ve Gaullist eğilimler de her daim var olmuştur. Mitterrand gibi Gaullist sol eğilimler taşıyan veya Sarkozy gibi Transatlantik eğilimi yoğun olan Fransız Cumhurbaşkanları bile zamanla Avrupacı çizgiye gelmişlerdir. Ancak Avrupacı çizginin son yıllarda Alman yanlılığı gibi algılanmaya başlaması ve Fransa’nın Almanya’nın ardında kalıyor endişesinin Fransız halkı ve devlet seçkinlerinde artması gelecek adına ciddi bir sorundur.

AB içerisindeki ikinci büyük kırılma noktası ise, AB içerisindeki büyük devletler ile küçük devletler arasındadır. Almanya ve Fransa gibi büyük devletler, AB’yi kendi ulusal çıkarları doğrultusunda araçsallaştırmak ve Avrupa ve dünya siyaset sahnesindeki etkilerini arttırmak isterken, küçük devletler de AB sayesinde ekonomik ve siyasal gelişimlerini sürdürmek ve dünya siyasetinde daha önemli ve güvenilir ülkeler olmaya gayret etmektedirler. Bu konuda Fransa, son yıllarda Almanya ile uyumlu hareket etmekte ve küçük devletlerden ziyade -büyük bir devlet olarak- Berlin’e yakın durmaktadır. Neticede Avrupa Parlamentosu gibi kurumlarda en çok sandalyesi olan devletler Almanya, Fransa ve İtalya gibi daha kalabalık ülkelerdir. Dahası, bu ülkeler, Avrupa kurumlarına atanan yöneticilerin (Jean-Claude Juncker, Federica Mogherini vs.) seçiminde de etkin rol oynamaktadırlar.

Bu gelenekselleşen çelişkilerin yanı sıra, Fransa ile Almanya’nın AB projeksiyonlarında dış politika ve güvenlik alanında da (AB’nin Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası-OGSP) bazı farklılıklar vardır. Kıratlı’ya göre, Fransa, geleneksel olarak dış politika ve güvenlikle ilgili konularda topluluk metodunun uygulanmasına karşı çıkmış ve üye devletlerin veto haklarının korunması için gayret göstermiştir.[25] Ancak son yıllarda ve özellikle Lizbon Antlaşması (2009) sonrasında Paris’in bu konuda Berlin’e daha yakınlaştığı ve daha geniş yetkilerle donatılmış bir Yüksek Temsilcilik makamının kurulması, OGSP bünyesinde ‘güçlendirilmiş işbirliği’ mekanizmasının aktif kullanımı, kriz anlarında devreye girecek dayanışma ve ortak yardımlaşma hükümleri ve Belçika’nın Tervuren şehrinde NATO’dan bağımsız operasyonel bir AB karargâhı kurulması gibi önerilere destek verdiği de söylenmelidir.[26]

Christian Lequesne, Fransa’nın AB ile ilişkilerinde günümüzde 3 temel amacının olduğundan söz etmiştir:[27]
  • AB projesinin bir merkezi olmalı ve bu merkezdeki liderlik rolünü Fransa ve Almanya üstlenmelidir.
  • AB projesi sadece bir ekonomik entegrasyon projesi olarak kalmamalı ve mutlaka siyasi bütünleşmeyi de (l’Europe puissance) içermelidir.
  • AB yönetimi ulusüstü (supranational) ve hükümetlerarası (intergovernmental) kurumların karışımına dayanmalıdır.
Frexit Tartışmaları
Fransa’da geleneksel olarak merkez sol ve merkez sağ partiler AB projesine destek olurlarken, aşırı sol ve aşırı sağ partilerde AB’ye yönelik daha eleştirel bir bakış açısı söz konusudur. Nicolas Hubé, Fransa’daki siyasal partilerin AB politikalarını detaylı bir şekilde incelemiş ve merkez sol PS (Fransız Sosyalist Partisi) ve merkez sağ UMP’nin (şimdilerde Les Républicains-Cumhuriyetçiler) AB yanlısı olduğunu ve kitleselleşebilmiş siyasi partilerden sadece aşırı sağ FN’nin (Ulusal Cephe) AB karşıtı olduğunu yazmıştır.[28] Son yıllarda da durum farklı değildir; merkez sol PS, merkez sağ LR ve merkezdeki LREM (Cumhuriyet Yürüyüşü) AB yanlısı partiler olarak öne çıkarken, aşırı sağ Front National (yeni adıyla Rassemblement National-Ulusal Birleşme) net şekilde AB karşıtı, aşırı sol La France Insoumise (Boyun Eğmeyen Fransa) ise “Eurosceptic” (AB konusunda kuşkucu, muhalif) çizgidedir.[29] Hubé’nin araştırması şunu da ortaya koymuştur ki, sistem içi partilerde AB’ye destek daha yüksek oranda, sistem ve parlamento dışı ve radikal partilerde ise AB karşıtlığı daha yüksek orandadır.[30] Ayrıca Frexit ihtimalini güçlü hale getiren Fransa’daki en önemli gelişme, PS ve LR gibi merkez partilerin son yıllarda büyük güç, prestij ve oy kaybına uğramalarıdır. Neyse ki, AB yanlısı Fransızlar ve Fransız iş çevreleri, 2017 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Emmanuel Macron’u bir anda ileri sürerek parlatmış ve seçimi kazanması sonrasında da AB yanlısı LREM partisinin kurulmasını sağlayarak AB yanlısı oy potansiyelini diri tutmayı başarmışlardır.

Marine Le Pen nam-ı diğer Madame Frexit

Son yıllarda Fransa’da AB karşıtlığını en yüksek seste ve en güçlü şekilde dile getiren siyasetçi, çoğu zaman ırkçı ve aşırı sağcı eleştirilerine maruz kalan Marine Le Pen’dir. Le Pen’in babası Jean-Marie Le Pen’e kıyasla partisinin ve kendisinin oy oranını son yıllarda epey arttırmış olması, Fransa’da AB karşıtlığının yükselmeye başladığı şeklinde anlaşılabilir. Nitekim anketler de bu trendi doğrulamaktadır. Pew Araştırma Merkezi’nin 2016 yılı içerisinde yaptığı bir çalışma sonucunda, Fransa’da AB karşıtlığının yüzde 61 seviyesine ulaştığı ve Yunanistan’dan sonra AB içerisindeki en AB karşıtı ülkenin Fransa olduğu tespit edilmiştir.[31] Ayrıca Fransa üzerinde ciddi siyasal etkileri olabilecek ABD’nin de Donald Trump yönetiminde AB projesine karşı çıkması ve Fransa’da Marine Le Pen’e destek açıklaması Fransa’daki AB karşıtlığını daha da güçlendirebilir. Ancak bu noktada Frexit ihtimalinin hakikaten gerçeğe dönüşüp dönüşemeyeceğini iki önemli faktör belirleyecektir. Birincisi, Brexit sonrasında Birleşik Krallık’ın ekonomi ve dış politikada göstereceği performanstır (ki bu konuda gelen ilk sinyaller o kadar da olumlu değildir). Fransızlar, İngilizlerin Brexit sonrasında daha başarılı ve müreffeh bir düzen kurabildiğine şahit olurlarsa, Frexit konusunda çok daha istekli davranabilirler. İkincisi ise, AB yanlısı liberal bir lider olan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un performansıdır. Macron döneminde Fransa iyiye giderse, AB karşıtlığı hızla düşüşe geçip, tarihe karışabilir. Ancak Macron’un başarısız olması durumunda, şu an için en güçlü alternatifi Marine Le Pen ve onun temsil ettiği Frexit siyasetidir.[32] Eurosceptic partiler üzerinde uzmanlaşan Simon Usherwood, Fransa’yı AB’den çıkma ihtimali en yüksek ülke olarak değerlendirmiş ve -yoğun İngiliz etkisi altındaki- Danimarka ile birlikte Fransa’nın AB’nin geleceğinde yer alamayabileceği görüşünü ileri sürmüştür.[33] Ancak Fransa’nın AB içerisindeki merkezi konumu nedeniyle Frexit’in “AB’nin sonu” anlamına gelebilecek olması, bu ülkenin AB içerisinde kalması için Berlin başta olmak üzere tüm ülkelerin çok büyük teşvik ve baskılarını gündeme getirebilir ve Paris’i bir şekilde AB içerisinde kalmaya zorlayabilir.

Emmanuel Macron Dönemi
2017 yılında sürpriz bir şekilde Fransa Cumhurbaşkanı seçilen Emmanuel Macron, başarısız olması durumunda Frexit’in güçleneceği ihtimalinin AB yanlısı çevrelerde yarattığı korkunun da etkisiyle, AB’nin reforme edilmesi konusunda Berlin ve Brüksel’e çeşitli öneriler sunmaktadır. Bu reform önerileri arasında en dikkat çekici olanları; avronun krizlere dayanıklı hale getirilebilmesi için Euro İstikrar Mekanizması’nın Avrupa Para Fonu’na dönüştürülmesi, yatırımların ve hâsıl olacak yardım ihtiyaçlarının hızla karşılanabilmesi için özel Euro Bölgesi bütçesi ihdas edilmesi, AB iltica hukukunda ortak kriterler saptanması ve savunmada silah gruplarının standartlaştırılmasıdır.[34] Dolayısıyla, genç Fransa Cumhurbaşkanı, krizden çıkış için korumacı-devletçi tedbirler ve ulus-devletler Avrupa’sına geri dönüş formülü yerine, daha fazla liberalleşme ve federalleşmeyi savunmaktadır. Bu, kuşkusuz AB’nin daha da derinleşmesi ve adeta Avrupa Birleşik Devletleri’nin kurulması anlamına gelmektedir. Nitekim Macron, 2017 yılında Sorbonne Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmada, AB’nin şimdiki halini yavaş, zayıf ve etkisiz bulduğunu belirtmiş ve Brüksel’de ikamet edecek bir AB Maliye Bakanı’nın yöneteceği ortak bir bütçenin oluşturulması ve -birlikten çıkılmasa bile- NATO’dan bağımsız bazı doktrinler üretip operasyonlar yapabilecek bir Avrupa Ordusu kurulması fikrini açıkça savunmuştur.[35] Bu yönüyle, Macron, çok iyi bir Avrupacı ve Karolenj Grubu’nun sözcüsü gibi davranmaktadır. Macron'un önerdiği diğer politikalar arasında ise şu başlıklar öne çıkmaktadır:[36]
  • Sınırları güçlendirmek ve üye ülkeleri göçmen akınlarına karşı desteklemek. Bunun için sığınma başvuru süreçlerini hızlandırmak, merkezi sığınma bürosu kurmak ve göçmenlerin ülkelerine yardım ederek insanların göç etmesini engellemek.
  • AB genelinde finansal işlemlere ortak vergi getirmek ve
    yeşil teknoloji için sübvansiyonları artırarak sürdürülebilir gelişme konusunda ortak bir politika geliştirmek.
  • Ortak Tarım Politikası’nı (CAP) daha esnek ve daha az bürokratik hale getirmek.
  • Avrupa çapında dijital teknoloji alanında başarılı örnekleri desteklemek için bir Avrupa kurumu kurmak.
Emmanuel Macron iyi bir AB destekçisi olarak algılanıyor

