Sayfalar

28 Haziran 2018 Perşembe

Seth Stephens-Davidowitz’den ‘Everybody Lies’


Harvard Üniversitesi Ekonomi bölümü doktoralı The New York Times gazetesi yazarı[1] ve veri bilimcisi Seth Stephens-Davidowitz'in[2] internet ve Büyük Veri setlerinden yola çıkarak çok ilginç görüşlere ulaştığı popüler kitabı Everybody Lies: Big Data, New Data, and What the Internet Can Tell Us About Who We Really Are[3], yayımlandığı 2017 yılından itibaren, ABD'de ve dünyada adından en çok söz ettiren kitaplardan biri olmayı başarmıştır. Eser, kısa bir süre önce Ferit Burak Aydar tarafından Türkçe’ye de çevrilmiş ve Koç Üniversitesi Yayınları tarafından Bana Yalan Söylediler[4] adıyla yayımlanmıştır. Bu yazıda, Sosyal Bilimler açısından da yeni bir olgu olan internet kaynaklı Büyük Veri'nin kullanımı konusunda yol gösterici ve ilk ciddi çalışmalardan biri olan bu kitapta yer alan bazı ilginç bilgiler özetlenecektir.

Everybody Lies: Big Data, New Data, and What the Internet Can Tell Us About Who We Really Are

Seth Stephens-Davidowitz, kitabının "Giriş: Bir Devrimin Anahatları" başlıklı bölümüne, böyle bir çalışmayı neden ve nasıl yaptığını açıklayarak başlamaktadır. Bu bağlamda, yazar, çalışmasının önemini somutlaştırmak için, 2016 ABD Başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçi aday Donald Trump'ın kimse tarafından beklenmeyen sürpriz zaferinin ipuçlarının aslında Google verilerinde bulunabileceğini iddia etmektedir. Zira yazara göre, Barack Obama döneminden başlayarak ABD'de yükselen ırkçılığın izlerini Google aramalarında bulmak mümkündür. Ayrıca beklentinin aksine, ırkçılık, ABD'de sadece Cumhuriyetçi ağırlıklı yerlerde de görülmemektedir; Demokratların güçlü olduğu ve şehirleşmiş yerleşim yerlerinde de ırkçı motifli Google aramaları son derece yaygındır. Senelerce Google Trends verilerini inceleyen yazar, akademisyenlerin uzun süre burun kıvırdığı bu Büyük Veri setlerinin, insanların kamuoyu araştırma şirketlerine ve bilimsel araştırmacılara anketlerde ve mülakatlarda açıklamaya korktukları gerçeklerin (Michigan Üniversitesi'nden emekli profesör Roger Tourangeau'ya göre, insanların gerçek hayatta söylediklerinin ortalama 1/3'ü yalan ya da abartılardan oluşur ve bu durum anketleri de etkiler) görülebileceği çok kıymetli bir bilimsel kaynak olduğunu düşünmektedir. Zaten bu nedenle de, doktora tezini, hocalarının tavsiyesinin aksine bu veri setlerinden yola çıkarak yazmıştır. Daha sonra bu konuda makaleler yazmaya başlamış, bunların ilgi görmesi nedeniyle de araştırmasını giderek derinleştirmiştir. Zamanla General Social Survey, Wikipedia, Facebook, Stormfront gibi diğer önemli internet siteleri ve sosyal medya platformlarıyla birlikte -sıkı durun- PornHub adlı porno sitesinin verilerini de mercek altına alan yazar, insanoğlunun doğası ve günümüz insanının talep ve beklentileri konusunda çok ilginç istatistiklere ulaşmayı başarmıştır. Bu konuda fazla "sufle" vermese de, yazar, bazı ilginç tespitlerini okurlarla paylaşmaktadır. Örneğin, iki adaylı bir seçimde veya karar gerektiren bir konuda, -genelde- insanlar, iki seçeneği Google üzerinde tek bir aramada araştırmakta ve çok büyük oranla aramada ilk yazdıkları seçeneğe yönelmektedirler. Örnek vermek gerekirse, Hillary Clinton seçmenlerinin çok büyük bölümü seçimi "Clinton vs. Trump" başlığıyla Google üzerinden aramış ve Clinton'a oy vermişlerdir. Trump seçmenleri ise, "Trump vs. Clinton" başlığıyla arama yapmış ve neticede Trump'a oy vermişlerdir. Yazar, bu gibi birçok önemli tespitin yapılabileceği internet bazlı Büyük Veri setlerinin akademide kullanımını bir "devrim" olarak nitelendirmektedir.

Bana Yalan Söylediler

Seth Stephens-Davidowitz, kitabının "Büyük Veri, Küçük Veri" başlıklı bir sonraki bölümünde, veri biliminin sanıldığından daha basit ama aynı zamanda sezgisel bir iş olduğunu anlatmakta ve bu işin özünün örüntüleri tespit edip, bir değişkenin diğerini nasıl etkileyeceğini kestirmek olduğunu söylemektedir. Yazar, geleneksel akıl ve sağduyunun da -sanılanın aksine- çoğu zaman veri bilimiyle çelişen görüşler ortaya koyduğunu iddia etmektedir. Örneğin, ortalama bir Amerikalı'ya NBA oyuncularının zengin mi, yoksa fakir ailelerden mi geldikleri sorulduğunda, sağduyulu yaklaşımın cevabı otomatik olarak fakir aileler olmaktadır. Oysa Stephens-Davidowitz, verilerden yola çıkarak bir araştırma yaptığında, aslında NBA oyuncularının çoğunluğunun fakir ailelerden gelmediğini ortaya koymuştur. Elbette LeBron James ve benzeri birçok istisna da mevcuttur; ancak sanılanın aksine, zengin bir çevre ve iyi bir ailede yetişmek, sporcuların başarı şansını arttırmaktadır. Yazar, bu noktada kişisel özelliklerin de çok önemli olduğunu ve veri setlerinin sadece genel eğilimleri tespit edebildiğine dikkat çekmektedir. Örneğin, araştırmacıya göre, zor bir çocukluk geçirmiş olan ve fakir bir aileden gelen Doug Wrenn'in zıplama yeteneği ve oyun zekası onu yeni bir Michael Jordan yapabilecekken, geçimsizliği nedeniyle kariyeri son derece başarısız geçmiştir. Dolayısıyla, baskın kişisel özellikler, çoğu zaman genel eğilimleri yansıtan veri setlerinin bulgularıyla çelişen sonuçlar ortaya çıkarabilir.

Yazar Seth Stephens-Davidowitz, "Büyük Veri'nin Güçleri" adlı kitabın sonraki bölümünde, insanların konuşmaya çekindikleri bir olgu olan porno sektörüne dair bazı veriler ortaya koymaktadır. Amerikalı yazar, insanların önemli bir bölümünün (yüzde 16) PornHub adlı ünlü porno sitesinde ensest ilişki temalı aramalar yaptığını tespit etmiştir. Bu durum, kadınlar içinse yüzde 9 oranındadır. Dolayısıyla, ünlü Avusturyalı psikanalist Sigmund Freud'un "oidipal kompleks" (oidipus kompleksi) teorisinin etkilerini günümüzde porno sektöründe bulmak mümkündür. Ayrıca bu verilerden yola çıkarak, ülkeden ülkeye farklı fantezi ve eğilimleri tespit etmek de mümkündür. Mesela, Hindistanlı erkeklerin en büyük fantezisi, diğer hiçbir ülkede olmayan şekilde, karıları tarafından emzirilmektir. Bu gibi örneklerden yola çıkarak, yazar, internet bazlı Büyük Veri konusunda şu tespitleri yapmaktadır:
  • Büyük Veri, yeni türde veriler sunar (örnek pornografi).
  • Büyük Veri, dürüst veriler ortaya koyar.
  • Büyük Veri, altkümeleri karşılaştırma olanağı sağlar.
  • Büyük Veri, sebep-sonuç deneyi yapma imkanı oluşturur.
Yazar, "Verileri Yeniden Düşünmek" başlıklı sonraki bölümde, Google aramalarından yola çıkarak ilginç saptamalar yapmaya devam etmektedir. Örneğin, ABD'de işsiz insanların en sık yaptıkları aramaların "İşsizlik bürosu" veya "yeni iş" gibi tamlamalar olduğu düşünülebilir. Hakikaten de, bu gibi aramalar en üst sıralarda yer almaktadırlar. Ancak daha üst sıralarda, işsiz insanların boş zamanlarının fazla olması sebebiyle, "Slutload" adlı bir porno sitesi ve Spider Solitaire gibi basit bir oyun yer almaktadır. Daha sonra Sergey Brin ve Larry Page'in 1998 yılında kurdukları Google'ın geçmiş milenyumda kalan AltaVista, MetaCrawler ve Lycos gibi diğer arama motorlarından nasıl farklılaştığını anlatan araştırmacı, bu bağlamda fazla veriden ziyade doğru veri toplamanın önemli olduğunun altını çizmektedir. Bu noktada, yazar, ilginç istatistiki verilerin hiç öngörülmeyen önemli saptamalara neden olabileceğini ilginç bir örnekle açıklamaktadır. Jeff Seder adlı Philadelphialı eksantrik bir at terbiyecisi, kişisel çabalarıyla bir yarış atının başarısında herkesin zannettiği gibi secerenin (soy) değil, iç organlarının özellikle de sol karıncık büyüklüğünün etkili olduğunu saptamıştır. Seder'in bu şekilde fark ettiği Amerikan Firavunu (American Pharoah) isimli iddiasız bir at, hiç kimsenin beklemediği şekilde çok başarılı bir yarış atı olmuş ve çok önemli zaferler kazanmıştır. Benzer şekilde, Princeton'da akademisyenlik yapan Orley Ashenfelter'in şarap konusunda yaptığı araştırma, şarabın kalitesinin büyük oranda sadece üzümlerin yetişme mevsimindeki hava durumuyla alakalı olduğunu ortaya koymuştur. Bu örneklerden yola çıkarsak, yazara göre, internet tabanlı Büyük Veri, bize birçok yeni ve değerli saptama yapma şansı yaratabilir.

Kitabın ilerleyen bölümlerinde, bu ve benzeri birçok ilginç gözlem ve istatistik okurla paylaşılmış ve bunlardan yola çıkarak önemli tespitler yapılmıştır. Sonuçta, Seth Stephens-Davidowitz'in Everybody Lies (Bana Yalan Söylediler) kitabı, yeni gelişen bir alan olan internet kaynaklı Büyük Veri'nin sosyal bilimlerde nasıl kullanılabileceği konusunda öncü bir rol üstlenen çok değerli bir çalışmadır. Ancak esere şu konuda bir eleştiri yapılabilir; bu eser ve benzeri popüler çalışmalar yüzünden, insanların internet kullanımında bundan sonra özgür davranmamaya başlamaları nedeniyle, -ana akım medya kanallarındaki konuşmalarda görülen samimiyetsizlik/ölçülülük sentezine benzer şekilde- internet verilerinin de zamanla yüzde yüz gerçek eğilimlerden uzaklaşma riski bulunmaktadır. Ancak şu bir gerçektir ki, Türkiye ve benzeri ülkelerde akademik dünyada yaygın olarak görülen internet verileri ve internet bazlı çalışmalara yönelik önyargı ve küçümseme eğilimi, son derece hatalı ve geleceği ıskalar niteliktedir. Stephens-Davidowitz'in kitabı, bunu net olarak ortaya koyan ikna edici ve başarılı bir çalışmadır. Ekonominin ve diplomasinin dijitalleştiği bir ortamda, akademinin de buna ayak uydurması gerekliliği kaçınılmazdır.

Dr. Ozan ÖRMECİ


[1] Yazı arşivi için - https://www.nytimes.com/by/seth-stephens-davidowitz.
[2] Web sitesi için - http://sethsd.com.
[3] Amazon.com - https://www.amazon.com/Everybody-Lies-Internet-About-Really/dp/0062390856.
[4] İdefix - http://www.idefix.com/Kitap/Bana-Yalan-Soylediler/Arastirma-Tarih/Sosyoloji/urunno=0001752835001?gclid=EAIaIQobChMIpaaX5PHw2wIVBxDTCh2g5Q83EAQYASABEgJdLfD_BwE.