Ayrıca Macron, bu reformların hızlı bir şekilde gerçekleştirilmesini hayati bir mesele olarak görmekte ve hatta bu dönemi “İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Avrupa için en kritik an” olarak tanımlamaktadır.[37] Timothy Garton Ash, Macron’un mevcut durumda en iyi Avrupalı lider olduğunu, ama Angela Merkel’in desteği olmadan yapabileceklerinin sınırlı olduğunu iddia etmektedir.[38] Zira İtalya, Polonya ve İspanya gibi AB’nin merkez ülkelerinde bile son yıllarda AB karşıtlığı ve popülizm yükseliştedir. Lakin Almanya’nın son 20 yıldaki ekonomik başarısını AB sayesinde sağladığı da düşünülürse, Macron’un reform önerilerinin Almanya tarafından desteklenmesi gayet mümkün gözükmektedir. Macron da buna güvenmekte ve Avrupa içi siyasal mücadeleleri iç savaşlara benzeterek, birlik-beraberlik çağrısı yapmakta ve illiberal demokrasilere karşı Avrupa’da liberal demokrasinin korunmasını savunmaktadır.[39] Macron, isim vermeden Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ı da eleştirmekte ve azınlıkları ve göçmenleri düşman olarak göstermek ve şeytanlaştırmanın Avrupa değerleriyle bağdaşmadığını ileri sürmektedir.[40]

Euzone (Avro Bölgesi)[41]

Ancak Emmanuel Macron’un karşılaşacağı bir zorluk, ABD’nin Donald Trump döneminde -Barack Obama ve önceki ABD Başkanlarının aksine- AB’ye karşı olmasıdır. Uluslararası basın-yayın kuruluşlarında yer alan bazı iddialara göre, ABD Başkanı Donald Trump, Macron’a ülkesiyle daha iyi ekonomik ilişkiler kurabilmesi için AB’den çıkmayı dahi önermiştir.[42] Ayrıca Macron’un AB vizyonunda, anlaşıldığı kadarıyla Balkanlar’da yer alan tüm ülkelerin AB’ye yakın bir gelecekte katılmaları söz konusudur. Hatta Macron’un Balkanlar’da Türkiye ve Rusya’nın etkisini görmek istemediğini söylemesi[43], özellikle Türkiye’de tepki yaratmış ve Türk Dış İşleri Bakanlığı tarafından kınanmıştır.[44] Macron, Kuzey Afrika ve Kafkasya bölgeleri ve Türkiye’nin AB üyeliği konusunda ise Sarkozy’ye benzer şekilde daha çok “imtiyazlık ortaklık”[45]  ve “Doğu Ortaklığı” benzeri formülleri düşündüğünü ima eden açıklamalar yapmaktadır.[46] Örneğin, 2018 yılı Ocak ayında Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la Fransa’da yaptığı görüşme sonrasında, Macron, Türkiye’nin mevcut siyasal koşulları ve insan hakları durumu nedeniyle AB ile ilişkilerde bir ilerleme/iyileşme beklenmemesi (yeni bir başlık açılması) gerektiğini söylemiş ve bu konuda Avrupalı siyasetçilerin Türkiye’ye daha önce dürüst davranmamaları nedeniyle çeşitli sorunlar yaşandığını ve Türkiye’ye artık dürüst davranmaları gerektiğini de sözlerine eklemiştir.[47] Macron’un Türkiye’ye bakışının Sarkozy ile paralel olmasına karşın o kadar olumsuz algılanmaması ise, Türk halkına ve devletine saygısızlık yapmaması ve dürüst konuşmasından kaynaklanmaktadır. Örneğin, Macron, 2018 Ağustos ayında döviz kriziyle boğuşan Türkiye’ye destek açıklamış ve “Türkiye'nin ekonomik istikrarı Fransa için önemli” demiştir.[48] Ayrıca gelecekte, Macron, Türkiye’nin siyasal ve ekonomik konularda Avrupa standartlarına uygun davranması durumunda, Ankara’nın AB üyeliğinin hızlandırılması/kolaylaştırılması konusunda François Hollande gibi teşvik edici bir pozisyon da alabilir.

Macron ve Merkel

Sonuç
Avrupa entegrasyonu (AB) vizyonu, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Fransız dış politikasının ana gündem maddesi ve en önemli konusu olmuştur. Bu konudaki olumlu bakış, AB’nin derinleşmesine paralel olarak giderek gelişmiş ve ulus-devletler Avrupa’sının çağrıştırdığı kötü anılar nedeniyle Fransız halkınca da desteklenmiştir. Ancak ilerleyen yıllarda AB projesinin Almanya’yı yeniden dominant bir hale getirmesi, Fransa’nın ekonomik gelişiminin duraklamaya başlaması ve Paris’in dünya siyasetindeki ağırlığının azalması nedeniyle Fransız halkı arasında AB karşıtı tepkiler hızla artmaya başlamıştır. Bu durumda Emmanuel Macron’un çok iyi bir Avrupacı olarak ve adeta bir kurtarıcı edasıyla ortaya çıkması çok olumlu bir gelişme olsa da, Macron’un Almanya desteği ve onayı olmadan beklentileri karşılaması kolay olmayabilir. Ayrıca Macron’un içeride de birçok kemer sıkma reformu yaptığı ve bu reformların bir kısmının Fransız halkının hoşuna gitmediği de düşünülürse, işinin o kadar da kolay olmadığı söylenebilir. Ancak genç Cumhurbaşkanı, sempatikliği ve dikkatli imaj yönetimiyle şimdiye kadar oldukça başarılı olmuştur. Sonuçta, Macron’un iyi performansı Fransa’nın AB politikasının da kaderini belirleyecek ve Frexit’i ihtimal dışı bırakabilecektir. Aksi takdirde ise, yakın bir gelecekte Frexit ihtimali gerçeğe dönüşebilir.