Tanıl Bora’dan ‘Türk Sağının Üç Hali’


Türkiye’de son yıllarda siyasal/entelektüel hayata yaptığı özgün katkılarla dikkat çeken Tanıl Bora[1], 2010 yılında Birikim Yayınları tarafından yayımlanan Türk Sağının Üç Hali: Milliyetçilik, Muhafazakârlık, İslamcılık adlı kitabında[2], Türkiye’de siyasette her zaman ağırlığını hissettiren Türk Sağı’nı mercek altına almış ve bu konuda ilginç gözlem ve saptamalarda bulunmuştur. Geniş bir kaynakça kullanılarak yazılan 154 sayfalık eser, “Sunuş”, “İnşa Döneminde Türk Milli Kimliği”, “Muhafazakârlığın Çatallanan Yolları ve Türk Muhafazakârlığında Bazı Yol İzleri” ve “Din ve Milliyetçilik: Lügat ve Gramer – İslamcılıktaki Milliyetçilik, Milliyetçilikteki İslamcılık” başlıklı 4 farklı bölümden oluşmaktadır. Bu yazıda, son dönemde AK Parti-MHP-BBP seçim ittifakının başarısı sayesinde yeniden gündeme İslamcılık-milliyetçilik benzerlikleri ve çelişkileri tartışmasına yol göstermesi bağlamında, bu kitaptan önemli bazı bölümler özetlenecektir. Ancak konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, mutlaka kitabın tamamının okunması gereklidir.

Tanıl Bora

“Sunuş” başlıklı birinci bölümde, yazar Tanıl Bora, milliyetçilik, muhafazakârlık ve İslamcılık’ın tüm dünyada ve Türkiye’de akademik çevrelerce üç ayrı ideoloji olarak öğretildiğini, ancak kendisinin bu klasik yaklaşımı reddederek, özellikle Türkiye özelinde bu üç ideolojiyi iç içe geçmiş ve birbirleriyle uyumlu bir bütün olarak ele almayı uygun gördüğünü söylemektedir. Bu bağlamda “Yeni Sağ” kavramına işaret eden Bora, bu üç olguyu katı siyasal pozisyonlardan ziyade, katı-sıvı-gaz benzeri maddenin üç hali olarak değerlendirmektedir. Bora’ya göre; bir ideolojiden ziyade bir zihniyet örgüsü olan milliyetçilik (Türk milliyetçiliği) Türk Sağı’nın grameri/dilbilgisi (katı hali), İslamcılık Türk Sağı’nın imge, değer ve ritüel kaynağı olan lügatçesi (sıvı hali) ve muhafazakârlık da bir ruh hali, duruş/duyuş biçimi ve üslup olarak Türk Sağı’nın “hava”sıdır (gaz hali).

Türk Sağının Üç Hali

“İnşa Döneminde Türk Milli Kimliği” başlıklı ikinci bölümde, Tanıl Bora, Türk milli kimliğinin oluşum sürecini mercek altına almaktadır. Bu bağlamda milli kimliklerin oluşumunda ulus-devletlerin kuruluş süreçlerinin etkili olduğuna dikkat çeken Bora, bu süreçte “Biz Kimiz” ve “Nasıl Olmalıyız” gibi sorulara yanıt arandığına işaret ederek, kurgusal boyutu da yoğun olan bu evrede millet öncesi dönemden milletleşme sürecine taşınan malzemenin etkili olduğuna vurgu yapmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne tekabül eden 19. yüzyılın son çeyreğinde Türk milliyetçiliğinin yükselmeye başladığını hatırlatan Bora, bu süreci Avrupa hanedanlıklarının ulus-devlete dönüşme çabalarına benzetmektedir. Ayrıca bu süreçte Eric Hobsbawm’ın milliyetçilik açısından “paradoksal bir çimento” olarak değerlendirdiği dini kimliğin de etkin olduğunu yazan Tanıl Bora, bu süreci Fransız Devrimi’nin Osmanlı (Türkiye) üzerindeki geç kalmış etkisi olarak değerlendirmektedir. Yazara göre, Osmanlı özelinde etkili olan bir faktör ise, Hilafet makamının sahibi olan ama hızla çöküşe doğru ilerleyen bir devletin yeni oluşan ana akım milliyetçilik cereyanında, doğal olarak, “restorasyon” saikinin güçlü olmasıdır. Nitekim imparatorluk düşüncesi ve Hilafet kurumunu reddeden ve Batı’yı kendisine örnek model olarak seçen Kemalist milliyetçilikte bile, “düvel-i muazzama”ya meydan okuma önemli bir temadır. Geçmişte büyük olan ama sonradan gerileyen bir İmparatorluk içerisinde milliyetçilik oluşturmanın yarattığı ve özellikle Batı ile ilişkilerin nasıl kurgulanacağı konusundaki belirsizlikler, Osmanlı-Türk aydınlarının Sonderweg arayışına yönelmelerine, yani kendilerine özgü bir yol izlemelerine sebebiyet vermiştir. Ancak Sonderweg arayışında da etkilenmeler söz konusudur; emperyalizme yatkın Alman milliyetçiliği ve anti-emperyalist çizgideki Arap ve Hint milliyetçilikleri bu noktada etkili olmuştur. Somutlaştırmak gerekirse; bir yanda Rusya kökenli Tatar-Türk aydınlarının öncülük ettiği bir tür völkisch, yani etnik temelli burjuva milliyetçiliği anlayışına yaslanan bir anti-emperyalist milliyetçilik (Arap ve Hint milliyetçilikleri gibi), diğer yanda da yine büyük ölçüde Rusya kökenli Türk aydınlardan kaynaklanan ve restorasyon düşüncesi içeren PanTürkizm esaslı emperyal milliyetçilik (Alman milliyetçiliği gibi). Ayrıca Fransız usulü küçük burjuva yaklaşımları içeren seküler milliyetçi çizgideki liberal aydınlar ve Mehmet Akif Ersoy gibi İslam ışığında bir milliyetçilik ve modernleşme isteyen İslamcı aydınların çelişkileri… İşte Türk milliyetçiliğinin doğuşunda bu gibi faktörler etkili olmuştur. Kemalizm’le beraber ilk yaklaşım çok daha ön plana geçtiyse de, bu ikili durum aslında her daim devam etmiştir. Modernleşme-Batılılaşma konusunda yaşanan bocalamalar da tüm Batılı olmayan milliyetçilikler gibi Türk milliyetçiliğini de zorlamıştır. Etnosentrik medeniyetçi yaklaşımda, temelde, Türklük, medeni insanlık ailesinin üyesi olmakla eş görülmüş ve evrenselci bir yöntem benimsenmiştir. Hatta bazı yaklaşımlarda medeniyetin beşiği sayılan Antik Yunan kültürünü oluşturan önemli yazarlar ve tarihsel kişilikler bile Türk kökenli kabul edilmiş ve Batılılığın hasını Türklüğün şahsında gören bir tür megalomani inşa edilmeye çalışılmıştır. Ksenofobi yani yabancı düşmanlığı açısından incelendiğinde ise, yazara göre, yüzeydeki evrenselci ve dünyaya açık duruşa rağmen, derinliklere inildiğinde dünyaya karşı meraksız bir entelijensiya yaratan evrenselci bir içe kapanış görülmektedir. Dolayısıyla, Türk milliyetçiliği ve Cumhuriyet’in kuruluşu sürecinde etkili olan etnosentrizm, yabancı korkusunu içerisinde yoğunlukla barındırır. Bu yıllarda "yabancı" yerine Osmanlıca’dan gelen “ecnebi” sözünün yaygın şekilde kullanılması da bu durumu kolaylaştırmıştır; zira ecnebi, aynı zamanda “garip, tuhaf kişi” anlamında da kullanılmaktadır. Vatandaşlık bağlamında değerlendirildiğinde ise, Batılı liberal demokratik rejimlerde bile sadece hukuki-siyasi bir konu olmakla yetinilmeyen vatandaşlık hususunda, Türkiye’de de etnik-kültürel bazı unsurların öne çıkarıldığı kolaylıkla söylenebilir. Ancak bazı devletlerdeki ırk temelli yaklaşımdan ziyade, Türkiye’de kültürel boyut daha önde olmuştur. Nitekim Türkiye örneğinde bakılırsa, etnik Türklükten ziyade, vatanseverlik, Türkçe dilini bilmek, Türk kültürünü yüceltmek, gelenek-göreneklere saygılı olmak ve yasalara saygı gibi konular öne çıkarılmıştır. Ancak buna rağmen, etnik Türk olmayan Kürtler, gayrimüslimler (Süryaniler, Keldaniler, Ermeniler, Yahudiler, Rumlar, Levantenler), Soğuk Savaş koşullarının da etkisiyle komünistler ve genel olarak solcular, her zaman zımnileştirilen ve şüphe toplayan gruplar olmuştur. 20. yüzyılın ilk yarısında tüm dünyada biyolojik ırkçılık hızla yayıldığı için, Türkiye’de kültürel ırkçılık unsurları genel olarak görece ılımlı ve hümanist çizgide kabul edilmiştir. Ancak bu durum, kültürel açıdan ırkçı bazı unsurların Türk milliyetçiliği ve Cumhuriyet rejiminde olduğu gerçeğini değiştirmez. Örneğin Afet İnan, Türklerin en sağlam ve başka hiçbir millete olmayan yüksek ahlaka sahip bir toplum olduğunu yazmıştır. Bunun yanında, biyolojik yaklaşımlar ve PanTürkist eğilimler de her dönem Türkiye’de etkisini korumuştur. Bu noktada bir diğer tartışma konusu da asimilasyon-ırkçılık ikilemidir. Türkiye’nin uzun yıllar Kürt milli kimliğini reddetmesine yol açan asimilasyoncu politikaları, son yıllarda birçok liberal düşünür tarafından “ırkçı” eleştirilerine yol açmaktadır. Bu bölümde, ayrıca “Öteki-imgesi: Mazi”, “Doğu-Batı ikiliği ve romantizm açığı”, “Milli seciye” ve “Özgüven sendromu” gibi konular işlenmiştir.