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

KAYNAKÇA

[1] Özgün İngilizce ifade şu şekildedir: “Via European integration, France is aiming for reincarnation, Germany redemption.”
[2] Osman Sabri Kıratlı (2016), “Avrupa Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası ve Üç Büyükler: Almanya, Fransa ve İngiltere”, Akademik İncelemeler Dergisi, Cilt 11, Sayı: 1, s. 215.
[3] Craig Parsons (2003) A Certain idea of Europe, Cornell University Press. Aktaran: Christian Lequesne (2015), “France and the European Union: a story of reason rather than love”, Norwegian Institute of International Affairs, Policy Brief 5 / 20115, Erişim Tarihi: 14.08.2018, Erişim Adresi: https://spire.sciencespo.fr/hdl:/2441/1qmq72rqb29fsosupk529bkvl6/resources/policybrief-lequesne.pdf., s. 1.
[4] Matthew D. Zarzeczny, “Napoleon and the Unification of Europe”, Erişim Tarihi: 15.08.2018, Erişim Adresi: https://www.napoleon-series.org/research/napoleon/c_unification.html.
[5] “Il y a 80 ans... Quand Aristide Briand proposait de construire une « Union européenne » à 27 !”, Erişim Tarihi: 16.08.2018, Erişim Adresi: http://jmguieu.free.fr/galerie2/Briand_union-federale-europeenne.htm.
[6] “Jean Monnet, l’inspirateur - Un père de l’Europe” (2017), European Parliament Think Tank, Erişim Tarihi: 15.08.2018, Erişim Adresi: http://www.europarl.europa.eu/thinktank/en/document.html?reference=EPRS_BRI(2017)614603.
[7] Maxime Lefebvre (2004), “France and Europe: An Ambivalent Relationship”, Brookings, Erişim Tarihi: 14.08.2018, Erişim Adresi: https://www.brookings.edu/articles/france-and-europe-an-ambivalent-relationship/, s. 1.
[8] Osman Sabri Kıratlı (2016), “Avrupa Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası ve Üç Büyükler: Almanya, Fransa ve İngiltere”, Akademik İncelemeler Dergisi, Cilt 11, Sayı: 1, s. 216.
[9] Melek Fırat (2009), “Soğuk Savaş Sonrasında Fransa’nın Dış Politikası”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 64, Sayı: 1, s. 118.
[10] Melek Fırat (2009), “Soğuk Savaş Sonrasında Fransa’nın Dış Politikası”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 64, Sayı: 1, s. 118.
[11] Melek Fırat (2009), “Soğuk Savaş Sonrasında Fransa’nın Dış Politikası”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 64, Sayı: 1, ss. 118-119.
[12] Melek Fırat (2009), “Soğuk Savaş Sonrasında Fransa’nın Dış Politikası”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 64, Sayı: 1, s. 119.
[13] Melek Fırat (2009), “Soğuk Savaş Sonrasında Fransa’nın Dış Politikası”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 64, Sayı: 1, s. 121.
[14] Melek Fırat (2009), “Soğuk Savaş Sonrasında Fransa’nın Dış Politikası”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 64, Sayı: 1, s. 121.
[15] “French Maastricht Treaty referendum, 1992”, Wikipedia, Erişim tarihi: 16.08.2018, Erişim Adresi: https://en.wikipedia.org/wiki/French_Maastricht_Treaty_referendum,_1992.
[16] Melek Fırat (2009), “Soğuk Savaş Sonrasında Fransa’nın Dış Politikası”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 64, Sayı: 1, s. 149.
[17] Ulrich Beck (2013), “Germany Has Created An Accidental Empire”, Social Europe, Erişim Tarihi: 18.08.2018, Erişim Adresi: https://www.socialeurope.eu/germany-has-created-an-accidental-empire.
[18] “French European Constitution referendum, 2005”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 16.08.2018, Erişim Adresi: https://en.wikipedia.org/wiki/French_European_Constitution_referendum,_2005.
[19] Maxime Lefebvre (2004), “France and Europe: An Ambivalent Relationship”, Brookings, Erişim Tarihi: 14.08.2018, Erişim Adresi: https://www.brookings.edu/articles/france-and-europe-an-ambivalent-relationship/, s. 2.
[20] İlk kez 1959 yılında yayınlanan Fransız çizgi romanı Asteriks (Asterix) ve Oburiks, Albert Uderzo ve eşi Rene Goscinny tarafından yazılan-çizilen ve bugüne kadar 325 milyondan fazla kopyası satılan en başarılı ve tanınmış Fransız çizgi romanıdır. Roma İmparatoru Sezar’a karşı Galyalıların mücadelesini anlatan eser, Fransız zihin dünyası ve popüler kültüründe etkili bir kültürel öğedir.
[21] “Fransa'nın yeni Asteriks'i” (2000), Hürriyet, Erişim Tarihi: 16.08.2018, Erişim Adresi: http://www.hurriyet.com.tr/dunya/fransanin-yeni-asteriksi-39165126.
[22] Osman Sabri Kıratlı (2016), “Avrupa Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası ve Üç Büyükler: Almanya, Fransa ve İngiltere”, Akademik İncelemeler Dergisi, Cilt 11, Sayı: 1, s. 217.
[23] Armağan Gözkaman (2014), “Türkiye-Fransa ilişkilerinde Hollande dönemi”, Al Jazeera Türk, Erişim Tarihi: 18.08.2018, Erişim Adresi: http://www.aljazeera.com.tr/gorus/turkiye-fransa-iliskilerinde-hollande-donemi.
[24] Osman Sabri Kıratlı (2016), “Avrupa Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası ve Üç Büyükler: Almanya, Fransa ve İngiltere”, Akademik İncelemeler Dergisi, Cilt 11, Sayı: 1, s. 209.
[25] Osman Sabri Kıratlı (2016), “Avrupa Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası ve Üç Büyükler: Almanya, Fransa ve İngiltere”, Akademik İncelemeler Dergisi, Cilt 11, Sayı: 1, s. 218.
[26] Osman Sabri Kıratlı (2016), “Avrupa Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası ve Üç Büyükler: Almanya, Fransa ve İngiltere”, Akademik İncelemeler Dergisi, Cilt 11, Sayı: 1, s. 218.
[27] Christian Lequesne (2015), “France and the European Union: a story of reason rather than love”, Norwegian Institute of International Affairs, Policy Brief 5 / 20115, Erişim Tarihi: 14.08.2018, Erişim Adresi: https://spire.sciencespo.fr/hdl:/2441/1qmq72rqb29fsosupk529bkvl6/resources/policybrief-lequesne.pdf., s. 1.
[28] Nicolas Hubé (2013), “Party Attitudes Towards the EU in the Member States: France”, içinde Nicolo Conti (eds.) Party Attitudes Towards the EU in the Member States Parties for Europe, Parties against Europe, Routledge Advances in European Politics, Taylor & Francis, ss. 23-26.
[29] Jack Morrie Evans (2016), “Mélenchon- The Voice of Left-wing French Euroscepticism”, Erişim Tarihi: 14.08.2018, Erişim Adresi: https://medium.com/@jackmorrie/m%C3%A9lenchon-the-voice-of-left-wing-french-euroscepticism-957cf7d4ebe.
[30] Nicolas Hubé (2013), “Party Attitudes Towards the EU in the Member States: France”, s. 27.
[31] “10 ülkede AB karşıtlığı yükselişte” (2016), Birgün, Erişim Tarihi: 16.08.2018, Erişim Adresi: https://www.birgun.net/haber-detay/10-ulkede-ab-karsitligi-yukseliste-115657.html.
[32] Le Pen’in 2017 Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimleri ikinci turunda Macron karşısında yüzde 35’e yakın oy aldığı (beklenenden çok daha iyi performans ve babasının Chirac karşısında 2002’de aldığı oyun iki katı) unutulmamalıdır.
[33] Kamuran Samar (2016), “Neden Fransa AB'den çıkma ihtimali en yüksek olan ikinci ülke?”, Euronews, Erişim Tarihi: 14.08.2018, Erişim Adresi: http://tr.euronews.com/2016/08/23/neden-fransa-ab-den-cikma-ihtimali-en-yuksek-olan-ikinci-ulke.
[34] “Merkel ve Macron AB reformları için buluşuyor” (2018), NTV, Erişim Tarihi: 16.08.2018, Erişim Adresi: https://www.ntv.com.tr/dunya/merkel-ve-macron-ab-reformlari-icin-bulusuyor,KsrMTfp4_k6iq2lmBBQarg. ; Lewis Sanders IV (2018), “How France's Emmanuel Macron wants to reform the EU”, DW, Erişim Tarihi: 14.08.2018, Erişim Adresi: https://www.dw.com/en/how-frances-emmanuel-macron-wants-to-reform-the-eu/a-43002078.
[35] “Macron’un vizyonu ve Avrupa Birliği’nin geleceği” (2017), Dünya, Erişim Tarihi: 18.08.2018, Erişim Adresi: https://www.dunya.com/dunya/macronun-vizyonu-ve-avrupa-birliginin-gelecegi-haberi-384376.
[36] “Fransa Cumhurbaşkanı Macron'dan yeni bir AB vizyonu: Ortak ordu, ortak savunma bütçesi” (2017), T24, Erişim Tarihi: 18.08.2018, Erişim Adresi: http://t24.com.tr/haber/fransa-cumhurbaskani-macrondan-yeni-bir-ab-vizyonu-ortak-ordu-ortak-savunma-butcesi,450710.
[37] David M. Herszenhorn (2018), “Macron declares ‘decision time’ for Europe”, Politico, Erişim Tarihi: 14.08.2018, Erişim Adresi: https://www.politico.eu/article/emmanuel-macron-france-germany-italy-banking-unions-eurozone-emu-declares-decision-time-for-europe/, s. 3.
[38] Timothy Garton Ash (2018), “Macron’s plan to save Europe is compelling – but he’s on his own”, The Guardian, Erişim Tarihi: 14.08.2018, Erişim Adresi: https://www.theguardian.com/commentisfree/2018/may/31/macron-plan-save-europe-germany.
[39] Daniel Boffey & Jon Henley (2018), “Macron: political divisions in Europe are like a civil war”, The Guardian, Erişim Tarihi: 14.08.2018, Erişim Adresi: https://www.theguardian.com/world/2018/apr/17/emmanuel-macron-europe-civil-war-illiberalism-nationalism.
[40] Daniel Boffey & Jon Henley (2018), “Macron: political divisions in Europe are like a civil war”, The Guardian, Erişim Tarihi: 14.08.2018, Erişim Adresi: https://www.theguardian.com/world/2018/apr/17/emmanuel-macron-europe-civil-war-illiberalism-nationalism.
[41] Lewis Sanders IV (2018), “How France's Emmanuel Macron wants to reform the EU”, DW, Erişim Tarihi: 14.08.2018, Erişim Adresi: https://www.dw.com/en/how-frances-emmanuel-macron-wants-to-reform-the-eu/a-43002078.
[42] Jon Sharman (2018), “Trump 'told Macron he should take France out of EU' for a better US trade deal”, The Independent, Erişim Tarihi: 14.08.2018, Erişim Adresi: https://www.independent.co.uk/news/world/americas/us-politics/trump-emmanuel-macron-france-leave-eu-trade-deal-brexit-a8423381.html.
[43] “Macron'dan Balkanlar için "Türkiye" uyarısı” (2018), DW Türkçe, Erişim Tarihi: 18.08.2018, Erişim Adresi: https://www.dw.com/tr/macrondan-balkanlar-i%C3%A7in-t%C3%BCrkiye-uyar%C4%B1s%C4%B1/a-43419769.
[44] “Dışişleri'nden Fransa Cumhurbaşkanı Macron'a 'Balkanlar' yanıtı” (2018), Birgün, Erişim Tarihi: 18.08.2018, Erişim Adresi: https://www.birgun.net/haber-detay/disisleri-nden-fransa-cumhurbaskani-macron-a-balkanlar-yaniti-212685.html.
[45] Aslı Aydıntaşbaş (2018), “Avrupa’yla imtiyazlı ortaklık”, Cumhuriyet, Erişim Tarihi: 18.08.2018, Erişim Adresi: http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/900147/Avrupa_yla_imtiyazli_ortaklik.html.
[46] “Macron AB kapısını kapattı” (2018), DW Türkçe, Erişim Tarihi: 18.08.2018, Erişim Adresi: https://www.dw.com/tr/macron-ab-kap%C4%B1s%C4%B1n%C4%B1-kapatt%C4%B1/a-42047999.
[47] Ozan Örmeci (2018), “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Fransa Ziyareti”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 18.08.2018, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/2018/01/06/cumhurbaskani-erdoganin-fransa-ziyareti/.
[48] “Macron: Türkiye'nin ekonomik istikrarı Fransa için önemli” (2018), Euronews, Erişim Tarihi: 18.08.2018, Erişim Adresi: http://tr.euronews.com/2018/08/16/macron-turkiye-nin-ekonomik-istikrar-fransa-icin-onemli.

13 Ağustos 2018 Pazartesi

Fransa’nın Orta Doğu Politikası


Giriş
Dünyanın önemli diplomatik ve ekonomik güçlerinden birisi kabul edilen Fransa’nın Avrupa ve Afrika dışında en etkili olduğu coğrafyaların başında Orta Doğu gelmektedir. Orta Doğu, Fransa için “Doğu” (l’Orient) denince akla gelen ilk coğrafyadır. Fransa’nın Orta Doğu politikası, geçmiş yüzyıllardan 20. yüzyıl ortasına kadar büyük ölçüde emperyalist güdüler ve Haçlı zihniyeti çerçevesinde kurgulanmış ve geleneksel olarak Hıristiyan azınlıkların korunması ve bölge devletleri ve halkları üzerinde fiziki veya ekonomik hâkimiyet kurulması anlayışı hâsıl olmuştur. Ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan dekolonizasyon dönemiyle birlikte, Fransa da, -İngiltere gibi- kolonilerini terk etmek zorunda kalmış ve etkisini daha çok bölge ülkeleriyle kurulan askeri, diplomatik, ekonomik ve kültürel ilişkiler sayesinde sürdürmüştür. Bu yazıda, Fransa’nın Orta Doğu politikası, “Tarihsel Miras”, “Yakın Geçmiş”, “İlişkilerin Stratejik Boyutu”, “Fransa’nın Orta Doğu Politikası Arap Yanlısı Mı?” ve “Emmanuel Macron Dönemi” altbaşlıkları altında incelenecektir. Her ne kadar İngilizce literatürde MENA (Middle East and North Africa) adı verilen Orta Doğu ile Kuzey Afrika bölgeleri birbirleriyle bağlantılı ve Fransız dış politikası açısından da ilişkili bölgeler olsalar da, Fransa’nın Kuzey Afrika politikası daha önce “Fransa’nın Afrika Politikası” yazısında[1] değerlendirildiği için, bu yazıda daha çok Orta Doğu (Moyen-Orient) veya Yakın Doğu (Proche-Orient) adı verilen coğrafyaya yönelik Fransız politikaları araştırılacaktır.