“Muhafazakârlığın Çatallanan Yolları ve Türk Muhafazakârlığında Bazı Yol İzleri” üçüncü bölümde, yazar, modern bir duyuş/düşünüş olarak tanımladığı muhafazakârlığı Türkiye özelinde anlamaya çalışmaktadır. Muhafazakârlık, özü itibariyle, kapitalist modernleşme süreci karşısında, bu sürecin çözdüğü siyasal, toplumsal ve kültürel yapıların ve bu yapılara yüklenen anlam ve değerlerin sürekliliği adına gösterilen tepkidir. Fakat bu tepki, yeni olan herşeye karşıtlık yahut salt bir reaksiyonerlikle açıklanmamalıdır. Zira muhafazakâr düşünce, eski ve yerleşik olanın ve bununla beraber geleneksel ve kutsal olanın sürekliliğini modern dönemde sağlamaya çalışan bir irade ve yetenektir. Karl Mannheim’ın veciz ifadesiyle, “Muhafazakârlık, rasyonelleşmiş gelenekçiliktir”. Aydınlanma rasyonalizminin dünyayı akıl ve kuramla değiştirip yeniden biçimlendirme küstahlığına (Fransız Devrimi aşırılıklarından somut olarak anlaşılabilen) karşı bir tepki olarak gelişen muhafazakârlık, bu nedenle salt reaksiyonerlik ve modernite karşıtlığı olarak değerlendirilemez. Muhafazakârlığın özünü Aydınlanma radikalizminin yıkıcılığına olan tepki ve tarihsel pratiklerin (din, kültür, gelenek ve görenekler) doğruluğuna duyulan güven oluşturur. Dinin muhafazakâr düşüncedeki yeri ise kritiktir; muhafazakârlık, vazgeçilmez hazinelerinden biri olan dini modern bir müdahaleye tabi tutar ve onu dünyevi saiklerle yeniden yorumlar. Dindarlıktan çok, dinin ritüellerine ve toplumsal etkilerine önem verir. Muhafazakâr düşüncede, din, otoritenin tesisi anlamında da faydalı/işlevsel görülür ve desteklenir. Bu bağlamda devlet de çok önemli bir kavram olup, Krallık/Sultanlık benzeri monarşik rejimler muhafazakâr düşüncenin ana kaynağıdır. Ancak zamanla muhafazakârlık demokratik ve Cumhuriyet tipi rejimler içerisinde de yeniden yorumlanır/uygulanır olmuştur. Keza muhafazakâr düşüncede bir diğer çok önemli ve işlevsel olgu da tarihtir. Carl Schmitt’in ünlü sözüyle, “Tarih, devrime uğrayanı restore eden Tanrı’dır”. Tarih, dini ve milliyetçi muhafazakârlığın mukaddeslerinin deposu ve iletkenidir. “Muhafazakârlığın tarihsel durakları” başlıklı alt bölümde, Bora, muhafazakâr düşünceyi oluşturan önemli kişi ve olaylara da kısaca değinmekte ve daha sonra Türk Muhafazakârlığını belli başlı figürler üzerinden incelemeye başlamaktadır. Bu bağlamda, Tanıl Bora, İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Peyami Safa ve Remzi Oğuz Arık gibi etkili ve önemli muhafazakâr düşünürleri yazdıklarından yola çıkarak analiz etmektedir. Baltacıoğlu’nda modernist muhafazakârlığın izleri net olarak görülürken, dine karşı gelenek öne çıkarılır ve bir “Türk üslubu” geliştirilmeye çalışılır. Tanrıöver’de Türk milliyetçiliği daha baskındır ve belagate dayalı romantik yaklaşım daha öndedir. Safa’da ise, romantik yaklaşım daha da belirgindir ve dinsel olmayan bir mistisizm havası baskındır. Arık ise, Anadolucu milliyetçiliğin temsilcisi olarak, özcülüğü, köycülüğü ve kozmopolitlik karşıtlığını savunur. İslamcılık-muhafazakârlık tartışması konusunda ise, yazar Tanıl Bora, öncelikle Türk modernleşmesi ve Cumhuriyet düşüncesinin bu iki eğilimi eşdeğer kabul ettiğini, ama gerçekte bu iki eğilim içerisinde birbirine tezat birçok akım/düşünür bulunduğuna dikkat belirtmektedir. Örneğin, Türk İslamcılığı özelinde restorasyon düşüncesinin hayli zayıf oluşu, İslamcılık-muhafazakârlık farklılığına dair ilk önemli ve somut kanıttır. Hilafetçilik bile, Türkiye’de, zorunlu ve bütünlüklü bir restorasyon talebi ve hareketiyle özdeşleşmemiştir. Ancak Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki radikal modernleşme hareketleriyle beraber, zaman içerisinde İslamcılık, muhafazakârlık ve milliyetçilik çizgilerinde bir yakınlaşma olmuştur. Örneğin, CHP içerisinde yer alan Başbakan Şemsettin Günaltay, Türkçü ve İslamcı sayılabilecek görüşlere sahip önemli bir kişi olmuştur. Klasik muhafazakârlık açısından ise, Yahya Kemal Beyatlı ismi öne çıkmaktadır. Tanıl Bora, eserinde Yahya Kemal hakkında detaylı çözümlemelere yer vermiştir. Nurettin Topçu ve Ali Fuad Başgil, yazarın dikkatle incelediği diğer iki önemli Türk yazardır.

“Din ve Milliyetçilik: Lügat ve Gramer – İslamcılıktaki Milliyetçilik, Milliyetçilikteki İslamcılık” adlı dördüncü ve son bölümde ise, Bora, İslamcılık-milliyetçilik ilişkisini mercek altına almaktadır. Günümüzde de, AK Parti-MHP-BBP seçim ittifakı bağlamında en dikkat çekici olan konu budur. Sosyalist jargondaki “gerici faşist” tamlamasında bir bütün olarak kabul edilen İslamcılar ve milliyetçiler, oysa birbirleriyle ilişkili ancak farklı iki siyasal geleneği temsil ederler. Osmanlı’dan beri, Anadolu’da, millet inşası ve milliyetçiliğe sezgisel yönelimin dini ihya ile birleşmesi ve karışması çok yaygın görülen bir durumdur. Yusuf Akçura’nın ünlü Üç Tarz-ı Siyaset’in de bile, farklı iki akım olarak ele alınan bu ideolojilerin ilintili oldukları, “…her müslimin en küçük yaşında ezberlediği ‘din ve millet birdir’ kaidesine uyarak bütün Müslümanları, son zamanların millet kelimesine verdiği mana ile bir tek millet haline koymaya çalışmak lüzumuna kani oldular.” tespitiyle belirtilmiştir. Tanıl Bora’ya göre, Şerif Mardin’in “İslami rabıtanın bir proto-milliyetçilik biçimi olarak doğası”ndan bahsederken kastı da bu süreçtir. İttihat ve Terakki ve Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş döneminde bu durum net olarak görülür. Nitekim Türkçülerin önemli bir bölümü önceden İslamcıdır. Ziya Gökalp’i değerlendiren Hilmi Ziya Ülken, Türkçülüğün kurucularından olan Gökalp’in entelektüel mesaisini "bir İslam modernistinin çabası" olarak tanımlar. 1940’ların ortalarından itibaren ise, Soğuk Savaş ortamında giderek artarak, milliyetçi-muhafazakârlık sentezi ortaya çıkmaya başlamıştır. Devlet, dine daha sistemli ve fazla yatırım yapmaya ve din de milli ahlakın resmi bir vecibesi olarak kurumlaşmaya/kurumsallaşmaya başlamıştır. Örneğin, Diyanet İşleri Başkanlığı devasa bir kuruma dönüşmüştür. Bu durum, Kemalist tarih yazımında devletin sağa ve DP zihniyetine teslim olması gibi yorumlansa da, Tanıl Bora’ya göre, aslında Cumhuriyet’in bir sosyal ethos yaratma zafiyetini kapatma girişimidir. “Dinsiz bir millet yaşayamaz” ve “halka manevi bir gıda lazım” gibi saiklerle yapılan bu girişim, milli homojenliği arttırmak için dinin faydalı görülmesinden de kaynaklanmıştır. Bu bağlamda, Cumhuriyet rejimine karşıtlık da -bilhassa o yıllarda- Türkiye’de çok sınırlı ölçüde tesirli olabilmiştir. Hatta bunun izleri, 1940’ların ikinci yarısında Şemsettin Günaltay ve Hamdullah Suphi Tanrıöver gibi siyasetçilerin girişimlerinde de bulunabilir. Milliyetçi-muhafazakâr söylem, merkez sağ ve milliyetçi sağı da kapsar. Önceleri katı laik ve Türkçü çizgide olan milliyetçilik, daha sonraları milliyetçi muhafazakârlık ve İslamcılıkla kaynaşmıştır. Kitapta bu ve benzeri birçok önemli tespit yapılmıştır.

Sonuç olarak, bu yazıda çok sınırlı şekilde ana hatlarına değinilen Tanıl Bora’nın Türk Sağının Üç Hali eseri, Türk Sağı’nı anlamak açısından yol gösterici bir kitap olarak değerlendirilebilir.


Dr. Ozan ÖRMECİ

26 Haziran 2018 Salı

La Victoire Décisive D’Erdoğan


Pas de surprise en Turquie concernant les élections présidentielle et parlementaire organisés le 24 juin. Le leader du parti islamo-conservateur, Parti de la Justice et du Développement (l’AKP), Monsieur Recep Tayyip Erdoğan a remporté encore une victoire avec 52.59 % des voix (plus de 26 millions votes) lors du premier tour de l’élection présidentielle. Le candidat de CHP (Parti Républicain du Peuple) Muharrem Ince a réussi à augmenter les voix de son parti à 30.64 % (plus de 15 millions votes), pour autant cela n’a pas pu empêcher Monsieur Erdoğan d’emporter une victoire électorale comme à son habitude depuis 2002 lors de plusieurs élections. Dorénavant, nous pouvons dire que la stratégie d’Erdoğan de faire un pacte électoral avec les partis nationalistes comme le MHP (Parti d’ Action Nationaliste) et le BBP (Parti de la Grande Unité) a été prospère pour cette élection, car il a eu une victoire plus facile que tout le monde a prévu. Le candidat pro-kurde emprisonné Selahattin Demirtaş sorti troisième candidat des élections avec seulement 8.40 % des voix ; un nombre en dessous des sondages et de son potentiel. Meral Akşener, la seule candidate féminine est sortie quatrième candidat avec 7.29 % des voix. Les deux autres candidats Temel Karamollaoğlu  a remporté 9.90 % et Doğu Perinçek a collecté seulement 0.20 % des voix. Le taux de participation était plus que 86 % pour les deux élections ; cela montre que les citoyens turcs soutiennent la démocratie et aiment utiliser leur droit de voter. 

Les résultats de l’élection présidentielle

La carte des résultats de l’élection présidentielle dépeint le pouvoir d’Erdoğan

Concernant l’élection parlementaire, la situation n’est pas différente. Erdoğan a assuré une majorité simple dans le parlement avec 295 députés pour son parti et 49 pour le MHP. Mais le taux d’appui pour son parti a diminué jusqu’à 42.56 % ; une indication apparente pour le trend négatif de l’AKP dans les mois derniers à cause de la crise économique et la faible qualité de la démocratie turque dans l’état d’urgence. Le partenaire de l’AKP, le MHP était le parti qui a remporté un vrai succès malgré les attentes de tous les critiques; sous le leadership de Devlet Bahçeli, le parti nationaliste turc a collecté 11.10 % des voix et devenu le quatrième plus grand partie en Turquie même si l’autre partie nationaliste et plus séculaire (le Bon Parti-İYİ Parti) a divisé la base électorale nationaliste et a eu 9.95 % des voix et 43 sièges dans le parlement après son première élection (comme le Bon Parti a fait un  pacte électorale avec le CHP, le seuil électorale n’a pas obvié ce parti d’être représenté dans le parlement). Dorénavant, il y a deux partis nationalistes turcs dans le parlement avec 21 % des voix et 92 sièges. Le CHP est toujours le second parti avec 146 sièges dans le parlement ; mais le soutient au parti s’est affaibli jusqu’à 22.64 % cette fois. Je pense que quelques partisans de CHP ont voté pour le parti pro-kurde, le HDP (Parti démocratique des peuples) à l’élection parlementaire pour empêcher ce parti de se positionner en dessous du seuil électorale de 10 %. Le HDP est devenu le troisième parti avec 11.70 % des voix et a gagné 67 sièges dans le parlement turc. Même si ce parti n’est pas encore devenu un parti national et toujours influent seulement dans les villes kurdes, le HDP maintenant est un acteur politique fixe de la politique turque.
  
Les résultats de l’élection parlementaire

La carte des résultats de l’élection parlementaire dépeint la nature tripartie de la Turquie: un grand bloc islamo-conservateur et nationaliste en Anatolie, des villes pro-séculaires et européanisées dans la région Egéenne et le Méditerranéenne et les villes kurdes.

Si on fait une analyse de ces élections ; je pense que Monsieur Erdoğan et le MHP sont les vainqueurs, mais le candidat de CHP Monsieur Muharrem İnce est aussi un autre gagnant avec son popularité et potentiel de devenir le chef de CHP. Monsieur İnce a collecté 8 % plus de votes que son parti et a prouvé que la scène politique en Turquie est ouverte à des gens frais. Si le CHP et Muharrem İnce peuvent approfondir et développer leur stratégie et programme en approchant plus aux islamistes et kurdes, l’élection prochaine en Turquie peut être plus contestée. La carte électorale toujours montre que le CHP est faible aux villes conservatives et en les villes kurdes. Alors le parti doit faire plus d’effort pour convaincre les électeurs pieux et pro-kurde. Les élections municipales en le mars 2019 seront le premier test  pour le CHP et le parti peut entrer dans ce processus avec un nouveau chef (Muharrem İnce). Une autre possibilité est la décision de Kemal Kılıçdaroğlu de prendre l`avantage de popularité de Muharrem İnce et  lui faire le candidat de son parti pour la mairie d’Istanbul ou d’Ankara. Finalement, même Monsieur Erdoğan a gagné une victoire décisive, je dois dire que les problèmes économiques et diplomatiques de la Turquie sont plus graves maintenant et dirigeant la Turquie est une profession très difficile ainsi qu’une occupation prestigieuse.