Tarihsel Miras
Fransa’nın Orta Doğu’da tarihsel olarak en etkili olduğu ülkeler Lübnan ve Suriye olmuştur. Bu bölgelerde Fransa’nın etkisi, 17. yüzyıldan itibaren Marunîler (Maronitler) ile kurulan yakın kültürel ve dini ilişkilerle başlamıştır. Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyıldan itibaren güç kaybetmeye ve yıkılmaya başlamasıyla birlikte, Fransa’nın bölgedeki nüfuzu giderek artmıştır. Zamanla, Fransa, Osmanlı içerisindeki Katolik ve hatta tüm Hıristiyan nüfusun hamisi gibi davranmaya başlamış ve Osmanlı’nın ekonomik ve diplomatik açıdan zayıf düşmesinin de etkisiyle bu ülkenin iç siyasetine yön verir hale gelmiştir. Ancak Müslümanların ekonomide güç kaybetmesi nedeniyle artan hoşnutsuzluk neticesinde, 1860 yılında bu bölgede bir iç savaş patlak vermiş ve Şam’da bir Hıristiyan katliamı yaşanmıştır.[2] Neticede, İngiltere ve Fransa’nın bölgedeki gücü giderek artmış ve zamanla bu iki devlet Osmanlı topraklarını paylaşma konusunda da (Sykes-Picot Antlaşması ile) anlaşmışlardır. Bu anlaşma sayesinde, Paris, Halep, Hama, Humus ve Şam’ı da kapsayacak şekilde Suriye ve Lübnan üzerinde denetim elde etmiştir. Bölgede yaklaşık 23 yıl egemenlik elde eden Fransa, Lübnan’ın 1943 yılında yoğun Hıristiyan etkisinde ve Suriye’den bağımsız bir ülke olarak kurulmasını sağlamıştır. Lübnan’da zaman içerisinde Arap devletleri ve İran’ın etkisi artsa da, Fransa da bu ülkedeki gücünü kısmen korumayı başarmıştır. Günümüzde de bu durum etkisini sürdürmektedir. Öyle ki, Lübnan Cumhurbaşkanı Michel Aoun’un 26 Eylül 2017 tarihinde Fransa’ya gerçekleştirdiği ziyaret, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Elize Sarayı’nda devlet töreniyle kabul ettiği ilk Devlet Başkanı ziyareti olma özelliğini taşımıştır.[3] Suriye’de ise Fransız mandater (manda) yönetimi yaklaşık 28 yıl etkili olabilmiş ve 1946 yılında Fransız askerlerinin çekilmesiyle Suriye bağımsızlığını ilan etmiştir. Ancak Suriye’de de Fransız etkisi uzun süre devam etmiş ve ağırlıklı olarak Hıristiyan Araplar ve Nusayri azınlık mensubu subaylarca kurulan Baas Partisi günümüze kadar bu ülkedeki hâkimiyetini korumuştur.[4] Baas Partisi’nin ideolojik önderi olan Mişef Eflak’ın (Michel Aflak) Fransa eğitimli ve bu ülkeye yakın bir kişi olduğu da düşünülürse, Suriye’deki Fransız etkisinin yakın zamana kadar sürdüğü iddia edilebilir. Ayrıca Fransa, Birinci Dünya Savaşı ardından Anadolu’nun güney vilayetlerini de işgal etmiş; ancak zamanla Mustafa Kemal Atatürk’ün başlattığı bağımsızlık mücadelesinin (Kurtuluş Savaşı) başarıya ulaşacağını düşünerek, işgal topraklarından Türklerle savaşmadan ayrılmışlardır.

Yakın Geçmiş
Fransa’nın İkinci Dünya Savaşı sonrasında büyük güç kaybetmesine ve orta büyüklükte bir devlet olmasına rağmen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinden biri olarak konumu koruması, birçoklarına göre “ikinci sınıf tren biletiyle birinci sınıf kompartımanda yolculuk yapan sorunlu ülke” gibi algılanmasına neden olmuştur.[5] Frédéric Charillon, Fransa dış politikasında 1958 sonrası Beşinci Cumhuriyet döneminde sürdürülen 3 temel öncelik alanını; Avrupa bütünleşmesini desteklemek, Fransa’nın küresel pozisyonu ve güvenliğiyle doğrudan ilişkilendirilebilecek konularda yakın Atlantik ilişkileri ve son olarak Frankofon olarak nitelenen Kuzey Afrika ve Yakın Doğu’daki Fransızca konuşan ve eski Fransız sömürgesi olan ülkelerle yakın ilişkiler şeklinde özetlemiştir.[6] Ayrıca Beşinci Cumhuriyet döneminde, dış politika, “cohabitation” sistemine rağmen neredeyse tamamen Fransız Cumhurbaşkanlarının damgalarını vurduğu bir alan (domain reservé) olarak görülmüştür.[7] Buna karşın, etkili bazı Dış İşleri Bakanları, zaman zaman Cumhurbaşkanı’nı bile aşar şekilde Fransız dış politikasına yön verebilmişlerdir.

Charles de Gaulle’ün Türkiye ziyareti (1968)

Fransa, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Batı bloğuna dâhil bir ülke olarak, Orta Doğu politikasında başlarda tamamen İsrail yanlısı bir çizgi benimsemiştir. Bu dönemde, İsrail yanlılığına ek olarak, Süveyş Krizi’nde depreşen emperyalist güdüleri ve Cezayir’de yaptıkları (Cezayir Savaşı) nedeniyle de Fransa’nın Orta Doğu coğrafyasındaki etkisi hayli sınırlı ve imajı da genelde olumsuz olmuştur.[8] Bu nedenle, ülkesinin petrol gibi stratejik bir kaynak açısından çok zengin olan bu bölgede etkisiz kaldığını düşünen Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle, 1960’lı yıllarda değişen dinamikler doğrultusunda ülkesine “politique arabe” (Arap siyaseti) adıyla yeni bir Orta Doğu merkezli dış politika anlayışı önermiştir.[9] Bu siyasetin temel dayanaklarını; Arap dünyasının liderleriyle dostane ilişkiler ve iki kutuplu uluslararası sistemin süper güçleri arasındaki dengeden yararlanarak ABD’nin ve Sovyetler Birliği’nin hegemonik etkisini kırma yönündeki politikalar oluşturmaktaydı.[10] De Gaulle, politikalarını büyük ölçüde ulusal bağımsızlık güdüsü etrafında şekillendirmeye gayret etmiş ve İngiltere’nin üyeliğine karşı çıkmasına rağmen Avrupa bütünleşmesini de Fransa açısından faydalı olarak görmüştür. Ayrıca ABD karşıtı olmamasına karşın, birçok konuda (Fransa’nın nükleer programı başta olmak üzere) ABD ile mutlak uyumlu hareket etmeyerek, Fransızlara İkinci Dünya Savaşı’nda kaybettikleri özgüveni aşılamaya çalışmıştır. Bu yıllarda Türkiye ise, Fransa ve genel olarak Avrupa’da çok iyi ve güvenilir bir Batı müttefiki olarak görülmüş ve Türkiye’deki laik rejim içerisindeki İslam anlayışıyla radikal İslam anlayışları hiçbir şekilde bir tutulmamıştır.

Georges Pompidou

Georges Pompidou döneminde (1969-1974), Fransa, ulusal bağımsızlık odaklı bir dış politikadan ekonomik menfaat odaklı bir dış politikaya yönelmiştir. Bu dönemde, Pompidou, Avrupa bütünleşmesinin hızlanmasına ve özellikle Federal Almanya ile yakın ilişkiler kurulmasına gayret etmiştir. 1973 OPEC petrol krizinin Avrupa ekonomileri üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle, Pompidou döneminden başlayarak, Fransa, Arap devletleriyle daha yakın ilişkiler geliştirmeye gayret etmiştir. Bu bağlamda, zaman zaman Washington’dan gelen tepkilere rağmen[11], Melek Fırat’a göre bu dönemde de Gaulle döneminde başlayan Fransa’nın Arap siyaseti (politique arabe) hızlanarak devam etmiştir. Ancak Pompidou’nun erken vefatı nedeniyle bu politikaları daha çok kendisinden sonra gelen Cumhurbaşkanı olan Valery Giscard d’Estaing sürdürmüştür.

Valery Giscard d’Estaing

1973 OPEC petrol krizinin süregelen etkisiyle, Valery Giscard d’Estaing döneminde Fransa’nın Arap yanlısı politikası somut bir hale gelmeye başlamıştır. Nitekim bu dönemde Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) tanınmış ve İsrail-Filistin Sorunu konusunda uluslararası hukuka ve 1967 sınırlarına uygun iki devletli çözüm yönünde bir tavır benimsenmiştir.[12] Ayrıca yine bu dönemde (1973 yılında), d’Estaing’in girişimleriyle ve Suudi Arabistan Kralı Halid bin Abdülaziz el-Suud’un katkılarıyla, Arap ve Fransız kültürü arasında bir köprü kurmak ve Arap dilini, kültür çeşitliliğini ve zenginliğini tanıtmak amacıyla Paris’te Arap Dünyası Enstitüsü (IMA - Institut du Monde Arabe) kurulması projesine hız verilmiştir. Nitekim 1980 yılında, bu Enstitü[13], 18 Arap devletinin katılımıyla kurulmuştur. Ayrıca yine d’Estaing, 1976 yılında Tunus’la önemli işbirliği anlaşmaları imzalanmasına öncülük etmiştir.[14] D’Estaing de Pompidou gibi Arap ülkeleriyle ilişkileri daha çok ekonomik menfaat temelinde ve pragmatik bir düzlemde ele almış ve İsrail’i ürkütmemeye gayret etmiştir. Buna karşın, 1972 Münih Olimpiyatları’nda İsrailli sporculara yapılan saldırılar ve sonrasında giderek artan terör eylemlerine rağmen FKÖ’nün tanınması sonrasında, İsrail ile ilişkiler yavaş yavaş bozulmaya başlamıştır.[15] Ayrıca bu dönemde İmam Humeyni'ye Paris'te kalma ve siyasi propaganda yapma imkanı tanıyan Fransa, bu şekilde 1979 İran İslam Devrimi'ne bir anlamda uygun ortam sağlamıştır. 