Dr. Ozan ÖRMECİ

24 Haziran 2018 Pazar

Erdoğan's Decisive Victory


No surprise took place in Turkish elections. Turkey’s undisputed leader Mr. Recep Tayyip Erdoğan won another election with 52.59 % of the votes (more than 26 million votes) in the Presidential race. Pro-secular Republican People’s Party’s (CHP) candidate Mr. Muharrem İnce took 30.64 % of the votes (more than 15 million votes) and made a meaningful rise in his party’s support; but it was not enough to prevent Mr. Erdoğan to win the Presidency in the first round. Imprisoned Kurdish leader Selahattin Demirtaş had a disappointing result with only 8.40 % of votes (more than 4 million votes) and took the third place, whereas Turkish nationalist female leader Meral Akşener with -less than expected- 7.29 % of the votes (almost 4 million votes) became the fourth Presidential candidate. Two other candidates; pro-Islamist Temel Karamollaoğlu had 0.89 % of the votes, whereas socialist-nationalist Doğu Perinçek acquired only 0.20 %. Results proved once again that Islamist resurgence in Turkey continues under Erdoğan’s charismatic leadership and Erdoğan’s strategy of making alliance with Turkish nationalists (Nationalist Action Party-MHP and Great Unity Party-BBP) worked quite well for this election. The participation was about 86.24 % for the Presidential election and 86.22 % for the parliamentary election; very high percentages which show that Turkish people really like elections and do not hesitate to use their democratic rights.

Presidential election results

Presidential election map

Parliamentary election on the other hand also gives a similar picture for Turkish politics. Erdoğan’s AK Parti’s (Justice and Development Party-JDP) electoral coalition with MHP provided Mr. Erdoğan a simple majority in the -now 600 seated- Turkish parliament (295 for AK Parti and 49 for MHP), but the party’s votes fell down to 42.56 %. AK Parti was able to became the leading party in 63 of 81 Turkish cities (in 8 cities CHP became the leading party whereas HDP won in 10 cities), which shows that this party is the only political organization that appeals to Turkey as a whole. Turkish nationalist MHP did better than expected in the parliamentary election under Mr. Devlet Bahçeli’s leadership and took 11.10 % of the votes by securing the fourth place. Pro-secular CHP (RPP) had got 22.64 % of the votes and took the second place as usual with 146 parliamentary seats. It seems like some of the CHP voters supported pro-Kurdish HDP (People’s Democratic Party) to prevent this party to be out of the parliament due to 10 % electoral threshold. HDP became the third party with 11.70 % of the votes and won 67 seats in the parliament. İYİ Parti (Good Party) took the fifth place with 9.95 % of the votes in its first election and had got 43 seats. Lastly, Felicity Party (Saadet Partisi) took only 1.36 % of the total votes and could not win a parliamentary seat. These two countries (Good Party and Felicity Party) did not have electoral threshold problem due to their electoral alliance with CHP. These results show that AK Parti-MHP alliance will help President Erdoğan to control the Turkish Parliament as well and President Erdoğan will continue to be the strongest actor in Turkish politics.

Parliamentary election results

If we make an analysis of this election, we can clearly say that Turkish people’s support for Mr. Erdoğan’s Islamist and authoritarian leaning regime continues due to historical and cultural reasons as well as current political issues (Syrian civil war, terrorism risks and the Kurdish Question). Turkish people preferred a well-known problematic against a complete unknown in this election by supporting Erdoğan and his party. Although the main opposition candidate Muharrem İnce increased his party’s votes approximately by 7 % compared to previous parliamentary election, it looks like the opposition needs to make more efforts to take Islamist-conservative segments’ support. This proves that the candidacy of previous President Mr. Abdullah Gül could have been a better choice against a skillful Islamist populist like Erdoğan. I should here also add that Muharrem İnce took much less votes compared to CHP’s previous Presidential candidate Mr. Ekmeleddin İhsanoğlu who took 38.44 % in the 2014 Presidential election against Erdoğan. So, results show once again that the opposition in Turkey needs to make peace with conservatives and Kurds in order to be more successful at ballots. However, with an obvious increase in his party’s votes in the Presidential election, Mr. İnce could be once again a leadership candidate against Mr. Kemal Kılıçdaroğlu in the following months (he lost party leadership race twice against Kılıçdaroğlu previously). Mr. Kılıçdaroğlu might try to take advantage from Mr. İnce’s popularity as well by choosing him as the municipal leader candidate for İstanbul or Ankara for the 2019 March local elections. Turkish nationalism also now finds a stronger base in parliamentary politics with two Turkish nationalist parties MHP and İYİ Parti (Good Party) in Turkish Grand National Assembly having almost 21 % of the total votes. In addition, Kurdish nationalist HDP protected its electoral base, but its imprisoned leader Selahattin Demirtaş lost the popularity that once forced international observers to describe him as “Kurdish Obama” and “Alexis Tsipras of Turkey”. This was caused by the lack of propaganda chance given to Demirtaş as well as PKK’s terrorist acts that increase reactions against HDP and Demirtaş.


Turkey’s 2018 parliamentary election map shows the tripartite nature of Turkish politics: large Islamist-conservative-nationalist Anatolia, pro-secular and pro-European Aegean and Mediterranean shores and Kurds in the south-eastern Anatolia.

Other than these, Mr. Erdoğan once again proved that his controversial leadership is appealing to the majority of Turkish people and economic problems and diplomatic quarrels would not prevent him to rule Turkey with the new Presidential system he brought that was approved by Turkish people in the last year’s referendum. However, I should also admit that President Erdoğan’s victory would not solve Turkey’s problems immediately; since the country’s economic problems have deepened during the election process and concerning foreign policy also Turkey has serious problems and disagreements with its Western allies. Finally, I think Mr. Erdoğan’s alliance with Turkish nationalists (MHP) will continue after the election and Turkey’s military involvement into Syria and Iraq will further deepen simultaneously with the domestic reforms in order to install the new presidential system completely. Another unspoken problem on the other hand is the rising tensions in the Eastern Mediterranean and Cyprus which will make things difficult for President Erdoğan in the coming years. To end this piece, I must say that Turkey’s leftists and democrats need to prepare themselves very well for the next election by putting aside their prejudices against Kurds and Islamists.

Graphics and statistics are taken from NTV.

Dr. Ozan ÖRMECİ

10 Haziran 2018 Pazar

Could Muharrem İnce Defeat Erdoğan and Win Turkish Presidency?


Turkey will have parliamentary and Presidential election on June 24, 2018. I already tried to analyze these elections in May; but since new developments have been taking place in Turkey, a new analysis is necessary. In this piece, I will try to summarize the most recent political developments taking place in Turkey and analyze Turkish elections. However, since there is still two weeks period before the elections and Turkey is a country where everything could change in a few days, I think we should be cautious about electoral predictions.