Danielle Mitterrand ve François Mitterrand

1981 yılında Cumhurbaşkanı seçilen ve tam 14 yıl Elize Sarayı’nda kalan François Mitterrand döneminde ise, Fransa, önceki dönemlerde uyguladığı dış politikadan fazla uzaklaşmadan yine ekonomik ve siyasal çıkarlarını koruyacak bir anlayış benimsemiştir. İsrail’e önceki Cumhurbaşkanlarından daha yakın durmaya çalışan Mitterrand, 1981 yılında ilk ziyaretini bu ülkeye yapmak istemiş, ancak tam bu sırada İsrail’in Irak’taki Temmuz nükleer santralini bombalaması ve bir Fransız mühendisin ölmesi üzerine fikir değiştirerek, diğer Devlet Başkanları gibi Orta Doğu’daki ilk ziyaretini Körfez ülkelerine yapmıştır.[16] Bu ziyaret sırasında imzalanan silah satış anlaşmaları ise, 1980’ler boyunca ve sonrasında Fransa’nın Arap ülkelerine artan bir şekilde devam eden silah ihracatı politikasının başlangıcı olmuştur. François Mitterrand’ın kendi döneminde Fransa’nın uyguladığı dış politikayı açıklarken kullandığı “Fransa İsviçre olamaz” sözü[17], Paris’in Mitterrand döneminde dış politikasında daha keskin kararlar alacağı algısını yaratıyordu. Frédéric Charillon’a göre, bu sözü yorumlamak gerekirse, Mitterrand’a göre Fransa, “ABD’den daha az güçlü ancak onunla aynı kategoride, Çin’den daha güçsüz ancak daha fazla sesini duyuran, Almanya’dan daha az zengin ancak daha etkin” bir uluslararası güç olmalıydı.[18] Bu, aslında klasik Gaullizm’in yeni bir yorumuydu. Bu söyleme uygun şekilde, Mitterrand’ın Üçüncü Dünya’ya yönelik politikası eylemden çok etik bir tutumdu ve demokrasinin gelişmesinin önkoşulunun ekonomik gelişme olduğu tezine dayanıyordu.[19] Bu nedenle, Mitterrand, her G-7 toplantısında ABD’yi başta Afrika ülkeleri olmak üzere en fakir ülkelerin borçlarının silinmesi konusunda ikna etmeye çalıştı. Ayrıca Kürdofil olarak nam salan karısı Danielle Mitterrand’ın da etkisiyle[20], Fransa, bu yıllardan başlayarak Kürt Sorunu konusunda Orta Doğu’da müttefiki Türkiye’yi kızdırmak pahasına aktif politikalar geliştirmeye başladı. Mitterrand döneminde ayrıca İtalya, Fransa, İspanya, Portekiz, Fas, Moritanya, Cezayir, Tunus, Libya ve sonradan Malta’nın katıldığı “Dokuzlar Grubu” oluşturulmuştur.[21] İspanya ve Portekiz’in de Avrupa Topluluğu’na katılmasıyla birlikte, Fransa’nın -daima etkin olmak istediği Akdeniz bölgesinde- eli bir süre güçlenmiş; bu dönemden itibaren Almanya daha çok Merkez Avrupa ve Doğu Avrupa ülkeleriyle yakın ilişkiler kurmaya gayret ederken, Fransa da -Akdenizli kimliği nedeniyle- özellikle Güney Avrupa’ya ve Akdeniz’e açılmak istemiştir.[22] Komünizmin çöküşü ardından Almanya’nın birleşmesi ve Avrupa bütünleşmesine daha çok odaklanmak zorunda kalan Mitterrand, bu nedenle Orta Doğu’daki Körfez Savaşı gibi krizlerde yalpalamak zorunda kaldı. Başlarda ABD’ye çok yakın durmamaya çalışsa da, sonradan kendi Savunma Bakanı Jean-Pierre Chevènement’la kapışmak pahasına ABD’yi destekledi.[23] Ancak Fransa’nın bu süreçte silah satışları dışında Arap dünyasıyla ilişkilerinin geliştiğini söylemek zordur. Daha önemlisi, İsrail’le ilişkiler de Irak Scud füzelerinin Tel-Aviv ve Hayfa’yı vurması üzerine ciddi anlamda gerilmiş ve İsrail’den Fransa karşıtı açıklamaların yükselmesi üzerine, Cumhurbaşkanı Mitterrand, İsrail Devlet Başkanı Haim Herzog’u arayarak eleştiriler konusunda uyarıda bulunmuştur.[24] Bu olayın ardından, Fransa-İsrail ilişkileri Sarkozy dönemine kadar tam anlamıyla düzeltilememiştir.

Chirac

Jacques Chirac döneminde, Fransa, Orta Doğu’da de Gaulle döneminin “politique arabe” siyasetinin yeni bir denemesini, daha çok ekonomik menfaatler etrafında kurgulamaya çalışmıştır. Chirac döneminin bir diğer önemli girişimi ise, Barcelona Süreci (1995) ile Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın (Euro-Mediterranean Partnership) geliştirilmeye çalışılması ve Kuzey Afrika’da Fransız etkisinin arttırılması girişimi olmuştur. Ancak bu yönde fazla bir başarı sağlanamamıştır. Chirac, Fransa’nın Orta Doğu politikasını ve ideal Orta Doğu tasavvurunu 1996 yılında Ürdün Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada şöyle betimlemiştir: “Barışçıl ve refah içinde bir Filistin devletinin, herkes tarafından kabul edilen ve terörden kurtulmuş bir İsrail’in, demokrasi ve gelişmeye örnek bir Ürdün’ün, toprak bütünlüğünü yeniden sağlamış ve eski düşmanı ile barış içinde yaşayan bir Suriye’nin, tamamen özgür, egemen ve dinamik bir Lübnan’ın ve güçlü, akıllı ve barışın öncüsü bir Mısır’ın bir arada ve uzlaşı içinde yaşayacağı yeni bir Orta Doğu.”[25] Chirac döneminin başlarında Fransız dış politikasına büyük ölçüde Mitterrand döneminde Cumhurbaşkanı danışmanlığı yapmış olan Hubert Védrine (1997-2002) yön vermiş, bu nedenle Vedrinizm (Védrinisme) adlı bir akımdan dahi söz edilir olmuştur. Védrine, dış politika anlayışını “Dost, ancak körü körüne bağlı müttefik olmama” şeklinde formüle etmiş[26] ve George W. Bush’un uygulamaya çalıştığı “ya bizdensiniz, ya da bize karşısınız” (You’re either with us, or against us) çizgisine karşı çıkmıştır. Vedrinizm’in ana ilkeleri ise şöyle özetlenebilir:[27]
  • İkna etiği yerine sorumluluk etiği,
  • Fransız seçkinliğini muhafaza etme arzusu,
  • İnsani yüzlü küreselleşme,
  • Kamuoyunu dikkate alma zorunluluğu.
Hubert Védrine

Vedrinizm, Irak Savaşı’na karşı durulması ve ABD’ye meydan okunması bağlamında Fransa’yı Arap dünyasında popüler bir devlet haline getirse de, ABD’nin baskılarının da etkisiyle gücü sınırlı olmuş ve zamanla -Fransa- ABD çizgisine daha fazla destek vermek zorunda kalmıştır. Nitekim Védrine’in ardından bu makama gelen Dominique de Villepin döneminde (2002-2004), Paris, Washington ile ilişkileri düzeltmeye çalışmıştır. Villepin, 30 Nisan 2003 tarihinde yaptığı bir açıklamada Fransa’nın ABD ile ilişkilerinde Irak sayfasını çevirip ilişkileri düzeltme niyet ve kararlılığını şu sözlerle ortaya koymuştur: “Avrupa ve ABD doğal olarak özel sorumluluklara sahiptirler. Bu ortaklık, Irak’ta istikrar ve barışı sağlamak ve Yakındoğu’da barış sürecini yeniden başlatmak amacıyla reel bir etkinlik kazanabilir.”[28] Ayrıca Chirac döneminde 2006 yılında Euro-Arap Diyaloğu başlatılarak AB’nin Orta Doğu politikalarında Fransa’nın öncü bir rol üstlenmesi amaçlanmıştır. Buna karşın, 2005 yılında AB anayasası konusunda yapılan referandumdan “hayır” yanıtı çıkması nedeniyle Avrupa bütünleşmesi anlamında bir duraklama yaşanmıştır. Daha çok ekonomi odaklı bir Arap siyaseti takip edilen bu dönem de, diğer dönemlere benzerlik göstermiştir.

Muammer Kaddafi ve Nicolas Sarkozy

Nicolas Sarkozy döneminde iç siyasette Arap (İslam) karşıtı bazı söylem ve uygulamalara karşın, dış politikada Arap devletleri ve liderleriyle yakın ilişkiler sürdürülmüştür. Sarkozy döneminde NATO’nun askeri kanadına geri dönen ve ABD ile ilişkilerde temiz bir sayfa açan Fransa, ayrıca Arap Baharı sürecinde kendisine yakın otoriter Arap liderlerin koltuklarının sallanmaya başlaması nedeniyle çekinceli bir dış politika ortaya koymuştur. Başlarda “bekle ve gör” tavrı gösteren Fransa[29], Tunus’ta beklenmedik devrim sonrasında Libya ve Mısır’da da gidişatın kötü olduğunu görünce, Libya’da uluslararası koalisyonun yaptığı müdahaleye İngiltere ile beraber öncülük etmiştir. Ancak Sarkozy döneminde, Fransa, Suriye konusunda net bir tavır almaktan kaçınmıştır. Yine de, Dış İşleri Bakanı Alain Juppé, o dönemde “Suriye rejiminin günleri sayılı” açıklamasını yapmıştır.[30] Ayrıca yine Sarkozy döneminde, Arap devletleriyle ve otokrat devlet yöneticileriyle (Saddam Hüseyin, Muammer Kaddafi vs.) yakın siyasi ve özellikle de ekonomik ilişkiler sürdürülmesine karşın, İsrail’in Fransız dış politikasındaki konumu ve itibarı yükselmiştir.[31] Arap liderleri ve devletleriyle yakın ilişkiler, Sarkozy’nin İslam hayranlığından ziyade kuşkusuz ekonomik menfaatlerden kaynaklanmıştır. Nitekim 2003-2012 döneminde Fransız savunma sanayisinin ihracatlarının yarıya yakını (yüzde 48) Orta Doğu ve Kuzey Afrika (MENA) ülkelerine yapılan silah satışlarından kaynaklanmıştır.[32] Ayrıca Sarkozy, ilerletilemeyen Barcelona Süreci’ni 2008 yılında Akdeniz Birliği-Akdeniz İçin Birlik (Union pour la Méditerranée - UpM) projesiyle derinleştirmek istemiş, ancak bu yönde yaptığı bazı somut girişimlere karşın büyük bir başarı elde edememiştir. Bunun temel nedeni ise, Almanya başta olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinin bunun bir AB projesi olmaktan çok Fransız ulusal çıkarlarını koruduğu yönündeki çekinceleri olmuştur.

Şimon Peres ve Hollande

François Hollande döneminde ise, Fransa’nın Orta Doğu politikasında ciddi bir kırılma/dönüşüm yaşanmış ve -koşulların da zorlamasıyla- kısmen Sarkozy döneminde başlayan muhalif Arap hareketlerine destek düşüncesi Mısır ve Suriye özelinde çok daha belirgin hale gelmiştir. Bu doğrultuda, Fransa, François Hollande liderliğinde Arap/İslam dünyasındaki muhalif (Sünni) hareketlere açık şekilde destek vermeye başlamıştır. Bu durumun birkaç sebebi bulunmaktadır; öncelikle popüler ABD Başkanı Barack Obama’nın Avrupa ve Fransa’da yarattığı hayranlık nedeniyle, Paris, bu dönemde Atlantikçi bir yönelim göstermiş ve Washington da bu yıllarda net şekilde muhalif hareketlere destek vermiştir. İkinci olarak, uzun yıllardır Fransa’nın destek verdiği laik ve otoriter yönetimler, Türkiye’de İslamcı kökten gelmesine rağmen ilk yıllarında müthiş demokratikleşme reformları yapan ve Türkiye’yi AB tam üyeliğine aday hale getiren Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) yarattığı cazibenin de etkisiyle, bu dönemde tüm Arap-İslam dünyasında prestij kaybı yaşamış ve etki alanları daralmıştır. Ayrıca üçüncü bir neden olarak şunu da belirtmek gerekir ki, Fransa’nın 1960’lar ve 1970’lerde oluşturduğu ve 2000’lere kadar taşıdığı dengeli Orta Doğu politikasının merkezinde yer alan Hafız-Esad, Yaser Arafat ve Refik Hariri gibi liderlerin vefatı nedeniyle, Fransa’nın bu dönemde Orta Doğu politikasında bir değişime gitmesi zorunluluk haline gelmiştir.[33] Dördüncü ve belki de en önemli neden ise, Suriye’de Beşar Esad rejiminin yaptığı iddia edilen kimyasal saldırılar nedeniyle, Fransa’nın insan hakları bağlamında kendisini harekete geçmeye zorunlu hissetmesidir. Hatta bu dönemde -ABD ve Birleşik Krallık (İngiltere) ile birlikte- Suriye’ye kapsamlı bir askeri müdahale bile gündeme gelmiş; ancak Avam Kamarası’nda muhafazakâr David Cameron hükümetinin Suriye operasyonu planının reddi ve ABD’nin müdahale konusundaki isteksiz tavrı ardından bu konuda Hollande yönetimi ve Türkiye’deki Erdoğan yönetimi dışında istekli bir hükümet kalmadığı için, operasyon daha sonra iptal edilmiştir.[34] Hollande, neredeyse ofisteki son günlerine kadar Beşar Esad rejiminin meşruiyetini kaybettiğini ve gitmesi gerektiğini savunmaya devam etmiş; ancak Suriye’de Rusya’nın oyuna dâhil olmasıyla birlikte siyasi süreç Hollande’ın beklediği yönde ilerlememiştir. Sonuçta, Hollande yönetimi Rusya ve İran’dan giderek uzaklaşarak, bu dönemde Suudi Arabistan ve Katar gibi Körfez ülkeleriyle birlikte Suriye, Mısır, Tunus ve Libya gibi ülkelerdeki muhalif Sünni gruplara destek vermiş; ancak Arap Baharı adlı bu süreç, Tunus’taki başarılı demokratik geçişe rağmen, Mısır’daki Abdülfettah el Sisi önderliğindeki askeri darbe, Libya’daki iç karışıklıklar, Suriye’deki kanlı iç savaş ve en önemlisi IŞİD (DEAŞ) adlı radikal İslamcı terör örgütünün ortaya çıkışıyla sona ermek zorunda kalmıştır.

İlişkilerin Stratejik Boyutu
Fransa’nın Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ya yönelik politikalarında katı ideolojik eğilimlerden ziyade pragmatik (faydacı) bir anlayışa sahip olduğu görüşü bugüne kadar birçok uzman ve analist tarafından yazılmıştır.[35] Bu doğrultuda, Fransa’nın bölge ülkeleriyle olan ticari ilişkileri dış politikasının belirlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Bölge ülkeleriyle 60 milyar avro düzeyinde bir ticaret hacmi olan Fransa, özellikle Suudi Arabistan (yüzde 18,1) Libya (yüzde 8,5) ve kısmen de Cezayir (yüzde 6,1) ve Irak’tan (yüzde 2,2) petrol ithal etmektedir.[36] Ek olarak, Fransa’nın Suudi Arabistan, Fas, Katar, Cezayir ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerde çok ciddi yatırımları bulunmaktadır. Nitekim Total, GDF Suez ve Accor gibi Fransız şirketleri bu bölgedeki en büyük şirketler arasında yer almaktadırlar.

2002-2013 döneminde Fransa’nın en çok petrol ithal ettiği ülkeler[37]

Ayrıca Fransa’nın bölgeye yönelik politikalarında savunma sanayisinin bu bölgeyi hedef olarak seçmiş olması ve büyük silah satışları gerçekleştirmesinin de etkisinden söz etmek gerekir. Bu noktada Fransa’nın en önemli ihracat pazarları ise Suudi Arabistan, Fas, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman ve Cezayir’dir. Fransa, bu konuda ABD ve Rusya’dan sonra en etkili üçüncü ülke görünümündedir. Dolayısıyla, Fransa’nın Orta Doğu politikasında ticari açıdan önemli rol oynayan 2 temel nokta; petrol ithalatı ve silah ihracatı şeklinde belirtilebilir. Bu doğrultuda, Paris’in kendisine uygun fiyatlarda petrol satan ülkelerin (Suudi Arabistan vs.) yönetimlerine verdiği destek, karşılığında bu ülkelerin güvenlik risklerini bertaraf etmeleri için yeni nesil silah teknolojilerinin bu ülkelere aktarılmasıyla birlikte Fransız dış politikasına yön vermektedir. Bu bağlamda, genelde bu ülkelerdeki rejim karşıtı radikal hareketlere Fransa tarafından kuşkuyla yaklaşılmaktadır. Ancak Arap Baharı gibi devrimci konjonktürün ortaya çıktığı ortamlarda, Fransa, genelde Nicolas Sarkozy dönemindeki gibi pragmatik davranarak güç dengelerini gözetmekte, ama zaman zaman da iktidara gelebilecek muhalif hareketlere François Hollande döneminde olduğu gibi destek sunarak geleceği dizayn etme yolunu tercih edebilmektedir.

2005-2010 döneminde MENA (Orta Doğu ve Kuzey Afrika) ülkelerine en fazla silah satan ülkeler[38]

Fransa’nın Orta Doğu Politikası Arap Yanlısı Mı?
Fransa’ya yönelik son yıllarda yapılan eleştirilerin başında, bu ülkenin dış politikada çok Arap (Müslüman) yanlısı olması[39] ve güvenlik politikalarını ihmal etmesi vardır. Ancak bu eleştirilerin birçoğu abartılı bulunabilir. Zira Fransa’nın Orta Doğu politikası, daha çok ulusal çıkarlar temelinde belirlenmektedir ve İslam, Yahudilik veya Hıristiyanlık gibi dinsel, ya da Türk, Kürt, Arap veya Fars gibi etnik kimliklerin etkisinden ziyade, Paris’in ekonomik ve siyasi çıkarlarını öncelemektedir. Olivier Guitta’ya göre, Fransız dış politikasının zaman zaman Arap devletleriyle yakınlaşan ve bu nedenle Arap yanlısı (pro-arabe) eleştirilerine maruz kalan çizgisinin haklı bazı gerekçeleri bulunmaktadır. Bunların başında, Fransa’nın çok ciddi oranda Müslüman nüfusunun bulunması ve Müslüman nüfusun hızlı demografik artışı nedeniyle yüce İslam dininin etkisinin Fransa’da her geçen yıl artması bulunmaktadır.[40] CIA Factbook verilerine göre, 67 milyonluk Fransa’daki Müslüman nüfusun oranı henüz yalnızca yüzde 7-9 arasında olmasına karşın, ilerleyen on yıllarda bu rakamın çok daha yükselmesi beklenmektedir.[41] Bu demografik gelişime uygun olarak, Fransa’nın 1960’lara kadar net İsrail yanlısı olan Orta Doğu politikası, Charles de Gaulle’ün 1967 Altı Gün Savaşı’nı İsrail’in kazanması ardından değişmeye başlayan anlayışı doğrultusunda giderek daha tarafsız bir çizgiye kaymaya başlamıştır.[42] Jacques Chirac döneminden başlayarak giderek güçlenen bu anlayış, dönemin İç İşleri Bakanı Nicolas Sarkozy’nin sert tepkisine neden olan 2005 Paris ayaklanmaları ve son yıllarda (François Hollande’ın Cumhurbaşkanlığı dönemi) Fransa’yı hedef alan İslam motifli terör saldırıları nedeniyle son birkaç yılda yeniden düşüşe geçmeye başlamış ve İsrail’e yönelik olumlu bakış artmıştır.

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve Fransa Dış İşleri Bakanı Laurent Fabius

Bunun yanı sıra, -Fransa’nın tarihsel bağlar nedeniyle de Müslüman dünyasına yakın ilgi göstermesi doğaldır. Zira Uluslararası Frankofon Örgütü’ne üye devletlerden birçoğu Müslüman nüfus ağırlıklıdır.[43] Ayrıca Fransa’nın Körfez ülkelerine yönelik silah satışları gerçekleştirmesi de bu ülkelerle sıcak ilişkilerini koruması noktasında haklı bir gerekçe oluşturmaktadır. Dolayısıyla, Fransa, İsrail’in varlığını ve güvenlik kaygılarını her koşulda desteklemeye devam ederken, bu ülkenin yayılmacı ve aşırı güç kullanımına dayalı politikalarını da sıklıkla eleştirmektedir. Bunu Arap veya İslam yanlısı bir dış politika olarak yorumlamak ise, daha çok İsrail sağı ve ABD’deki Evanjelist grupların çizgisine uygun bir yaklaşımdır. Zira laiklik bağlamında Fransa’nın iç politik uygulamaları düşünüldüğünde (örtünme yasağı vs.), bırakın Arap (İslam) taraftarlığını, aslında Fransa’nın İslamcılık konusundaki bakışının gayet katı olduğu bile iddia edilebilir.

Emmanuel Macron Dönemi
Emmanuel Macron döneminde benimsenen Fransa’nın Orta Doğu politikası için maceraperestlikten uzak ve gerçekçi, çok yanlılık (multilateralism) taraftarı ve dengeci-sorumlu ifadelerini kullanmak doğru olabilir. Zira Paris, Macron döneminde idealist François Hollande mirasını kısmen reddetmiş ve daha dengeli bir pozisyon almıştır. Bu doğrultuda, savaş ve çatışma yerine, Paris, diplomasi ve ticareti teşvik etmekte ve tartışmalı konularda ve krizlerde (Suriye iç savaşı, İran nükleer programı, Filistin Sorunu, ABD-Rusya ilişkileri vs.) kendisini arabulucu olarak ortaya koymaktadır. Örneğin, Hollande döneminde Kuzey Irak’ta Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bağımsız olması yönünde verilen güçlü sinyallere karşın, Macron yönetimi, 2017 yılında düzenlenen bağımsızlık referandumu öncesi ve sonrasında, Iraklı Kürtlere bunun mümkün olmayabileceğini söylemiştir. Dış İşleri Bakanı Jean-Yves Le Drian, Iraklı Kürtlere bağımsızlık yerine azami özerklik önermiş ve Kürtlerin bağımsızlığı için uygun bir zaman olmadığını ve bağımsızlık ilan edilirse bunun Orta Doğu’da yeni krizlere yol açacağını açıklamıştır.[44] Buna karşın, Fransa’nın asla Kürt karşıtı bir çizgi benimsemediği ve Türkiye ile ilişkilerini zaman zaman geren Kürt yanlısı çizgisini gerçekçi bir temelde koruduğu da ortadadır. Dolayısıyla, Paris nezdinde, bu aşamada Kürt devleti fikrine karşı çıkmaktan ziyade, bunun zamanlaması konusunda (IŞİD henüz tam anlamıyla yok edilmemişken ve Kürt devletinin kurulması konusunda Türkiye ve İran gibi etkili bölge ülkelerinin çekinceleri henüz giderilmemişken) bir endişeden söz edilebilir. Nitekim ANKASAM uzmanı Cenk Tamer’e göre de, ABD ile birlikte Suriye’deki Kürt bölgelerine destek veren Fransa, orta ve uzun vadede bölgeyi istikrarsızlaştırmayacak şekilde kurulabilecek bir Kürt devletine gayet sıcak yaklaşabilir ve hatta aktif destek verebilir.[45] Hatta Fransız özel kuvvetlerinin Suriye’de ABD Ordusu ile beraber YPG’li Kürt grupları Suriye Ordusu, IŞİD ve diğer Sünni muhalif gruplar ve Türk Ordusu karşısında korumak için bulunduğu da Türk basınında yazılmıştır.[46] Fransa’nın Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad konusundaki açıklamaları da tartışmalıdır. Zira Hollande döneminde yapılan keskin açıklamalara karşın, Macron döneminde Beşar Esad’ın gitmesinin ön şart olmadığı açıklamaları ve Esad’ın insanlığa karşı işlediği suçların cezasız kalmaması gerektiği açıklamaları birbiriyle çelişir şekilde resmi makamlarca yapılmıştır.[47] Cenk Tamer’e göre, Fransa’nın Suriye’deki nihai hedefi bu ülke ve Irak’taki Kürt bölgesini kapsayan genişçe bir Irak Suriye Kürt Federal Devleti’nin kurulmasını sağlamak ve Suriye’yi daha çok bir Alevi devletine (Nusayristan) dönüştürmektir.[48]