Erdoğan and Mehmet Şimşek

Following my last analysis, the most important political development in Turkey was the sudden devaluation of Turkish lira against foreign currencies such as dollar, pound and euro. During the month of May, Turkish lira began to quickly lose value against foreign currencies and President Erdoğan’s insistence on low interest rates and political involvement into the affairs of Turkish Central Bank became a matter of criticism. Although President Erdoğan and his Deputy Prime Minister and former Minister of Finance Mr. Mehmet Şimşek later tried to give confidence to international investors and Turkish public with their statements and Britain visits, Turkish lira reached the historic low against dollar during May. During this nightmare period, dollar passed 4.90 and euro reached 5.74 Turkish lira.[1] Although during the last week Turkish lira recovered, interest rates in Turkey are now very high (fourth highest in the world) with 17.75 % and economic indicators are not that bright.[2] Nowadays, euro is around 5.24 and dollar is reduced to 4.45 lira.[3] It is a fact that economic problems seriously affect voting behavior in all countries including Turkey. It should not be forgotten that Erdoğan and his party AKP (Justice and Development Party) came to power after the huge economic crisis Turkey had in 2001. So, although the latest public poll made by SONAR Company still suggests that Mr. Erdoğan has 48.30 % support[4], it is almost certain now that Erdoğan will not be able to win the Presidency in the first round because of this economic shock. On the other hand, Erdoğan’s personal advisor Mehmet Uçum recently stated that there might be a new election following June 24 elections if Mr. Erdoğan wins the Presidency, but loses the majority in the parliament.[5]

Muharrem İnce in folkloric costumes

The second most important change during the last month was the unexpectedly good performance of pro-secular CHP’s (Republican People’s Party) Presidential candidate Muharrem İnce. Mr. İnce was already known as a great debater, but his extraordinary performance during the last month (so far he has organized more meetings than all other Presidential candidates) increased his votes rapidly. Although CHP normally has maximum 24-25 % votes due to historical reasons and political cleavages in Turkey, Mr. İnce was able to reach 31.40 % with his personal skills according to latest polls.[6] Mr. İnce was not only able to gain votes his party lost to new center-right Good Party (İYİ Parti), but also took extra votes from nationalist and conservative voters. Mr. İnce makes enormous efforts to embrace all segments in Turkey; although he is a secular person, he goes to historic mosques and publicly prays[7] in order to prove Islamist voters that he is a good Muslim like Erdoğan. He also does his best and uses a soft rhetoric for not alienating Kurds or Turkish nationalists. He recently visited former Turkish President and populist right-wing politician Süleyman Demirel’s right-arm and close associate Mr. Hüsamettin Cindoruk as well. Cindoruk described Muharrem İnce as “Turkey’s Emmanuel Macron” although these two come from very different political backgrounds.[8] According to political analyst Dr. Gülfem Saydan Sanver, Muharrem İnce is by far the best candidate with his speed, brave speeches and his courageous visit to pro-Kurdish Presidential candidate Selahattin Demirtaş in prison in order to show his commitment to democracy.[9] Similar to Erdoğan’s initial years, Muharrem İnce also uses slogans in order to make Turkish people believing into his cause. He talks about 3 “b”s: “barışacağız” (we will make peace), “büyüyeceğiz” (we will grow economically) and “bölüşeceğiz” (we will share it equally).[10] He also talks about 3 “y”s to make this happen: “yön” (direction will be Europe), “yöntem” (method will be democracy) and “yönetim” (government will consist of a team of experts instead of one-man rule).[11] Although SONAR’s latest poll shows that İnce will lose the election to Erdoğan in the second round with 53.7 % (Erdoğan) against 46.3 %[12], if in the first round Mr. Erdoğan’s party and electoral coalition – Cumhur İttifakı (together with Turkish nationalists MHP, BBP and pro-Islamic and pro-Kurdish HÜDAPar) loses the majority to Millet İttifakı (electoral coalition between CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi and DP), I think anything could happen in the second round. As far as I am concerned, Mr. İnce could still win the Presidency since almost all secular Kurds (HDP) and large groups of secular nationalists (İYİ Parti) will vote for him in the second round.

Finally, although Mr. Erdoğan is still the favorite of these elections, I can say that anything could happen in Turkey right now. Since Mr. Erdoğan and his party, after 15-16 years of government, are now tired and distressed, a new and popular candidate such as Muharrem İnce could have a chance this time against Erdoğan. But Erdoğan's victory also should not surprise anyone due to the dense effect of Islam in Turkish society as a mobilizing and political force.

Dr. Ozan ÖRMECİ


[1] https://www.dailysabah.com/economy/2018/05/23/turkish-lira-strengthens-against-dollar-euro-upon-news-of-central-bank-meeting.
[2] http://t24.com.tr/haber/merkez-bankasi-faiz-artirdi-turkiye-dunyanin-en-yuksek-faiz-veren-4-ulkesi-oldu,646305.
[3] http://www.bloomberght.com/doviz.
[4] https://tr.sputniknews.com/turkiye/201806061033744312-sonar-24-haziran-muharrem-ince/.
[5] https://www.evrensel.net/haber/354321/mehmet-ucum-parlamentoyu-muhalefet-alirsa-secimler-tekrarlanabilir.
[6] https://tr.sputniknews.com/turkiye/201806061033744312-sonar-24-haziran-muharrem-ince/.
[7] http://www.haberturk.com/muharrem-ince-eyup-sultan-da-turbe-ziyaret-etti-unkapani-koprusu-nde-balik-tuttu-1998511.
[8] https://www.sozcu.com.tr/2018/gundem/muharrem-ince-husamettin-cindoruku-ziyaret-etti-2446315/.
[9] http://www.dw.com/tr/en-ba%C5%9Far%C4%B1l%C4%B1-cumhurba%C5%9Fkan%C4%B1-aday%C4%B1-kim/a-44076869.
[10] https://www.dunya.com/gundem/muharrem-ince-3b-ve-3yyi-uygulayacagiz-haberi-417129.
[11] https://www.dunya.com/gundem/muharrem-ince-3b-ve-3yyi-uygulayacagiz-haberi-417129.
[12] https://tr.sputniknews.com/turkiye/201806061033744312-sonar-24-haziran-muharrem-ince/.