Macron döneminde Paris’in Körfez ülkeleri-İran denklemi konusunda da Hollande dönemine kıyasla daha dengeli durmaya çalıştığı söylenebilir. Zira Washington’dan gelen büyük baskılara karşın, Macron, İran nükleer anlaşmasının sürdürülmesi ve bu ülkenin uluslararası sistem içerisinde tutulması konusunda son derece ısrarcıdır. Bu noktada Paris’in tavrında küresel barış ve istikrarı koruma güdüsü kadar, Fransız şirketlerinin çıkarlarına zarar getirmeme düşüncesi de etkilidir. Zira 2015 JCPOA anlaşması sonrasında Fransa ile İran arasındaki ticari ilişkiler hızla artmıştır. Örneğin, Avrupalı uçak imalatçısı Airbus İran ile 20,8 milyar dolar değerinde bir uçak satış anlaşması imzalamış, Fransız enerji şirketi Total de İran’ın Güney Pars enerji havzasında yatırımlara başlamıştır. Bunların yanı sıra, Fransız otomotiv şirketi PSA Peugeot Citroën’in İran otomobil piyasasındaki payı yüzde 30 civarındadır.[49] Dolayısıyla, İran yaptırımları Fransız şirketlerini ve Fransa ekonomisini olumsuz yönde etkileyecektir. Fransa Ekonomi Bakanı Bruno Le Maire de, France Culture radyosunda yaptığı bir açıklamada, Fransa’nın 2015’ten sonra İran ile ticaret hacmini üçe katladığını belirterek, “ABD’nin kendini gezegenin ekonomi jandarması olarak görmesinin kabul edilemez” olduğunu söylemiştir.[50] Ancak ABD’nin dünya ekonomik ve siyasi sistemindeki ağırlığı düşünüldüğünde, Fransa ve Fransız şirketlerinin İran’a yönelik yaptırımlara ne kadar direnebileceği tartışmalıdır. Nitekim Fransız Total şirketinin İran’dan çıkacağı ve yerine Çinli CNPC firmasının geçeceği şimdiden yazılmaya başlamıştır.[51] Ayrıca Fransa’nın İran’a yönelik sıcak yaklaşımı, hiçbir şekilde bu ülkenin nükleer silahlara sahip olması çizgisinde değildir. Buna karşın, Macron, Suriye krizi ve İran nükleer anlaşması konularında bu ülke ile diyaloğun sürmesini teşvik ederek, bu alanlarda kendisine uluslararası arabulucu konumu edinmeye gayret etmektedir. Bu doğrultuda, liberal ve küreselleşmeci bir siyasetçi olan Macron’a göre, “Çok taraflılık, savaşı önlemek için esastır. Terörizmi önlemek ve bölgeye istikrar getirmek için tüm dünya ulusları Afrika, Ortadoğu ve Asya’da yürütülen askeri, diplomatik, eğitsel, kültürel ve ahlaki mücadelede birleşmelidir.”[52]

Emmanuel Macron ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Salman

Macron döneminin Orta Doğu politikasındaki bir diğer unsur ise, François Hollande dönemine kıyasla kayıtdışı göç olgusuyla mücadele konusunda daha sert tedbirler uygulanmasıdır. Hollande döneminde yaşanan Suriye iç savaşı nedeniyle milyonlarca insanın Türkiye ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya göçüne şahitlik eden Paris, bu nedenle bu konuda çok daha dikkatli davranmaktadır. Fransa ve genel olarak Avrupa Birliği, göç olgusuna büyük ölçüde bir güvenlik sorunu olarak yaklaşmaktadır. Bu, elbette insani açıdan eleştiriye açık bir tutumdur. Ancak Hollande döneminde Fransa’da yaşanan büyük terör saldırıları (Charlie Hebdo katliamı, Bataclan saldırısı, Nice katliamı vs.), Paris’i yasadışı göç ve terörizm arasında yakın bir bağ olduğuna inandırmış ve bu nedenle bu şekilde hareket etmeye mecbur bırakmıştır. Ayrıca Macron, Hollande döneminin sonlarında Türkiye ile imzalanan mülteci geri kabul anlaşması konusunda destek verici bir pozisyon almış ve Türkiye’ye yönelik demokrasi eleştirilerine karşın, anlaşmanın devamı için Ankara’ya destek vermiştir.

Saad Hariri ve Macron

Emmanuel Macron’un İsrail-Filistin Sorunu konusunda da diğer konularda olduğu gibi dengeci ve uluslararası hukuk ve çok yanlılığı destekler çizgide pozisyon aldığı söylenebilir. Zira İsrail’e yönelik sıcak sözleri ve anti-semitizm karşıtı açıklamalarına karşın, Macron, ABD’nin İsrail Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması ve Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak lanse etmesine karşı çıkmış ve ancak Filistin Sorunu’na iki devletli bir çözüm bulunması durumunda Paris’in Batı Kudüs’ü İsrail başkenti olarak tanıyabileceğini söylemiştir.[53] Fransa’nın Macron döneminde ABD ve İsrail’e bazı konularda karşı çıkan yaklaşımının temelinde, Charles de Gaulle döneminden beri dış politikasına yön veren ulusal bağımsızlık ve ulusal çıkarlarını koruma düşüncesi ve “la gloire et la grandeur” (şan-şöhret ve büyüklük) anlayışını devam ettirme güdüsü etkili olmaktadır.[54] Bu nedenle, Macron’un Orta Doğu’da hırslı bir dış politika izlediği ve Paris’in etki sahasını genişletmeye çalıştığı iddia edilmektedir.[55] Ancak aynı Macron, Olivier Guitta gibi uzmanlarca ABD ve Birleşik Krallık’ın yokluğunda bölgede onlardan arabulucu olarak rol çalmaya çalışan “oportünist” (fırsatçı) bir aktör olarak da yorumlanmaktadır.[56] Bu bağlamda, Macron’un bir süre önce Lübnan eski Başbakanı Saad Hariri’yi Paris’te kabul ederek ona siyasal destek vermesi ve Hariri’yi Suudi Arabistan’ın elinden kurtardığını iddia etmesi dikkat çekmiştir.[57] Macron, bu şekilde Lübnan konusunda Suudi Arabistan ve İran arasındaki güç mücadelesine çözüm getirebilecek arabulucu Devlet Başkanı gibi davranmakta ve -ABD’nin Donald Trump döneminde kendisini uluslararası politikadan geri çekmesinin de etkisiyle- kendisinin ve ülkesinin yüksek profilli konumunu sağlama almaktadır. Ayrıca Macron’un Dış İşleri Bakanı olarak seçtiği Jean-Yves Le Drian’ın Savunma Bakanlığından gelmesi ve Orta Doğu ülkelerinin Savunma Bakanları ve ordularıyla yakın ilişkisinin olması da güvenlik politikaları ve askeri işbirliği bağlamında Paris adına bir kazanım olarak belirtilebilir.[58] Eski Bakanlardan Hubert Védrine ise, Macron’un Sarkozy’yi Katar, Hollande’ı da Suudi Arabistan’a yakın bulduğuna ve kendisini bir kampa ait olmaktan ziyade (Macron, İran’a bile bir gün gideceğini söylemiştir) her tarafla görüşebilen bir arabulucu olarak konumlandırmaya çalıştığına vurgu yapmıştır.[59] Buna karşın, elbette Fransa’nın ABD gibi bir askeri ve ekonomik kapasitesi olmadığı için, Orta Doğu meselelerinde çözüm sağlayabilen bir arabulucu rolü oynaması kolay değildir.

Sonuç
Sonuç olarak, Fransa’nın Avrupa ve Afrika kadar etkili olmadığı düşünülen bir coğrafya olan Orta Doğu’da da ciddi bir deneyimi ve kayda değer etkisi bulunmaktadır. Bu etki, daha çok bölge ülkelerinin liderleriyle Fransız devlet adamlarının kurduğu kişisel dostluklar ve bölge devletleriyle kurulan ve silah satışları ile petrol alımlarının sürüklediği ticari ilişkilerden kaynaklanmaktadır. Ayrıca Suriye ve Lübnan başta olmak üzere Fransa’nın kültürel olarak etkin olduğu Arap ülkeleri de mevcuttur. Buna karşın, Fransa’nın Orta Doğu’daki etkisini kuşkusuz ABD veya İngiltere ile kıyaslamak doğru olmaz. Bu nedenle, bölgeye yönelik Fransız dış politikası daima pragmatik ve çıkarlar temelinde kurgulanmaktadır. Buna karşın, İsrail’in varlığını savunmak, radikal İslam’a ve terör hareketlerine karşı durmak ve Hıristiyan azınlığın korunması gibi bazı kırmızı çizgilerden söz etmek de hatalı olmayacaktır.

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

KAYNAKÇA
[1] Bakınız; http://politikaakademisi.org/2018/08/08/fransanin-afrika-politikasi/.
[2] Eşref Hilmi Açık (2008), Geçmişten Günümüze Türkiye Fransa İlişkileri, İstanbul: İQ Kültür Sanat Yayıncılık, ss. 358-359.
[3] Cenk Tamer (2017), “Emmanuel Macron’un Ortadoğu Politikası-2”, Ankasam, Erişim Tarihi: 09.08.2018, Erişim Adresi: https://ankasam.org/emmanuel-macronun-ortadogu-politikasi-2/.
[4] Eşref Hilmi Açık (2008), Geçmişten Günümüze Türkiye Fransa İlişkileri, s. 369.
[5] İlhan Aras (2017), “Fransa’nın Arap Baharı Politikası”, Türkiye Ortadoğu Çalışmaları Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 2, s. 137.
[6] Frédéric Charillon (2011), La politique étrangere de la France, Paris: La Documentation Française, Les Etudes N°5331-32-33 -, s. 23. Aktaran: İlhan Aras (2017), “Fransa’nın Arap Baharı Politikası”, Türkiye Ortadoğu Çalışmaları Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 2, s. 138.
[7] Sophie Meunier (2012), « La politique étrangère de Nicolas Sarkozy : Rupture de fond ou de style ? », in Jacques de Maillard et al., Politiques publiques 3, Presses de Sciences Po (P.F.N.S.P.), s. 134.
[8] Nezihe Musaoğlu (2006), “Fransa’nın Ortadoğu Politikaları”, Ortadoğu Yıllığı 2006, Erişim Tarihi: 09.08.2018, Erişim Adresi: http://ormer.sakarya.edu.tr/uploads/files/20_fransa_nin_ortadogu_politikalari.pdf, s. 484.
[9] Selin Güler (2014), “French Foreign Policy in the Middle East: The Case of Syria”, Bilgesam Analysis, No: 1131, 15 May 2014, Erişim Tarihi: 09.08.2018, Erişim Adresi: http://www.bilgesam.org/Images/Dokumanlar/0-43-2014052043analyses_1131.pdf, s. 2.
[10] Nezihe Musaoğlu (2006), “Fransa’nın Ortadoğu Politikaları”, Ortadoğu Yıllığı 2006, s. 485.
[11] Melek Fırat (2009), “Soğuk Savaş Sonrasında Fransa’nın Dış Politikası”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 64, Sayı: 1, s. 118.
[12] Melek Fırat (2009), “Soğuk Savaş Sonrasında Fransa’nın Dış Politikası”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 64, Sayı: 1, s. 119.
[13] Web sitesi için; https://www.imarabe.org/fr.
[14] İlhan Aras (2017), “Fransa’nın Arap Baharı Politikası”, Türkiye Ortadoğu Çalışmaları Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 2, s. 138.
[15] Melek Fırat (2009), “Soğuk Savaş Sonrasında Fransa’nın Dış Politikası”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 64, Sayı: 1, s. 119.
[16] Melek Fırat (2009), “Soğuk Savaş Sonrasında Fransa’nın Dış Politikası”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 64, Sayı: 1, s. 122.
[17] Nezihe Musaoğlu (2006), “Fransa’nın Ortadoğu Politikaları”, Ortadoğu Yıllığı 2006, s. 488.
[18] Frédéric Charillon (2002), « Peut-il Encore y Avoir une Politique Etrangère Française? », Politique Etrangère, No:4, 2002, p. 918. Aktaran: Nezihe Musaoğlu (2006), “Fransa’nın Ortadoğu Politikaları”, Ortadoğu Yıllığı 2006, s. 488.
[19] Melek Fırat (2009), “Soğuk Savaş Sonrasında Fransa’nın Dış Politikası”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 64, Sayı: 1, s. 122.
[20] “‘Kürtlerin annesi’ öldü” (2011), Milliyet, Erişim Tarihi: 13.08.2018, Erişim Adresi: http://www.milliyet.com.tr/-kurtlerin-annesi-oldu/dunya/dunyadetay/23.11.2011/1466137/default.htm.
[21] İlhan Aras (2017), “Fransa’nın Arap Baharı Politikası”, Türkiye Ortadoğu Çalışmaları Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 2, s. 138.
[22] İlhan Aras (2017), “Fransa’nın Arap Baharı Politikası”, Türkiye Ortadoğu Çalışmaları Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 2, ss. 139-140.
[23] Melek Fırat (2009), “Soğuk Savaş Sonrasında Fransa’nın Dış Politikası”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 64, Sayı: 1, ss. 131-132.
[24] Melek Fırat (2009), “Soğuk Savaş Sonrasında Fransa’nın Dış Politikası”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 64, Sayı: 1, s. 134.
[25] Nezihe Musaoğlu (2006), “Fransa’nın Ortadoğu Politikaları”, Ortadoğu Yıllığı 2006, s. 487.
[26] Nezihe Musaoğlu (2006), “Fransa’nın Ortadoğu Politikaları”, Ortadoğu Yıllığı 2006, s. 488.
[27] Nezihe Musaoğlu (2006), “Fransa’nın Ortadoğu Politikaları”, Ortadoğu Yıllığı 2006, ss. 488-489.
[28] Nezihe Musaoğlu (2006), “Fransa’nın Ortadoğu Politikaları”, Ortadoğu Yıllığı 2006, s. 492.
[29] Selin Güler (2014), “French Foreign Policy in the Middle East: The Case of Syria”, Bilgesam Analysis, No: 1131, 15 May 2014, s. 3.
[30] Agnès Levallois (2016), « La politique étrangère de la France en Syrie », Editions Esprit, 2016/5 Mai, s. 79.
[31] İlhan Aras (2017), “Fransa’nın Arap Baharı Politikası”, Türkiye Ortadoğu Çalışmaları Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 2, s 140.
[32] İlhan Aras (2017), “Fransa’nın Arap Baharı Politikası”, Türkiye Ortadoğu Çalışmaları Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 2, s 141.
[33] Nezihe Musaoğlu (2006), “Fransa’nın Ortadoğu Politikaları”, Ortadoğu Yıllığı 2006, s. 485.
[34] Selin Güler (2014), “French Foreign Policy in the Middle East: The Case of Syria”, Bilgesam Analysis, No: 1131, 15 May 2014, s. 5.
[35] Barah Mikail (2014), “France’s shifting Middle Eastern alliances”, FRIDE, Erişim Tarihi: 09.08.2018, Erişim Adresi: http://fride.org/download/pb_188_france_shifting_middle_eastern_alliances.pdf, s. 1.
[36] Barah Mikail (2014), “France’s shifting Middle Eastern alliances”, FRIDE, Erişim Tarihi: 09.08.2018, Erişim Adresi: http://fride.org/download/pb_188_france_shifting_middle_eastern_alliances.pdf, s. 2.
[37] Barah Mikail (2014), “France’s shifting Middle Eastern alliances”, FRIDE, Erişim Tarihi: 09.08.2018, Erişim Adresi: http://fride.org/download/pb_188_france_shifting_middle_eastern_alliances.pdf, s. 3.
[38] Barah Mikail (2014), “France’s shifting Middle Eastern alliances”, FRIDE, Erişim Tarihi: 09.08.2018, Erişim Adresi: http://fride.org/download/pb_188_france_shifting_middle_eastern_alliances.pdf, s. 3.
[39] İlhan Aras (2017), “Fransa’nın Arap Baharı Politikası”, Türkiye Ortadoğu Çalışmaları Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 2, s 141.
[40] Olivier Guitta (2005), “The Chirac Doctrine”, Middle East Quarterly, Fall 2005 Vol. 12, Erişim Tarihi: 09.08.2018, Erişim Adresi: https://www.meforum.org/articles/2005/the-chirac-doctrine.
[41] “Europe: France”, CIA The World Factbook, Erişim Tarihi: 12.08.2018, Erişim Adresi: https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/fr.html.
[42] Olivier Guitta (2005), “The Chirac Doctrine”, Middle East Quarterly, Fall 2005 Vol. 12.
[43] Bakınız; https://www.francophonie.org/IMG/pdf/som_xvi_membres_oif_vf.pdf.
[44] Cenk Tamer (2017), “Emmanuel Macron’un Ortadoğu Politikası-1”, Ankasam, Erişim Tarihi: 09.08.2018, Erişim Adresi: https://ankasam.org/emmanuel-macronun-ortadogu-politikasi-1/.
[45] Cenk Tamer (2017), “Emmanuel Macron’un Ortadoğu Politikası-1”, Ankasam, Erişim Tarihi: 09.08.2018, Erişim Adresi: https://ankasam.org/emmanuel-macronun-ortadogu-politikasi-1/.
[46] “Fransız özel kuvvetleri YPG'ye destek için Suriye'de” (2018), Ensonhaber.com, Erişim Tarihi: 12.08.2018, Erişim Adresi: http://www.ensonhaber.com/fransiz-ozel-kuvvetleri-ypgye-destek-icin-suriyede.html.
[47] “Fransa’dan U dönüşü” (2017), Yeni Şafak, Erişim Tarihi: 12.08.2018, Erişim Adresi: https://www.yenisafak.com/dunya/fransadan-u-donusu-2789045.
[48] Cenk Tamer (2017), “Emmanuel Macron’un Ortadoğu Politikası-2”, Ankasam, Erişim Tarihi: 09.08.2018, Erişim Adresi: https://ankasam.org/emmanuel-macronun-ortadogu-politikasi-2/.
[49] “'Fransa İran'daki çıkarlarını korumak için elinden geleni yapacak'” (2018), Akşam, Erişim Tarihi: 12.08.2018, Erişim Adresi: https://www.aksam.com.tr/ekonomi/fransa-irandaki-cikarlarini-korumak-icin-elinden-geleni-yapacaka/haber-733704.
[50] “'Fransa İran'daki çıkarlarını korumak için elinden geleni yapacak'” (2018), Akşam, Erişim Tarihi: 12.08.2018, Erişim Adresi: https://www.aksam.com.tr/ekonomi/fransa-irandaki-cikarlarini-korumak-icin-elinden-geleni-yapacaka/haber-733704.
[51] “China's Energy Giant CNPC Takes Over Total's Share in Iran Gas Project – Reports” (2018), Sputnik International, Erişim Tarihi: 12.08.2018, Erişim Adresi: https://sputniknews.com/business/201808111067127249-china-cnpc-iran-gas/.
[52] Cenk Tamer (2017), “Emmanuel Macron’un Ortadoğu Politikası-2”, Ankasam, Erişim Tarihi: 09.08.2018, Erişim Adresi: https://ankasam.org/emmanuel-macronun-ortadogu-politikasi-2/.
[53] Tovah Lazaroff (2018), “Macron: France will ‘one day’ recognize West Jerusalem as Israel’s capital”, The Jerusalem Post, Erişim Tarihi: 12.08.2018, Erişim Adresi: https://www.jpost.com/Diaspora/Macron-France-will-one-day-recognize-Jerusalem-as-Israels-capital-544583.
[54] Özlem Demirkıran (2007), “Fransa’nın Güvenlik Politikası: De Gaulle Dönemi (1958-1969)”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 3, Sayı: 5, ss. 81-85.
[55] “Is France reinventing itself as a kingmaker in the Middle East?” (2018), Al Jazeera, Erişim Tarihi: 09.08.2018, Erişim Adresi: https://www.aljazeera.com/news/2018/04/france-reinventing-kingmaker-middle-east-180416094140646.html.
[56] “Is France reinventing itself as a kingmaker in the Middle East?” (2018), Al Jazeera, Erişim Tarihi: 09.08.2018, Erişim Adresi: https://www.aljazeera.com/news/2018/04/france-reinventing-kingmaker-middle-east-180416094140646.html.
[57] “Macron: Suudi Arabistan'ın esir aldığı Hariri'yi ben kurtardım” (2018), Sputnik Türkiye, Erişim Tarihi: 13.08.2018, Erişim Adresi: https://tr.sputniknews.com/avrupa/201805291033639980-macron-suudi-arabistanin-esir-aldigi-haririyi-ben-kurtardim/.
[58] Alissa J. Rubin (2017), “Macron Steps Into Middle East Role as U.S. Retreats”, The New York Times, Erişim Tarihi. 09.08.2018, Erişim Adresi: https://www.nytimes.com/2017/12/09/world/europe/france-emmanuel-macron-middle-east.html.
[59] Alissa J. Rubin (2017), “Macron Steps Into Middle East Role as U.S. Retreats”, The New York Times, Erişim Tarihi. 09.08.2018, Erişim Adresi: https://www.nytimes.com/2017/12/09/world/europe/france-emmanuel-macron-middle-east.html.